21 Ağustos 2015 Cuma

TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR?



             Türkiye’de iç savaş kıvılcımları var kimse farkında değil. Açılım sürecinde kentlere valilerini atayan, yargı sistemini ve vergi dairelerini kurup polis teşkilatlarını, askerlik şubelerini açan ve kendi kendilerini yönetme hevesine giren teröristler artık ilçe ve köyleri işgal girişimlerine bulunuyorlar.
            “Önceki gün PKK kontrolündeki Silvan’da devlet yeniden kontrolü sağladı” diye geçti haber ajansları. Ne acıdır ki bu haber bana bir an için Suriye veya Libya’da yaşıyormuşum gibi hissettirdi. Durum sadece Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde böyle değil, Diyarbakır’ın Lice ilçesi, Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçeleri, Hakkari’nin Şemdinli ve Yüksekova’sı da aynı durumda. Sözcü Gazetesi’nden Saygı Öztürk “Buralarda terör örgütü bir hayli etkili, daha fazlasını yazamıyorum, durumu anlayın işte” diye yazdı. Eh anlayın işte, yazamasak da durum belli.
            Sadece Güneydoğu değil, Batı’da da çatışmalar var. Ancak haberlerde yer almıyor. Sadece ben, son iki haftada iki kez yarım saat ila yirmi dakika arasında değişen otomatik silahlı çatışma sesleri duydum evimin yakınlarında. Tüm komşularım korktuklarını söylüyorlar ancak durumla ilgili ne yetkili biri açıklama yapıyor ne de olay haberlerde yer alıyor. Yetkililerden bir açıklama olmadığı için elbette bunun bir terör eylemi olduğunu söyleyemeyiz ancak askeri bir yerleşke tarafından gece 02.30 sularında cereyan eden bu hadiseler şayet terör eylemleri ise ve bu gizleniyorsa diğer Batı illerimizin köy ve ilçelerinde de aynı durumun söz konusu olup gizlendiğini tahmin edebiliriz.
            Suriye iç savaşından kaçan bir hanım, bir televizyon kanalına iç savaşın ilk günlerini şu ifadelerle anlatıyor; ülkede her şey normaldi. Aklımıza yarın iç savaş çıkacağı ve ülkenin paramparça olacağı nereden gelebilirdi ki? Haberlerde birkaç çetenin birkaç köy ve ilçede “kontrolü ele geçirdiğini” duyuyorduk. Arada bize yakın yerlerden silahlı çatışma sesleri geliyordu ama önemsemiyorduk. Daha sonra ülke birkaç ay içinde cehenneme döndü…
            Yani aslında Türkiye’de durum vahim, iyi şeyler olmuyor!
                                                                                                                 Gündem Gazetesi 21.08.2015

20 Ağustos 2015 Perşembe

HÜKÜMETİ KURMA GÖREVİ



            Başbakan Davutoğlu geçtiğimiz Salı günü hükümet kurma görevini Cumhurbaşkanına  iade etti. Bugünden itibaren hükümet kurulması için öngörülen 45 günlük yasal sürenin dolmasına üç gün kalmış oluyor. Bu durumda hükümet kurma görevinin CHP’den Kemal Kılıçdaroğlu’na verilmesi gerekiyor. Ancak görülen o ki Erdoğan 7 Haziran gecesi seçim sonuçlarının netleştiği saatlerde erken seçim kararı aldı. Koalisyon görüşmeleri sürerken dahi Erdoğan’ın danışmanlarının kanal kanal gezip “koalisyon kötülüklerini” ve “koalisyon alerjilerini” anlatmaları Saray’ın hiçbir şekilde “AKP’nin tek başına iktidarda olmadığı bir ihtimali”  uygulamaya koymayacağını; Sağlık Bakanının “Başkanlık sistemi olsaydı, terör olmayacaktı” gibi derininde tehdit yatan ve kaos sorumluluğunu üstlenen açıklaması “ülkenin tek başına iktidar hırsından ötürü” kaosa itildiğinin ve malum zatın partisinin tek başına iktidara sahip olması için gözünü son derece kararttığının habercisi.
            Bu durumda 3 gün dahi kalmış olsa, hükümeti kurma görevinin CHP’ye verilmesi gerekiyor ancak CHP ile koalisyon görüşmeleri sürecinde zaten AKP heyetinin CHP’yi de, kamuoyunu da sandıkta koalisyon hükümetine oy veren seçmeni de oyaladığı aşikar iken, koalisyon kurulmaması için türlü çirkinlikler sergilenmişken CHP’ye hükümeti kurması için görev verilmeyeceği çok açık. Zaten mevcut aritmetik içerisinde CHP’nin koalisyon hükümeti veya seçim hükümeti kurması pek mümkün değil ancak “yönetim şeklinin değiştiğini” deklare eden Erdoğan’ın tavrı bu noktada “kırıntısı kalan demokrasiye tamam mı devam mı” niteliğinde bir sembolik karar olacak.
                                               YSK’NIN İLKE KARARI
            Geçtiğimiz Salı günü Yüksek Seçim Kurulu (YSK) bir ilke karara imza atarak erken seçim kararının verilmesinden sonraki 90 günlük yasal süreyi daha erkene çekmek yönünde bir adım attı. Yani Cumhurbaşkanının erken seçim kararından sonraki 90 günlük yasal süre daha da erkene çekilerek Kasım sonunda yapılması planlanan erken seçim daha önceye alınabilecek.
            Bu karar AKP’yi ziyadesiyle zor bir duruma sokacak gibi gözüküyor. Zira, geride bıraktığımız terör ve kaos dolu süreçten güçlenerek çıkma hesapları yapan AKP’nin kamuoyu yoklamalarına göre oy oranı %35. Bu oranı toparlamak adına vakte ihtiyaçları var. Bir günün dahi önemi olduğu seçim yarışında bakalım AKP bu karara nasıl tepki gösterecek?
                                                                                                                 Gündem Gazetesi 20.08.2015

18 Ağustos 2015 Salı

KARŞI DEVRİM ATEŞİ



           “Demokrasi benim için bir tramvaydır, istediğim durakta inerim” demişti. Nitekim inme vakti geldi ve Türkiye’nin yönetim sisteminin değiştiğini ilan ederek geçtiğimiz cumartesi günü darbe ilanını yaptı.
            Senelerdir AKP’nin sivil darbesi hakkında yazıp duruyorduk. Birilerini uyarmaya çalışıyorduk. Bir şekilde bazı sol güruh dahi gaflete düştü. AKP darbecileri yargılıyor diye sevinç çığlıkları atıyorlardı. Yaşananın bir kumpas olduğunu dile getirdiğimizde biz de darbeci oluyorduk. Dinlemediler. El ele verip Türk Ordusunu bertaraf ettiler. Sonuçta yargı “Ergenekon” diye bir örgüt olmadığına hükmedince hepsi sessizliğe büründü.
            Türkiye demokratikleşiyor, türban üniversitede serbest diye zafer çığlıkları attılar. Uyardık. Ufacık çocukların kafasına türban tutsaklığını geçirdiklerinde ne yapacaksınız diyince statükocu elitistler olduk. Nitekim türban 8 yaşındaki çocukların dahi kafasına geçirilince sus pus oldular. Türbana, mollalara, cemaatlere serbesti gelirken demokrasi çığlığı atanlar bu ülkenin Alevi vatandaşları “mundar” ilan edilirken, Musevi vatandaşları “Yahudi dölü” olurken, eşcinsel bireylerine ölüm fermanları çıkarılıp iktidarca lut kavminin evlatları olarak hedef gösterilirken türban özgürlükçüleri yine sus pus oldular. Mini etekli kızlar, başı açık hanımlar, kızlı erkekli evde oturan insanlar hedef gösterilirken demokrasi çığlıkları atanların sesi kısıktı.
            Çözüm süreci için de demokrasi havarisi kesilmişlerdi. Uyarmıştık, bu kirli ve kanlı bir ortaklıktır diye. Terörle değil, bölgesel halkla müzakere edilmeli, terörün kucağındaki halk da terörden kurtarılmalı diyorduk. Anında ulusalcı ve faşist damgasını yiyorduk. Bugün oy ve paylaşım kavgasına girdiler, kanın nasıl gövdeyi götürdüğüne şahit olduk. Demokrasi havarilerinin de nasıl sus pus olduğuna…
            Dün Ergenekon ile yargı ele geçirilip tüm yargı sistemi kadrolaşırken demokrasi çığlıkları atanlar bugün karşı devrimin ilanına bir tek savcının dahi soruşturma açmamasına şaşırıyor olmalılar. Dün türban için sözde demokrasi havarisi kesilenler bugün Alevilerin katli vaciptir politikasına, mini etekli kadınların hedef gösterilmesine, eşcinsellerin ölüm fermanına ağzını poyraza açıp bakıyor olmalılar. Çözüm süreci için bizleri faşist olarak yaftalayanlar gerçek faşist karşısında titriyor olmalılar.
            İşte demokrasi tramvayından istediği durakta indi. Bizi 1930’larda yönetseydi birer kalıp sabun olacağımız bu yönetim, tek parti diktasını 2015’te kurmaya yeltendi. Bakalım 2015 model diktatörlükte ne kadar ileri gidebilecek? 
                                                                                                                 Gündem Gazetesi 18.08.2015

17 Ağustos 2015 Pazartesi

ERDOĞAN DARBESİNİ İLAN ETTİ



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz Cuma günü Rize’de sivil AKP darbesini ilan etti. Kürsüdeki ses tonu, tavırları ve söyledikleri 12 Eylül 1980 günü TRT’ye çıkan Kenan Evren’i anımsattı herkese. Kendisinin Anayasal sınırlara girmesi tartışmaları üzerine “İster kabul edilesin, ister kabul edilmesin Türkiye’nin yönetim şekli bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleşmesidir, kesinleşmesidir” dedi.
Bu açıklama, açık bir darbe ilanıdır. Erdoğan “ben darbe yaptım, isteseniz de istemeseniz de bana meşruiyetimi vereceksini” demektedir. Bu açıklama tek adam iktidarının, tek parti diktasının ilanı, parlamenter sistemin sona erdiğinin habercisidir. Bu açıklama“bin Gezi” gücünde bir bombadır.
            Erdoğan açıkça darbeci generaller gibi ülkeyi tehdit etmektedir. Bu açıklama bize koalisyon görüşmelerinin başarısızlığa uğramasının sebebini anlatmakta, geçtiğimiz aylardaki yazılarımda Türkiye’nin içinde bulunduğu kaos ve terör ortamının sorumlusu hakkındaki kanılarımı doğrulamaktadır.
            Erdoğan’ın Anayasayı ihlal ettiğinin itirafı, rejime tehditler savuran bu açıklama üzerine “Cumhuriyetin Savcıları” nerededir merak konusu ancak halk “görevinin başındadır” kimse bunu unutmasın!
           
ÇANAKKALE 52. TROYA FESTİVALİ
            Geçtiğimiz hafta düzenlenen Çanakkale 52. Troya Festivali, Çanakkalelilere çok güzel bir hafta yaşattı. Türkiye’nin kurşun gibi ağır politik atmosferi içinde Çanakkale Belediyesinin ev sahipliği yaptığı festival geçtiğimiz hafta boyunca Çanakkalelilere rahat bir nefes aldırdı.
            Goran Bregovic ve Buika gibi dünyaca ünlü yıldızların katılımıyla gerçekleştirilen 52. Troya Festivali sanatçıların müthiş performanslarıyla renklendi. Sumru Yavrucuk’un başrolünü üstlendiği Shirley adlı tiyatro oyunu harikaydı. Bu muhteşem ve vizyon sahibi festival için Belediye Başkanımız Ülgür Gökhan başta olmak üzere Troya Festivalinin organizasyonunu yürüten, vizyon sahibi Belediye Başkan Yardımcımız Rebiye Ünüvar’a ve tüm festival komitesine sonsuz teşekkürler. 
                                                                                                                  Gündem Gazetesi 17.08.2015

14 Ağustos 2015 Cuma

180 DERECE SİYASETİ



Erdoğan’ın siyasi hareketi Adalet ve Kalkınma Partisinin hiçbir tutarlılığı olmadığı, günü kurtarma siyaseti yaptıkları ve gittikçe battıkları aşikar. Bir söyledikleri saatler sonra bile 180 derece tersine dönebiliyor. Artık bu kirlenmiş siyasi hareket sadece kendi ömrünü uzatmak için döndükçe dönüyor. Bunun gerek dünya tarihinde gerek de bizim siyasi tarihimizde benzer birçok örneği mevcut. Hepsinin sonu da hazin…
            Bakalım dün kol kola girdikleri cemaatin savcısı, bugün paralelci ilan edilip ülkeden kaçan Zekeriya Öz için kim neler demiş;
            Recep Tayyip Erdoğan; Temiz Eller operasyonu yapanlara saygı duyun/ Ben Ergenekon’un savcısıyım.
            Bülent Arınç; Allah bu savcıdan razı olsun. Artık korkmuyoruz.
            Hüseyin Çelik; Savcı herkesi soruşturur, boşuna mı hukuk okudu?
            Şamil Tayyar; Savcı Öz kahramandır. Tarihi bir misyon üstlendi.
            Rasim Ozan  Kütahyalı; Savcı Öz’ün bu ülkede heykeli dikilecektir.
            Abdülkadir Selvi; Zekeriya Öz darbecileri kulağından tutup yargının karşısına çıkardı.

            Bugün geldikleri nokta;
            Recep Tayyip Erdoğan “Bu acımasız kararları verenler şimdi bakıyorsunuz Ermenistan’a kaçıyorlar. Er ya da geç yaka paça Türkiye’ye getirilecekler” diyor. Daha önceki demeçlerinden birinde de savcılığını üstlendiği Ergenekon davası için “yanıltıldım” diyor. Bülent Arınç hükümet sözcüsü olarak milli birliği tehdit eden paralel yapı hakkında konuşurken Savcı Öz’ü işaret ediyor. Bir dönem televizyon televizyon dolaşıp elindeki bin sayfalık yazılı metin ile “Ergenekon uzmanı” olduğunu iddia eden ve yargı böyle bir örgüt olmadığına hükmetmesine rağmen kamuoyu önüne yüzü kızarmadan çıkabilen AKP’nin milletvekili Şamil Tayyar paralel yapıyla mücadelenin en önde bayrak taşıyanı olmuş, kraldan çok kralcı haliyle “paralel savcıları” eleştirmekte. Ulusal Kanala dahi çıkarak geçmiş yıllarının günahını çıkaran fanatik AKP’li Rasim Ozan Kütahyalı’nın demeçleri malumunuz. İktidarın kalemşörü Abdülkadir Selvi ise AKP’yi düzlüğe çıkarmak için AKP’nin çekim kuvvetiyle döndükçe dönüyor.
            Bu tutarsızlıkla nereye kadar?           
                                                                                                                   Gündem Gazetesi 14.08.2015

13 Ağustos 2015 Perşembe

NASIL BİRLEŞEBİLİRİZ Kİ



           İçinde bulunduğumuz hafta başından itibaren gerek İstanbul’da gerek de Güneydoğu başta olmak üzere Türkiye’nin merkezlerinde art arda terör saldırıları düzenlendi. Olaylarda 4 sivil vatandaş yaşamını yitirdi, 6 şehidimiz var ve 12 kişi de yaralandı. Geçtiğimiz 2 ayın terör bilançosuna bakarsak durum daha da vahim.
Hatırlarsanız Fransa’da Charlie Hebdo dergisine IŞİD militanlarınca terörist saldırı düzenlendiğinde bütün Fransa tek yürek olmuştu. Her ideolojiden insan aynı kalabalığa karışmış, ülkenin cumhurbaşkanı halkının arasında inebilmiş ve tüm ülke terörü lanetleyebilmişti. Türkiye ise dramatik olarak artan terör eylemleriyle karşı karşıyayken iktidar partisinden hamasi ve tansiyon yükseltici açıklamalardan öte milli birlik ve toplum bilinci sağlayıcı hiçbir hamle yok!
            Türkiye niçin teröre karşı sağcısı, solcusu, akplisi birleşemiyor?
Son dönemde terör bizzat iktidarca siyasallaştırıldı.  Çözüm süreci adı altında terörist başı Abdullah Öcalan’a barış güvercini misyonu yüklendi, teröriste ve terörizme göz yummak iktidarın politikası haline geldi. Geçtiğimiz sene Cizre’deki “işgal” denemeleri, 6-7 Ekimdeki iç savaş provası, Güneydoğu’daki sokak ayaklanmaları ve bunlara göz yummak birer politika haline gelmişti. Geçtiğimiz haftalarda bunlara müsamaha gösterildiği ve bu yönde politika izlendiği HDP’yi kötülemeye çalışırken Bülent Arınç’ın ağzından da kaçıverdi. Terörist başının ve PKK yuvası Kandil Dağının muhatap alındığı bu süreçte PKK’ya ve Kandil’e meşru bir politik zemin hazırlanmış oldu. Teröristle müzakere ettikten sonra çözüm süreci yanlılarına, kendini solcu PKK’yı ise gerilla zanneden sahte aydınlara ve iktidarın neden olduğu bu maskaralığın destekçilerine ne yapsanız “terörle mücadeleyi” anlatamazsınız.
            İktidarın muhaliflerine bir baskı mekanizması olarak kullandığı, Suriye’deki kirli savaşın içinde birebir olduğu kristalize olan, müsteşarının “iki bomba attırırım” diyaloglarının tapelerle ortaya çıktığı ve Reyhanlı ve Suruç saldırıları gibi terör saldırılarını önceden “ne hikmetse” haber alamayan istihbarat teşkilatına güven sıfır. Askerinin en donanımlı komutanlarının ordudan tasfiye edildiği, ordunun moralinin Ergenekon ve Balyoz kumpasları ile bertaraf edildiği sürecin ardından siyasal iktidara duyulan kızgınlıkla, yargının ve mülki idarenin elinin teröre karşı elinin kolunun bağlanmasıyla devlet kurumlarının tamamına düşen güven ile halkın teröre karşı kenetlenmesi ne mümkün?
            Terörizmin ideoloji olarak siyasallaştığı günümüz Türkiye’sinde ne farklı ideolojilerden insanlar terörizme karşı kenetlenip kitlesel bir tepki oluşturulabilir ne de devlete ve kurumlarına olan güvenin yerlerde sürünmesiyle bu halk milli birlik oluşturabilir. 
                                                                                                                  Gündem Gazetesi 13.08.2015

12 Ağustos 2015 Çarşamba

DAVUTOĞLU-KILIÇDAROĞLU GÖRÜŞMESİ



            Geçtiğimiz pazartesi gecesi AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasında yapılan koalisyon görüşmesi her iki tarafın da renk vermemeyi seçtiği basın açıklamaları ile duyuruldu.
            Görüşmelerin olumlu veya olumsuz geçmesinden ziyade CHP sözcüsü Haluk Koç da Turizm bakanı Ömer Çelik de açıklamalarında topu taca attı, koalisyonun kurulup kurulmayacağı ile ilgili net bir açıklama yapmadı.  Ancak tarafların açıklamalarına bakacak olursak iki tarafın da “Türkiye’nin iki zıt partisinin bir orta yol arayışında bulunmasının dahi kazanım olduğu” vurgusu yaptığı net bir biçimde ortaya çıkıyor. Mevcut parlamentoda yer alan partilere ve tavırlarına bakacak olursak AKP’nin de CHP’nin de eli taşın altına koymak konusunda bir mutabakata vardığı ve görüşmelerden koalisyon çıkmaması ihtimaline karşılık MHP ile HDP’nin seçmen tabanına olası bir erken seçim ihtimalinde gönderme yaptıklarını söyleyebiliriz.  
            Öte yandan CHP sözcüsü Haluk Koç’un gerek genel başkanların toplantısının ardından üstüne basa basa ifade ettiği gerek de Ankara kulislerinde sıkça konuşulan “Erdoğan’ın erken seçimden yana taraf olduğu, Davutoğlu’nun ise koalisyondan yana olduğu” haberleri dahilinde Davutoğlu ile Erdoğan arasında net bir çatlak olduğu biliniyor. Hatta, Erdoğan’ın Davutoğlu’nun üzerini çizerek yerine Mehmet Ali Şahin’i düşündüğü dahi konuşuluyor. Bu çerçevede önümüzdeki Perşembe veya Cuma günü yapılacak ikinci Davutoğlu-Kılıçdaroğlu görüşmesinin sonucu aşağı yukarı kestirmek mümkün.   
                                                                                                                  Gündem Gazetesi 12.08.2015

10 Ağustos 2015 Pazartesi

AMERİKAYA LAYIK OLMA



            Yeni Genelkurmay Başkanımızın aldığı ABD Liyakat Madalyası öyle boş beleş bir madalya değildir. Son derece önemlidir. Zira bu madalya ABD’ye üstün hizmetlerinden ötürü “iç ve dış” müttefiklere verilen, ABD’nin çıkarlarına uygun hareket edenlere takdim edilen önemli bir madalyadır.
            ABD’nin “Liyakat Madalyası”,
            Soğuk savaş döneminde ABD’nin dümen suyuna girmemize katkı sağlayan, Kore’ye asker gönderen, ABD’ye Türkiye’de askeri üsler açan ve bizi NATO’ya sokan Celal Bayar’a,
            ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi için 12 Eylül 1980 darbesini yaparak, Türk solunun ve sağının üzerinden geçip İslamcı kesimi şahlandıran, toplumu ezip geçen ve devlet geleneğine en büyük darbeyi vuran CIA yardakçısı Kenan Evren’e,
            İrticayla mücadele kisvesi altında 28 Şubat ile Erdoğan ve Hareketine meşru bir zemin hazırlayan İsmail Hakkı Karadayı’ya,
            Ergenekon Soruşturmasında sesi çıkmayan ve bugün kumpas olduğu ortaya çıkan Ergenekon Davasında askerlere leke sürülüp ordu parçalanmaya çalışıldığında sesi çıkmayan Hilmi Özkök’e,
            27 Nisan E-Muhtırasıyla AKP’nin oylarını şahlandıran Yaşar Büyükanıt’a takıldı.
            Türkiye’nin hayati bir eşikte olduğu, Büyük Ortadoğu Projesinin son rötuşlarının sınırımızda yapıldığı, eksen kaymasının göbeğinde anayasa ve sistem değişikliği tehditlerinin bulunduğu bu dönemde bakalım Yeni Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın ABD Liyakat Madalyasını taşımasının sebebi neymiş, bekleyip görelim…  

7 Ağustos 2015 Cuma

SANIKTA AKP YOKSA MİLLİ İRADE DE YOK



            7 Haziran seçimlerinde meclis çoğunluğunu kaybettiler. Daha sonuçların açıklandığı ilk saatlerde etekleri tutuştu. Biz koalisyon senaryolarıyla oyalanırken erken seçim fikri dakika dakika, saat saat daha da netleşiyordu sarayda.

Çünkü;
            Meclis çoğunluğunu kaybetmek demek yasamayı yitirmek demekti.
            Meclis çoğunluğunu kaybetmek demek “yürütmeyi” yitirmek demekti.
            Meclis çoğunluğunu kaybetmek komisyonlardaki çoğunluğu yitirmek demekti.
            Meclis çoğunluğunu yitirmek demek yargının iplerini gevşetmek demekti.
            Meclis çoğunluğunu kaybetmek mamayı yitirmek demekti.
            Mamayı yitirmek demek “iktidar yiyicilerini” yitirmek demekti.
            İktidar yiyicilerini yitirmek demek daha fazla oy kaybı demekti.
            Daha fazla oy kaybı demek yargılanmak demekti.
            Yargılanmak demek Cumhuriyetin adaletine 13 senenin hesabını vermek demekti.
           
Haliyle çok korktular. İnce hesaplar ve sinsi planlarla bugün seçimin 2. ayını doldurdular. Görev süreleri bitmiş bakanlar, yeniden seçilememiş milletvekilleri hala kabinede. Bizim için hayati kararlar alıyorlar.
            Türkiye bugün itibarıyla 2 aydır başsız. Milli irade sandıktan ibarettir diyenler kendilerinin çıkmadığı sandığa da saygı duymadıklarını gösterdiler. Halkı oyalıyorlar.
            Halkı oyalarken de hayati kararlar alıyorlar. Akla bugün eski olmasına rağmen halen hükümet görevini sürdüren kabinedekilerin katıldıkları toplantıda sarf edilen iki bomba attırırım diyalogları geliyor. “Acaba bu kaos ondan mı” diye de sormadan edemiyoruz. Yiten vatan evlatları “koalisyonun kötülüğünü” göstermek için keyfi mi katledildiler diye düşünmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
            Bir saray danışmanı kanal kanal dolaşıp “koalisyonun kötülüklerini” anlatırken, “koalisyon alerjisini” tarif ederken, koalisyon çalışmalarını “yerden yere vururken” tüm bu tantana, bu oyalanma, bu kaos alerji ilacı mı diye sormadan edemiyoruz.
            Görülüyor ki AKP’nin sanıktan çıkmadığı irade, milli irade sayılmıyor. “Tek’i” tutturana kadar, durmak yok seçmeye devam…  
                                                                                                                 Gündem Gazetesi 07.08.2015

6 Ağustos 2015 Perşembe

KANDIRILMAYA DOYMADIK MI?



             Çözüm Sürecinin ilk günlerinde PKK silah bırakacak, Türk askeri de operasyonlarını durduracaktı. AKP-HDP arasında görüşmeler yapılacaktı. Analar ağlamayacaktı.
            Daha ilk anda PKK silah bırakmayacağını açıkladı ancak kendi kendine tek taraflı bir ateşkes ilan etti ve pusuya yattı. TSK ise kışlalarına sokuldu. Çözüm adı altında terör örgütünün silah bırakması için müzakereler başladı, diğer yandan kimsenin neyi kapsadığını bilmediği çözüm süreci başladı. Bir yerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti daha masada kaybetti. Zira, bir antlaşma masasında kafanıza silah dayalı şekilde oturursanız, hiçbir konuda kazanamazsınız.
            Bir ülkedeki problemi çözmek için terör örgütüyle masaya da oturmazsınız. Eğer bir sorun varsa sorunun muhataplarıyla, sivil halka görüşürsünüz. Bu çözüm sürecinde terörist başı Öcalan, Kandil Dağı ve HDP haricinde kimden fikir alındı? Hiç? Bir Kürt vatandaşımız dahi sorununu dile getirmedi, sivil ve masum halkın talepleri dinlenmedi.
            Çözümün muhatabı aslında kimdi? Kürtler…
            Kürtlerle görüşüldü mü? Hayır…
            Onun yerine, Kürtler adına, HDP-PKK-Öcalan ile görüşüldü. Bu oluşumlar ve zat Kürtlerin ne kadarını temsil ediyordu? Peki diğer uzlaşı tabanını AKP ne kadar temsil ediyordu?
            Çözüm halka danışılmadan, kapalı kapılar ardında gelebilir miydi? Terörle müzakere edilerek, Kürtlerin yegane temsilcisini PKK ve onun başını görerek sorun çözülebilir miydi?
            Amaç barış değil siyasi çıkardı. İlk kavgada fosladı. Şimdi ise AKP ve HDP sürecin yeniden inşası için antlaşmaya varmış gözüküyor.
            Haydi bakalım vatan evlatlarını birileri feda ederken aynı birileri yine kesesini dolduruyor. Kandırılmaya ve kanda boğulmaya doymadık mı?

5 Ağustos 2015 Çarşamba

BİRAZ UTANMANIZ OLSUN



            7 Haziran genel seçimlerinden bu yana yaşanan AKP-HDP gerginliği gösterdi ki AKP ve HDP’nin müthiş bir uyumla devam ettirdiği ortaklığı sona erdirdi. Oy paylaşımı yüzünden çıkan kavga ve PKK’nın Türk Askerine saldırılarını başlatması “Çözüm Süreci” ortaklığının bittiği nokta idi. Ancak görülüyor ki taviz yükseltme kavgasında taraflar aralarındaki problemleri çözmüş, yeniden kirli ortaklıklara girme aşamasında. Zira, mevcut oy dağılımları ve parlamenter parti profilleri ne AKP’nin hayalini kurduğu başkanlık sistemine ortaklık edecek ne de “Bölücü Kürt Hareketinin” önce özerklik sonra da bağımsızlık idealine öncülük edebilecek. Öte yandan Batı’dan gelen “çözüm süreci” bağırış hem AKP’yi hem de HDP’yi yeniden barışmaya zorlamış gibi gözüküyor.
            Geride bıraktığımız birkaç günde hem AKP’den hem de HDP’den çözüm sürecine devam için sinyaller geliyor. Başbakan Davutoğlu Amerikan Washington Post için bir makale kaleme almış geçtiğimiz günlerde. Makalesinde “Türkiye’yi hedef alan terör eylemlerine misliyle karşılık verilecektir. Ancak, bu çözüm süreci ve çözüm arayışlarının bittiği anlamına gelmez. Hükümet kurulur kurulmaz konuyu en hızlı biçimde ileri taşımaya kararlıyım” şeklinde çözüm sürecinin açıkça devam edeceğini sinyallerini verdi..
            Öte yandan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç katıldığı NTV canlı yayınında “çözüm sürecinin bitmediği, ancak kirletildiği, bu sebeple isminin değiştirilerek devam edeceği” minvalinde açıklamalarda bulunarak çözüm sürecinin bir “algı operasyonuyla” devam edeceğini duyurdu. Tıpkı “kardeşim Esad” iken katil “Esed” olması gibi… Diğer yandan da HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın PKK’ya silah bırakması ve çözüm sürecinin devamı söylemleri bölücü Kürt hareketinin peşinden gidenlere çözüm sürecinin devamı için mesaj veriyor.
            Görülen o ki kirli ortaklığın sahipleri içeriği değiştirmeden aynı kirli siyasete devam edecekler. Geçtiğimiz hafta da yazdığım gibi kimsenin içeriğini bilmediği, Kürtlerin ne gibi problemlerinin olduğu araştırmaya dahi tabii tutulmadan, siyasi çıkar için aynı politika sürdürülecek. Amacın barış ve uzlaşı olmadığı ama sadece siyasi olduğu bu süreçte; ilk çıkar kavgasında ortalığın kan gölüne dönmesi ve bu kirli ortaklık yüzünden masum insanların kanının akması “bunların” umurlarında değil.
            Sonuç değişecek mi? Kan siyaseti güdenler asla başarılı olamazlar. Bugün yaşananlardan ders almadılar, yarın bizi bekleyen gelecek de aynı olacak. Biraz utanmaları olsaydı, çekip giderlerdi ama onun da zerresi yok!
                                                                                                                  Gündem Gazetesi 05.08.2015

3 Ağustos 2015 Pazartesi

BİR KADIN OLARAK SUS



          Türkiye’de din faşizminin en somut örneklerini sergileyen AKP’de Bülent Arınç bu faşizmin en önde bayrak taşıyanı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın kadınlar üzerinden yürüttüğü cinsiyetçi ve heteroseksist söylemler zaten malumunuz. Geçtiğimiz hafta meclis olağanüstü genel kurul toplantısında bu söylemlerine bir yenisini daha ekledi. HDP’li bir hanım milletvekiline, zat-ı alileri kürsüdeyken gelen eleştiri üzerine “Hanımefendi bir sus, bir kadın olarak sus” şeklinde azar çekti. İşte bu söylem, AKP’nin kadına, kadının toplum içerisinde ne denli yer alması gerektiğine bakışının bir diğer yansımasıdır.
            Zaten bugüne değin kadınlar üzerinde kurmaya çalıştıkları baskıcı politikalar ve söylemlerle kendilerini kanıtlamışlardı. Kadın hamile kalsa ayıp, gülse ayıp, dik dursa ayıp, tatile çıksa ayıp, kırmızı araba kullansa ayıp, sigara içse ayıp, tecavüze uğrarsa tek suçlu, çalışırsa ayıp, dekolte giyse ayıp, protesto etse ayıp, vajina dese ayıp ve şimdi de konuşsa ayıp!
            Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadının toplum içinde yer alması, erkek ile eşit şartlarda görülmesi için bir çok kanun çıktı. Kadını toplumun yeri doldurulmaz bir parçası yapabilmek için 600 yıl boyunca ezildikleri Osmanlı’nın zararları düzeltilmeye çalışıldı. Nitekim cumhuriyet boyunca da kadın toplumun bir parçası, erkekler ile eşit bir ögesi haline getirildi. Kadının toplumda yer alması medeniyetin olmazsa olmazıydı.
            İşte AKP’nin karşı çıktığı da kadının toplum içinde rahat erkeklerle eşit seviyede yer almasıdır. Yani medeniyettir. Kadın evde yemek pişirecek, evde erkeğine hizmet edecek, çocuk doğuracak, dişiliğini ön plana çıkarırsa tecavüze uğraması reva, hiçbir söz hakkına sahip olmayacak damızlık bir objedir bu zihniyete göre. Çünkü kadın değişirse, güçlenirse medeniyet gelişir ve güçlenir. Medeniyet düşmanlarının ilk düşmanı da doğal olarak kadın olur! Bugün kadına şiddetin artmasına, taciz ve tecavüzlerin artmasına sebep olan zihniyet işte budur.
            O sebeple bu faşistlere sadece “susun, birer faşist olarak susun” denebilir… 
                                                                                                                 Gündem Gazetesi 03.08.2015