29 Haziran 2013 Cumartesi

MISIR SATICILARININ MAĞDURİYETLERİ GİDERİLMELİ!






           Çanakkale kordonun vazgeçilmezi mısırcılar bu sıralar çok mağdur. Belediye ile aralarında yaşanan yer anlaşmazlığının ardından arabaları toplandı, ekmek teknelerine kilit vuruldu!
Kordonda yapılan yeni düzenleme ile satış yapma yerleri değiştirilen mısırcılara marinanın girişindeki yan alan satış yapma yeri olarak gösterilmişti. Ancak mısır satıcıları kendilerine gösterilen yerde iş yapamadılar. Zira kendilerine gösterilen yer, yürüyüş parkurunun hemen yanında olmasında rağmen, parkurun içine göre sapa kalıyor; düzayak olmadığı için de yeterli satış yapılamıyordu.
            Bu durumu belediye ile paylaşan ve kendilerine yeni bir yer gösterilmeyen mısırcılar da eski yerlerine dönerek satışlarını yapmaya başladılar. Ancak belediye ekipleri buna izin vermedi Kaçarak göçerek geçen birkaç ayın ardından mısırcıların arabalarına el kondu! Şu günlerde kordondaki Truva Atı’nın önünde eylem yapıyorlar.
            Kendilerine gittik, sorduk. Mağduriyetleri neydi? Belediyeden istekleri nedir? Yukarıda da bahsettiğim gibi mısır satıcıları belediye tarafından gösterilen yerlerine riayet etmedikleri için arabalarının toplanmasından dolayı mağdurlar. Kendileri yakın bir zamanda belediyenin talimatıyla mısır arabalarını yenilediklerini söylüyorlar. Yüksek meblağlarla yeniledikleri arabalarının borçlarını bile ödeyememiş birçoğu. Günlerdir de zarar ediyorlar. Mısır satışlarından belli bir düzeyde kar ettiklerini ve onun da gündelik ihtiyaçlarına ancak yettiğini belirten mısırcılar, bunu bile karşılayamayacak vaziyete geldiklerini anlatıyorlar. Tüm bunların yanında mısırlarının da bozulduğunu, günlerdir satış yapamamalarından dolayı aldıkları mısırların boşa gittiğini ifade ediyorlar. Üstelik arabalarının toplanması sırasında belediye zabıtalarının kendilerine bulunduğu kötü muameleden de çok kırgınlar.
            Tek istekleri ise arabalarına geri kavuşmak ve yürüyüş parkurunun içinde satışlarına devam edebilmek.
            Mısır satıcılarının istekleri çok makul. Mısır arabalarının kordondaki yürüyüş parkurunun içinde olması ne biz halkın yürüyüşünü engelliyor ne de kordonda kötü bir görüntünün yaşanmasına sebep oluyor. Aksine onlar kordonun renkleri ve vazgeçilmezi… Belediye yetkilileri bir an önce mısır satıcılarının arabalarını geri vermeli ve onlara eski yerlerinde satış hakkı tanımalı. Kordonu hiçbir şekilde aksatmamalarına, hiçbir kötü görüntüye sebebiyet vermemelerine ve biz halktan hiçbirimizin orada bulunmalarından şikayetçi olmamamıza rağmen kordonun içinde satış yaptırılmayan mısır arabaları aramıza geri dönmeli. Bu gereksiz yasak son bulmalı ve mısırcılarımızın mağduriyetleri kısa sürede giderilmeli. Belediye yetkililerinin kısa sürede bu problemi çözeceğine yürekten inanıyoruz.


                                                                                                                     Gündem Gazetesi 28.06.2013

27 Haziran 2013 Perşembe

GEZİ OLAYLARIYLA BİRLİKTE MASKE DÜŞTÜ, KORKU ÖLDÜ!






             Gezi Parkı’ndan başlayarak tüm yurda yayılan eylemler neredeyse birinci ayını doldurdu. Eylemler Türkiye tarihinin gördüğü en pasif direniş olarak devam etse de yandaş basın durumu aksi gibi lanse etmekte, Başbakan Erdoğan da gerçekliğe dayanmayan iddialarda ve göstericileri insan yerine dahi koymayan açıklamalarda bulunmakta ısrarcı.
            Yandaş basın kuruluşları pasif direnişte bulunan insanlara yapılan polis müdahalelerini halen “ilk hareket göstericilerden” gelmiş gibi gösteriyor. Polis müdahalelerinin başladığı ilk dakikalarda göstericilerin hiçbir taşkınlığı ya da polise saldırısının bulunmadığı onlarca kamera tarafından kaydedilmiş ve kanıtlanmış vaziyette. Buna rağmen yandaş basın yalan haber yapmakta, yıllar öncesinin görüntülerini arşivlerden çıkarıp bu protestolarda olmuş gibi servis etmekte! Polisin görülmemiş orantısız kuvvetini ve vahşet derecesine ulaşmış insan hakkı ihlallerini de göz ardı etmekte! Ancak geçtiğimiz bir ay gösterdi ki yapılan yanlı ve yalan haberlerin hiçbiri gerçeği saklamaya yetmiyor, halkı sadece kendilerine güldürüyor!
            Yalan ya da kulaktan dolma bilgilerle Çanakkale’de bile gösterileri karalayan gazeteler var. Bir internet gazetesinin takma isimli yazarı hiçbir kanıta veya görgü tanığına dayanmayan haberleri gerçekmiş gibi yazıyor, yorumluyor. Darp edilmiş insanlar, tacize uğramış türbanlı hanımlar, aşırı derecede zarar verilmiş arabalardan bahsediyor. Gerçekte ne göstericiler tarafından “darp” edilmiş bir insan var ( ne bir tanık var, ne mobese kaydı ne de bir mağdur mevcut), ne de göstericiler tarafından taciz edilmiş bir türbanlı hanım ( zira gösterilere katılan çok sayıda türbanlı vatandaş mevcut), ne de iskelede param parça edilmiş bir araç var. ( ne bir mobese kaydı, ne işlek bir yer olan iskelede görgü tanığı ne de yerde kırılmış dökülmüş cam ya da araba parçaları…) Bunlara benzer asılsız, dayanaksız, kanıtsız veya çarpıtılmış; halkı yanıltmak için yazılmış bir sürü iddia var yazıda… 18 Mart Üniversitesinin internet gazetesi Çomü Haber, imla ve gramer hatalarıyla Türkçe’nin kaşını gözünü çıkardığı haberlerinde Çanakkale’deki eylemleri başından beri karalayan gazetelerden biri… Çomü Haber de bu köşe yazısında yazan asılsız iddiaları aynen aktarıp, hiçbir araştırma, sorgulama ve kanıt göstermeksizin okuyucularına aktarıyor. Comü Haber kullandığı berbat dilin yanı sıra, yaptığı yanlı haberleriyle, ilkeli ve tarafsız gazetecilik anlayışıyla bağdaşmıyor ve bir bilim kurumunun bünyesine kesinlikle yakışmıyor!
            Başbakan Erdoğan da asılsız ve talihsiz söylemleriyle süreci iyi idare edemiyor(etmiyor), toplumun bazı kesimlerini bölen konuşmalarıyla endişe verici bir dönemin kapılarını aralıyor. Kendisi hala cami’de içki içildiği iddialarını, Türk Bayrağı’nın yakılma haberini, türbanlı bir hanımın darp edildiğini ve kamu binalarının ve esnafın “göstericiler tarafından” zarar gördüğünü, hepsi kanıtlarla yalanlanmış olmasına rağmen ısrarla gerçekmiş gibi destekçilerine mitinglerde anlatıyor. Bir başbakan’ın böyle bir ortamda yapmaması gereken ayrıştırıcı söylemleri aralıksız devam ettiriyor! Başbakan bu mitinglere başladı başlayalı, elleri döner bıçaklı, satırlı insanlar sokaklarda türedi, gezi eylemcilerine “ya Allah Bismillah” diyerek saldırılarda bulunuyor. Buna Başbakan Erdoğan’ın taraftarlarına itidal çağrısında bulunmak yerine daha kızıştırıcı nutuklar atmasının neden olduğu aşikar. Kendisi böyle sonucu önceden tahmin etmiyor muydu? Ayrıca bu sopalı, satırlı, döner bıçaklı eşkıyaları niçin polis koruyor? Açıkçası akla “bir iç savaş mı isteniyor” sorusu geliyor!
            Başbakan’ın söylemleri bunlarla da sınırlı değil! Yaptığı konuşmalardan açıkça eylemleri yapan ve destekleyen insanları halktan saymıyor… “Gezi parkında bundan sonra benim halkım gezecek” diyen başbakan, gezi parkında haklarını savunan ve vahşi bir müdahale ile parktan atılan halkı, açıkça “halktan” saymadığını söylüyor. İdeolojisi ne olursa olsun bana karşı olan “benim halkım” değildir diyor! Milli iradeyi bir tek sandıkta irade sayan, geriye kalan 5 yılda insanların susup kayıtsızca oturmasını bekleyen iktidar, bu ülkenin gelmiş geçmiş en demokratik yönetimi olduğunu iddia ediyor ve bu eylemleri hak etmediğini söylüyor! Ancak gezi parkı sürecinde bile Tayip Erdoğan’ın “biz bunun aklını 3-5 çapulcudan (kendine oy vermeyen “haktan” bahsediyor) alacak değiliz”, “biz bunun aklını muhalefetten alacak değiliz”, “biz bu işin aklını meslek örgütlerinden alacak değiliz”, “biz bunun aklını köşe yazarlarından, aydınlardan ( ve uzayıp giden bir sürü meslek grubu, örgüt ve kurumdan) alacak değiliz diye biten nutuklarında Erdoğan aslında 11 yıllık iktidarlarını özetliyor…
            Hele ki, Ethem Sarısülük’ü öldüren polisin salıverilmesi ve bunun üzerine Erdoğan’ın sarf ettiği sözler dehşet verici! Ethem Sarısülük’ü öldüren polis “nefsi müdafaa” gerekçesiyle salınmış; görüntülerde de tamamen savunmasız olduğu gün gibi ortada olmasına rağmen Sarısülük’ün katiline bu kararın verilmesi yargının nasıl siyasallaştığını bize gösterdi. Ethem Sarısülük’ü öldüren polis serbest bırakıldığına göre komaya sokan, göz çıkaran, biber gazını kafaya sıkan, eve atan, meydanda sorguda insan dışı bir şekilde gösterici darp eden polisin hiiiiiç bir ceza almayacağı açıktır. Ethem’in katili polis hakkındaki kararın çıktığı gün Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği “polis destan yazmıştır” sözleri de inanılır gibi değildir. 3 kişinin hayatına mal olmuş, 68 kişiyi komaya sokmuş, 15 göz kaybına sebebiyet vermiş ve 7 binin üzerinde yaralıya ( bazı kaynaklara göre 10 bin) neden olmuş ve hepsi de kanunsuz emirlerle gerçekleşmiş polis müdahalelerine bu sözlerle destek verilmesi ve devam eden konuşmasında polisi adeta muzaffer bir ordu gibi tebrik etmesi akıl alır gibi değil!. “Adam öldürseler” dahi iktidar tarafından yargı kararıyla korunacağının taahhüdünü alan polis, üstüne bir de övgü alıyor; senin sırtın yere gelmez mesajı veriliyor! Yani bu demek oluyor ki, bundan sonraki gösterilerde polise her türlü sert müdahalenin (adam öldürmekten tutun da komaya sokmaya, göz çıkarmaya ve daha nice insanlık dışı müdahaleye) yeşil ışığı yakılmıştır. Zira bu olayları ve bu söylemleri başka türlü yorumlamak mümkün değil!
            Hiçbir demokraside bir halk hareketi bu şekilde bastırılmaya çalışılmaz, başbakan tarafından göstericilere hakaret edilip, iftira atılmaz! Hiçbir demokratik ülkede polis iktidarın ordusu olmaz! Hiçbir demokraside halka sandıkta meydan okunmaz, fikirleri sandığa gömülmeye çalışılmaz. Hiçbir demokratik ülkede bir hükümet oy oranına güvenip, seçmenine güvenip; halkın diğer kesimlerinin özgürlüklerini, yaşam tarzlarını katledip iradelerini hiçe sayamaz! Hiçbir demokratik hukuk devletinde katiller salınıvermez, avukatlar yerlerde sürüklenip, doktorlar “tedavi uyguladı” diye gözaltına alınmaz! Hiçbir demokratik ülkede basın bu denli baskı altına alınıp, aydınlar susturulmaz! Kısaca artık demokrasi havarisi maskeniz düştü, demokrasi masallarınız yalan oldu! Kurduğunuz korku imparatorluğunu da yeni jenerasyonun mizahı yıktı… Türkiye’de artık MASKE DÜŞTÜ, KORKU ÖLDÜ!


                                                                                                                      Gündem Gazetesi 27.062013

20 Haziran 2013 Perşembe

GEZİ PARKI; BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA




Tayyip Erdoğan anlamak istemiyor! Gezi parkından başlayarak tüm yurda yayılan ve hükümetin 11 yıllık iktidarında yaşananlara tepki olarak halkı sokağa döken olayları ısrarla okumak istemiyor! Olayların aslında neye tepki olduğunu; gezi parkının sadece taşan son damla olduğunu bal gibi de biliyor! Ancak bilmemek işine geliyor!

Tamamen barış içinde başlayan ve hala öyle devam eden; polis müdahale etmediği sürece slogan atılarak; dans edilerek; kitap okunarak; piyano ve bale resitalleri verilerek yapılan ve Türkiye tarihinin gördüğü en barışçıl eylemler olarak devam eden protestolar ve Türkiye’nin her kesiminden heterojen olarak bir araya gelmiş eylemciler, bizzat hükümet tarafından karalanmak isteniyor, polisin uyguladığı insan haklarına aykırı müdahaleler ve hükümetin her türlü yetkisini aşan emirler meşru gösterilmeye çalışıyor.

Gösteriler, sosyalist-milliyetçi; laik-aşırı dindar; türk-kürt; eşcinsel-muhafazakar gibi yıllardır farklı kutuplara ayrıştırılmış insanlardan oluşuyor! Toplumun her kesiminden; sanatçı, doktor, avukat, eczacı, öğrenci, şoför, gazeteci, ev hanımı ve nicelerinden bir araya geliyor! Birçoğu apolitik ve hiçbir derneğe veya siyasi partiye üye değil! İstekleri ise çok basit; hükümetin antidemokratik uygulamaları sona ermeli, temel hak ve özgürlük ihlalleri son bulmalı, bireysel hak ve özgürlüklerden hükümet elini çekmeli…

Yıllardır demokrasi ve özgürlük diyerek demokrasiyi kendi yandaşları özgürce konuşabildiği sürece meşru; eşitliği kendileri herkesten biraz fazla eşit olduğu sürece eşitlik; özgürlüğü kendi özgürlükleri, farklı kesimlerin özgürlüklerinin kısıtlanması pahasına daha fazla olduğu sürece yerinde gören bir iktidar var bu memlekette! Ne giyeceğine, ne kadar yiyeceğine, ne kadar çocuk yapacağına, doğum kontrolü uygulayıp uygulayamayacağına, ne kadar dindar olacağına, neyi ne zaman nasıl içeceğine, metroda otobüste nasıl davranacağına, neyi konuşup neyi konuşmayacağına, neyi izleyip izleyemeyeceğine, yazıp yazamayacağına, çizip çizemeyeceğine, her şeyine ama her şeyine karışan ve bunu saptırma yöntemleri ile meşru gösteren bir iktidar var bu ülkede!

Kendi milli değerlerini oluşturup, cumhuriyetin değerlerini dolayısıyla halkın benimsediği değerleri bir bir yıkan; tarihe saygı duymayan; İnci Pastanesi’ni, Emek Sineması’nı yıkan ve Haydarpaşa garını da ticaret merkezi yapacak olan; sanata kısıtlamalar getirip tiyatro kapatan, heykel yıkan; toplumun her türlü mihenk taşını yok eden bir yönetim var. Üstelik bunların konuşulmasını adeta yasaklayan; yasadışı dinlemeler ile telefonda konuşturtmayan, fişlenme korkusuyla internette ve açık toplantılarda ifade ettirmeyen bir anlayış var!

İşte tüm bunları demokrasi adı altında uygularsan, çarpıtmalar ve korku salma taktikleri ile insanların ifade etmesine izin vermezsen birikir birikir taşar bir süre sonra! Sayın Erdoğan; halk sadece bunlardan şikayetçi! Çeşitli manipülasyonlarla kaybettiklerini; fiyakalı bahanelerle talan ettiğin özgürlüklerini istiyorlar!

Bu heterojen grupları önce CHP’nin kışkırttığını, daha sonra terörist olduklarını, bir ara da faiz lobisinin ayaklandırdığını ifade ettin. En sonunda da yabancı mihraklarca kışkırtıldıklarını dile getirdin… Ülke bir krizin ortasındayken bile aynı şeyi yapıyor; bu insanların bir iradeleri olduğunu unutuyorsun! Onları görmezden gelerek, iradelerini hiçe sayarak hele de çapulcu veya terörist olarak nitelendirerek olayları daha da kızıştırıyorsun!
Hele ki öyle tehlikeli söylemler ile bu barışçıl göstericileri karalamaya çalışıyorsun ki hem seçmenin ile kutuplaşmaya mahal veriyor hem de insan haklarına aykırı biçimde gerçekleştirilen polis müdahalelerini meşru göstermeye uğraşıyorsun! Onca video kaydına, onca görgü tanığına, her şeyi geçtim, caminin müezzininin lafına inanmıyor; inadına, olmadığı kanıtlanmasına rağmen camide içki içildiğini ifade ediyorsun! Yerlerde beyin travması geçiren; organlarını kaybeden ve sinir krizleri, sara krizleri, astım krizleri geçiren insanlara bakmıyor; onları o hale kimin soktuğuyla ilgilenmiyor; onları camiye ayakkabıyla girdikleri için hedef gösteriyorsun! Ah sayın Erdoğan, soruyorum; siz o darbeleri yiyip can havli ile kaçsaydınız, camiye girerken ayakkabınızı çıkaracak mıydınız? Söylemleriniz, kutuplaştırıcı sözleriniz bununla da sınırlı kalmadı… Türbanlı bir hanıma saldırıdan bahsettiniz! Bu eylemlerin içinde çokça türbanlı vatandaş vardı, hepsi onlara karşı böyle bir tavır olmadığını bas bas bağırdı… Siz iddianıza ne bir görüntü ne bir görgü tanığı ne de bir mağdurla kanıtlayabildiniz. Halbuki biz gördük ki türbanlı hanımları asıl darp eden ‘sizin’ polisinizmiş… Yetmedi, TRT’nin olayları karalamak için 2012 yılındaki PKK gösterisinden aldığı yakılan Türk Bayrağı görüntüsünü, asparagas haber olduğu ortaya çıkmasına rağmen gerçekmiş gibi anlattınız… Gerçek değildi, sizin bunu duymamış olmanız imkansız, ama yaptınız… Eylemcileri sosyal medya üzerinden yalan haber yapmakla suçlarken kendinizi suçlamadınız! Medya demişken, hiçbir medya kuruluşu cumhuriyet tarihinin en büyük halk hareketini yayınlamadı! Sizce neden; ileri demokrasiden değil mi?

Aşırı polis şiddetinin, şiddet göstermeyen göstericilere nasıl uygulandığını gösterdiği için yabancı medyaya kızdınız. Onları işlerini yaptığı için eleştirdiniz! Sırf yabancı medya takip ediyor diye, eylemcilerin yabancı ülkelerce desteklendiği kanaatine vardınız. Peki, yabancı basın sizi 11 yıllık iktidarınız boyunca dergi kapaklarına taşırken, demokrasi koruyucusu bir lider gibi gösterirken, gündemden düşürmeyip popülaritenizi korurken aynı şekilde kendinizi de yabancı mihrakların desteklediği sonucuna varacak mısınız?
Yabancı basına polis şiddetini gösteriyor diye kızdınız! Halk Tv’ye, Ulusal Kanal’a ve Cem Tv’ye olayları aktardığı için ceza kestiniz; gerekçeniz şiddete özendirmekti! Demek ki bir şiddet olduğunu kabul ediyorsunuz! Polisin uyguladığı inanılmaz şiddetin yarattığı görüntüler cezayı reva görüyorsa, o şiddetin sorumluları da cezalandırılacak mı? 31 mayıstan bu yana biber gazları insanlara çok yakın mesafelerden gözlerinin içine sıkılıyor! Kapsül ile atılanlar yukarıda da yazdığım gibi insanların kafalarına veya vücutlarına hedef alınarak, yaralamak ve sakat bırakmak amaçlı atılıyor! Bazen yere nişan alınıyor ki, parça tesiri yaratsın, halk yaralansın! Yeri geliyor öyle bir gaz kullanıyorsunuz ki, insanların derileri yanıyor, bu insanların burnu kanıyor, kusuyorlar, bayılıyorlar ve doktorların ifade ettiklerine göre bilinç kaybına uğruyorlar… Gazın ismi cismi ortada yok ama insan hakları sözleşmelerine, kanunlara ve yönetmeliklere aykırı olduğu gayet açık! Tomalardan sıkılan su kitleye değil bireye sıkılıyor ve öyle bir basınçla atılıyor ki, kişinin beyin travması geçirmesine yol açıyor! Yani amaç yine dağıtmak değil yaralamak veya öldürmek! Tomalardan sıkılan suyun özelliği tazyikli olmasıdır. Amaç tazyik ile dağıtmaktadır ancak polis, bu tomaların içine sıvı biber gazı karıştırarak ( bir iddiaya göre başka kimyasal karışımlar, valinin dediğine göre “kimyasal olmayan ilaç”(!) ) insanların vücutlarında yanıklar oluşmasına neden oldu. Bu yanıklar 1. ve 2. derece yanıklar iken aşırı maruz kalınma halinde kanserojen etkisi bulunmaktadır! Bunların yanında polis halka plastik mermi ile de müdahale etmiş, çok yakından da kullanılan plastik mermiler organ kayıpları, kemik kırıkları ve ağır yaralanmalar olmak üzere birçok korkunç sonuç doğurmuştur. Polisin kanunsuz uyguladığı bir diğer şey ise biber gazlarını kapalı alanlara ve revirlere atması olmuştur. Biber gazının kapalı alanlarda kullanılması yasak olmasına rağmen, polis kapalı alanlara kasıtlı olarak biber gazı atmıştır! Evlerinin balkonunda olayları izleyenleri nişan almış; pencerelerden içeriye biber gazı atmıştır! En kesif harplerde bile dokunulmazlığı olan revirlere ve hastane acillerine de bu gazı atmıştır! Tüm bunlar yetmediği gibi gaz maskeleri, baretler ve gaz solüsyonlarını hiçbir yetkisi olmamasına rağmen kanunsuzca insanlardan toplamış; amacın eziyet çektirmek olduğu açıkça ortaya konmuştur! Tüm bunların yanında revirlerde görev yapan doktorlar “yeminlerinin gereğini” yerine getirdikleri için gözaltına alınmışlardır! Resmi ideolojisi ‘bana muhalif olan herkes teröristtir’ olan hükümet eylemcilere revirlerde acil müdahale hakkı tanımamıştır! Zira Sağlık Bakanlığı da hastanelere başvuran eylemcilere ayrı formlar verip tedavi altına alarak onları bir güzel fişlemiştir!

Tüm bu insan hakkı ihlallerinin ve kanunsuz uygulamaların video görüntüler, güvenlik kamerası görüntüleri, fotoğrafları ve görgü tanıkları mevcuttur! Uygulanan bu orantısız ( orantısız lafı bile hafif kaçmakta) güç geriye 4 yaşamını yitiren insan, 7 bin’in üzerinde yaralı, onlarca gözünü kaybetmiş insan, yoğun bakımda yatan onlarca hasta, bilinci kapalı onlarca kişi bırakmıştır! Bu Vandallığın ardından Tayyip Erdoğan olanları “polis müdahale etmiş de ne olmuş, azcık biber gazı sıkmış! Ee hakkıdır sıkar” şeklinde yorumlarken, Vali Mutlu “Polis çok merhametli davranmıştır” şeklinde yorumlayarak tarihe geçmiştir! Bu müdahaleler hükümet tarafından yok sayılmış, yazdığım müdahale şekilleri ve zarar gören insanlara ait rakamların çoğu da yalanlanmıştır. Ancak yapılan müdahale şekillerinin hepsi belgeli, yaralı sayıları ise TBB tarafından teyit edilmiştir. Yaşanan tüm bu manzara, muhalefete hiçbir tahammülü kalmamış, adaleti polislere yerlerde sürükleterek gözaltına aldırmış ve kurduğu polis devletini bu şekilde ilan etmiş Erdoğan’ın eseridir. Yeni tasarlanan mit yasası ile karşımızda çok daha totaliter bir Erdoğan görecek ve bundan sonra da onun baskıcı polis devletinde yaşayacağız!


                                                                                                         Gündem Gazetesi 20.06.2013

9 Haziran 2013 Pazar

ERCAN KARAKAŞ GEZİ PARKI OLAYLARINI DEĞERLENDİRİYOR!




          
          Kültür Eski Bakanı ve CHP Parti Meclisi Üyesi Ercan Karakaş, gazeteci yazar Ulaş Pehlivan’ın Taksim Gezi parkından başlayarak tüm yurda yayılan ve hükümet karşıtı protestolara dönüşen gösteriler hakkındaki sorularını yanıtladı. Olayların nedenlerini, AKP hükümetinin tutumunu ve bizi nasıl bir sürecin beklediğini Ulaş Pehlivan’ın sorularıyla Gündem Gazetesine çözümleyen Ercan Karakaş’ın verdiği çarpıcı röportaj;

-Gezi Parkını korumaya yönelik protestolar kısa sürede şekil değiştirdi ve hükümet karşıtı gösterilere dönüşerek tüm yurda yayıldı. Sizce Gezi Parkı eyleminin kısa sürede şekil değiştirmesinin ve büyümesinin nedeni nedir?
           KARAKAŞ; Gezi Parkı, Taksim’in göbeğinde yüz yıllık bir park. O çevrede İstanbulluların nefes alabileceği tek yer. Çok önemli bir park ve bir buluşma yeri. Meydanla entegre bir konumda. İnsanlar orayı korumak için harekete geçtiler. Bu son derece demokratik bir haktı. Fakat oraya çok kötü şekilde müdahale edilmesi, polisin sabah saat beş buçukta insanlara uyurlarken gaz sıkması, çadırların yakılması toplumda büyük bir infial yarattı. Ama bu sadece Gezi Parkının tahrip edilmesiyle ilgili değildi. Bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Çünkü Akp hükümeti uzunca bir süredir demokrasiyi sadece dört yıldan dört yıla yapılan seçim diye takdim ediyor. Halbuki demokrasiler örgütlü toplum kesimlerinin, sivil toplumun kent meselelerinde; genel meselelerde itirazlarını söyleyebildiği, alternatiflerini sunabildiği, protesto edebildiği, gösteri yapabildiği bir şeydir. O yüzden yıllardır bu gösterilerin engellenmesi, halka ve özellikle gençlerin yaşam tarzlarına karışılması; dindar nesil yetiştirmeden tutun da ailelerin kaç çocuk yapacağına kadar; en son gelen içki yasakları, gençlerin belediye otobüslerinde, metrolarda bilmem şu şekilde davranın diye baskı altına alınması; bir patlama yaşanmasına neden oldu. Yani siz bir toplumun bireylerini devamlı olarak baskı altında tutarsanız; onların yaşamını yukarıdan belirlemeye kalkarsanız bir süre belki insanlar bu değişecek diye umut ederler; “bak bunun sonu gelecek” diye umut ederler. Ama bakarlar ki bunun sonu gelmiyor bir patlama olur. Dünyanın her yerinde toplumsal hareketler böyle kitlesellik kazanıyor. Bunu Arap Baharında da gördük; yani 40 sene o rejimin baskılarına dayanamayıp bir noktadan sonra sembolik bir olay oluyor; mesela Tunus’daki seyyar satıcının biri kendini yakıyor ve toplum patlıyor. Özet olarak, Akp hükümetinin çoğulcu bir demokrasi yerine çoğunlukçu bir anlayışla kendi düşüncelerinin dışındaki her toplum kesimini baskı altına almaya çalışması sonucunda Gezi Parkı olayı bu boyutlara çıktı. Bence iyi de oldu, çünkü halk boyun eğmeyeceğini gösterdi. Bu halk özgürlük istiyor, demokrasi istiyor; özellikle gençlerin bu süreçte çok aktif bir rol oynaması gelecek için de çok umut veren bir şey.
-Tamamen barış içinde başlayan ve hiçbir şiddet eylemine mahal verilmeden devam edilen gösterilere polisin orantısız müdahalesini nasıl yorumluyorsunuz? Aşırı biber gazı kullanımı, portakal gazına başvurulması ve zaman zaman plastik mermiyle vatandaşlara müdahale edilmesi meşru mu?
            KARAKAŞ;Şimdi, anayasamıza göre silahsız, saldırısız gösteri hakları meşrudur. Bunu yasaklarla, yasalarla kısıtlayamazsınız. Anayasa yasaların üzerinde bir normdur. Bizde ise maalesef hükümetin ve onun emrindeki emniyet güçlerinin sakat demokrasi anlayışlarından ötürü göstericilere güç kullanılıyor ve bu güç kullanımı daha ziyade orantısız oluyor. Yani bir gösteri topluluğunun başka bir insan grubunun yaşamına kast etmediği sürece ve kırıp dökmediği sürece onlara hiçbir şekilde müdahale edilmemesi gerekiyor anayasaya göre. Gezi Parkı’nda barışçıl bir gösteri oldu. Yukarıdan başbakanın doğrudan talimatıyla, çünkü bunlara çapulcu dendi, bir avuç insan dendi, çok hakaret edildi ama polis de aynı şekilde şartlandırıldı, ve orayı dağıtın diye emir verildi. Hiçbir demokratik hukuk devletinde sabahın beş buçuğunda polis büyük bir şiddetle, gazlarla saldıramaz! Şimdi diyorlar ki son gösterilerden ötürü, “göstericiler tahrik ediyor”… Göstericiler tahrik etmez, polis tahrik eder. Bizim Türkiye’deki tarihi tecrübemiz, son 20-30 seneye baktığımızda, 1 Mayıslar var. 2008, 2009’da hem Taksim alanını yasakladılar, hem 1 Mayıs kutlamalarını yasakladırlar. Ne oldu sonra bu yasaklar kalktı, ertesi yıl Taksim Meydanında beş yüz bin insan bir araya geldi, bir tek olay olmadı, kimsenin burnu kanamadı. 2008, 2009’da büyük olaylar yaşanmıştı. Neden? Çünkü polis dünyanın tüm demokratik ülkelerinde kutlanan 1 Mayısa müdahale etti, hem de sert biçimde. Onun için hükümetler baskılarını arttırdıkça, meşruiyetlerini kaybetmeye başladıkça daha çok şiddete başvururlar. Maalesef bu son olaylarda polis çok aşırı bir güç kullanmıştır ve göstericileri adeta kışkırtmıştır. Nitekim Çanakkale’de de gördük, burada 10 gündür gösteriler yapılıyor, hiçbir müdahale yok. Çok aşırı bir güç kullanılsa burada da genç insanlar direnir. Yani insanların demokratik haklarını kullanmaları engelleniyorsa insanlar buna karşı çıkar. O yüzden bu tamamen Akp hükümetinin insanları emniyet güçleri vasıtasıyla pasifize etme, korkutma ve bu gibi gösterilerden uzak tutma uygulamasıdır.

-Aşırı polis şiddetinin sorumlularının cezalandırılacağını düşünüyor musunuz?
          KARAKAŞ; Şunu söylüyorlar yarım ağızla “aşırı güç kullananlar, insanların gözüne gaz sıkanlar cezalandırılacak. En son elleri sopalı, sivil kıyafetli polisler gördük. Böyle şey olmaz, polislerin yasalarla ne kullanacağı belirlenmiştir. E bu da gösteriyor ki, emniyet güçleri bu hükümetin yönlendirmesiyle hukuk dışına çıkıyor, yani meşruiyetlerini kaybetmiş durumdalar. Bunların takip edileceği, araştırılacağı söyleniyor ama ben buna çok inanmıyorum. Çünkü emri veren yer yukarısı. Halbuki demokratik bir ülkede bir tek genç, bir tek yurttaş polisin aşırı güç kullanmasıyla hayatını kaybetse hemen orada, içişleri bakanı ve o ilin emniyet müdürü derhal istifa eder. Çünkü, sonuç olarak polisi yönlendiren; emir veren içişleri bakanı. Bu iş Başbakanlığa kadar gider. Türkiye’de usulen soruşturacağız derler ve hiçbir şey yapılmaz. Mesela polislerin kasklarında numaralar var. Onlar neden konuyor? Eğer polis bir hukuk dışına çıkarsa vatandaş kimin yaptığını bilsin diye… Bunlar karartıldı. Ciddi bir araştırma olacağını sanmıyorum. Hem içe hem de dışa karşı “bakın, polis hukuk dışına çıkarsa soruşturuyoruz” gösterisi olacaktır. Bu soruşturmalardan bir şey çıkacağını sanmıyorum. Ama buna rağmen sivil toplumun ve muhalefetin bu işin peşini bırakmaması gerekir.

-Taksim’deki gösterilerde siz de halkın arasındaydınız ve bizzat olayları izlediniz. Halkın, polisin orantısız müdahalesi karşısındaki tepkisi neydi? Başbakan Erdoğan’ın iddia ettiği gibi polisin karşısında agresif bir topluluk mu vardı?
           KARAKAŞ; Hiç yoktu! Bunun aksine barışçıl bir gösteri ki, Türkiye için çok ders alınması gereken bir gösteri. Bir kere çok barışçıl, içinde farklılıkları barındırıyor ve insanlar arasında müthiş bir dayanışma var. Yemek ihtiyacının giderilmesinden tutun da, alandaki çöplerin temizlenmesine kadar her şeyi organize ediyorlar. Hiçbirisinin şiddete başvurmak gibi bir derdi yok. Ama polis dediğim gibi sabahın beşinde gazla, copla saldırıp çadırları yakmaya başlayınca genç insanlar kendilerini koruyorlar. Buna rağmen ortada taş yok, sopa yok, silah yok… Bu tamamen demokratik bir direniş. Zaten bu Taksim Gezi Parkı direnişi tüm siyasi partilerin; hepimizin incelemesi gereken bir şey. Yeni bir tarz. Kendi içinde çoğulcu; gençler çoğunlukta. Birçoğu siyasi partilerle çok ilgili değil. Ama bir çevre bilinciyle, bir kentlilik bilinciyle, bir dayanışma ortaya koydular ve örnek alınması gereken bir dayanışma. Bütün baskılara rağmen o koşullarda gece orada konaklıyorlar, her türlü ihtiyaçlarını dayanışmayla gideriyorlar. Çok barışçıl bir gösteri oldu. Ama dediğim gibi Taksim Gezi Parkı çok önemli fakat, meselenin bu denli bir boyut kazanması, Gezi Parkının bardağı taşıran son damla olmasından. Yani diyor ki hükümet, her şeye ben karar veririm. Şimdi yerel yönetim; belediye başkanı seçmişiz. İlçe belediye başkanları var. Belediye meclisi var. Ama bunların dışında Ankara’dan verdiği bir emirle halkın son parkını kaldırmak istiyor başbakan! Buna İstanbul’da çok iyi tepki verdiler. Hükümetin bardağı taşıran bu son damlası tüm Türkiye de Akp politikalarına karşı, Akp’nin “ben bilirimci” politikalara karşı, halkına sınırsız güç uygulayan hükümete karşı yağa kalktı. Hükümetin kendisine çeki düzen vermesi ve demokrasinin genel normlarını uygulaması gerekir.

-Tayyip Erdoğan’ın gösteriler hakkındaki yorum ve tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle dün akşam Türkiye’ye gelir gelmez yaptığı gerginlik tırmandırıcı konuşmayı nasıl buluyorsunuz?
         KARAKAŞ;Çok tehlikeli buluyorum! Bir başbakan daha evvel balkon konuşmasında söylendiği gibi herkesin başbakanıdır. Kendisi gibi düşünmeyen, kendi icraatlarını protesto eden insanlara da demokratik davranmalıdır, kimseyi dışlamamalıdır, ötelememelidir, hakaret etmemelidir. Ama başbakanın dün akşamki konuşması şunu gösteriyor; ders almamış. Halbuki Cumhurbaşkanı ve başbakan vekili Arınç hiç değilse olayı yumuşatmaya çalıştılar. Ancak başbakan gelir gelmez onu da ortadan kaldırdı. Başbakanın üslubu gerçekten çok otoriter, dışlayıcı ve insanlara hakaret edici… Demokratik ülkede böyle bir başbakanın huzuru sağlaması, barışı sağlaması pek mümkün değildir. Başbakanın bu üslubunu, bu tarzını, bu otoriter tavrını ve hakaret eden tavrını değiştirmesi lazım. Ama değişeceğe de benzemiyor. Ve orada atılan bir slogan “Taksimi ezeriz” gibi bir slogan tehlikelidir. Geçen gün Rize’de 70 ilde olduğu gibi demokratik bir eylem yapan insanlar bir binada mahsur kaldılar. Yani Sivas’daki Madımak gibi bir olay olabilirdi. Başbakanın görevi tahrik etmek değil olayları önlemektir. O insanlara şunu söylemesi lazım; “oradakiler de bizim yurttaşlarımızdır. Demokratik haklarını kullanıyorlar”. Ve başbakanın görevi o insanların güvenliğini sağlamaktır. Şu an güvenliği sağlamayı bırakın sivil güçler bu insanların üzerine yönlendirilmek isteniyor. Bu çok tehlikeli Türkiye için.

-Peki, Tayyip Erdoğan’ın iktidara geldiğinden beri herkesi kucaklayan, sivil iradeye çok önem veren bir politikası vardı. Bu çöktü diyebilir miyiz?
        KARAKAŞ;Bu çoktan çöktü. Son 3-4 yıldır bunu görmüyoruz. 2007 seçimlerinden sonra başladı bu çöküş. Bütün o balkon konuşmaları içerik olarak güzel, hoş. “Herkesin başbakanıyım, kimseyi ötekileştirmeyeceğiz, herkesi dinleyeceğiz” gibi laflar söyledi. Bunlar sözde kaldı, hiçbiri uygulanmadı. Yani şunu anlamıyor başbakan; demokrasi günümüzde zaten önüne bir sıfat konarak anılıyor; özgürlükçü demokrasi, katılımcı demokrasi gibi. Başbakan böyle bir demokrasiyi anlamıyor. Ona göre dört yılda bir seçim yapılması yeterli. O seçimlerden de o güçlü olarak çıktığı için “ben çoğunluğum, her şeyi yaparım” diyor. Halbuki demokrasilerde azınlığın da özgürlükleri vardır; protesto etmek gibi, talep etmek gibi, eleştiri yapmak gibi… Bunlar olursa demokrasi olur. Yoksa dört yıldan dört yıla diktatörlüklerde de seçim oluyor. Saddam da yapıyordu, şu anda Ortadoğu’da ve başka yerlerde de diktatörlükler seçim yapıyor usulen. O yüzden demokrasi sadece seçime indirgenemez. Seçim gereklidir, zorunludur ama demokraside insan hakları, çoğulculuk, azınlıkta olan görüşlerin, inançların, kültürlerin veyahut da kendilerini ifade etme özgürlüğü, kendilerini geliştirme özgürlüğü olmazsa demokrasi olmaz. Türkiye’de şu anda en azından üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği standartlarında bir demokrasi yok. Akp “ileri demokrasi” diyor ama Türkiye’de bırakın ileri demokrasiyi, normal düzeyde bir demokrasi yok. Zaten demokrasinin de bir son aşaması yok. Demokrasiler toplumlar değiştikçe, dünya değiştikçe daha katılımcı hale gelmek zorunda. Nitekim genç insanlar çıktılar sokağa; daha çok katılım hakkı istiyorlar, daha çok söz hakkı istiyorlar… Demokrasi kendini yenileyen ve geliştiren bir şeydir. Aynı şey siyasi partiler için  de geçerli. Onlarda da demokrasinin derinleşmesi ve gelişmesi lazım. Yani, genç insanlar neden siyasi partilere ilgi göstermiyor; çünkü orada da onların söz hakkı yok, orada da katı bir hiyerarşi var, orada da her şeyi yukarısı belirliyor. Sonuç olarak genç insanlar siyasi partilerden uzak duruyor. Demek ki Türkiye’de topyekun bir demokratikleşmeye ihtiyaç var. Derneklerde, partilerde, ülkede, okullarda; her yerde! Şimdi 18 yaşında seçilme hakkı verdik deniyor ama liseli çocuklar ve üniversiteliler en ufak bir gösteri yaptığı zaman içeri atılıyor. Örgütlenme hakları yok doğru düzgün. O yüzden Akp hükümetinin evrensel standartlarda bir demokrasi derdinin olmadığı ortaya çıktı. Onlar çoğunlukçu bir anlayışa sahipler, çoğulcu bir anlayışa sahip değiller.


-Tayyip Erdoğan’ın “Evlerinde %50’yi zor tutuyorum” sözlerinin ardından Rize’de tehlikeli bir olay yaşandı. Az kalsın bir Madımak vakası yaşanacaktı. Protestoların devam ettiği şu günlerde Rize’de yaşanan olaya benzer gerginlikler yaşanacağına ihtimal veriyor musunuz?
            KARAKAŞ; Evet veriyorum. Rize’deki bu insanlar Tayyip Erdoğan’ın söylemlerinden güç aldılar. Çünkü o daha evvel de “bir avuç çapulcu” demişti… Tahrik edici bir şey bence. Daha önce de söylediğim gibi Rize olayı çok vahimdi. Allahtan sorunsuz bir şekilde çözüldü. Dün akşamki beyanları kendi taraftarlarını daha çok tahrik ediyor. Yani, Taksime yol ver, gidelim ezelim gibi söylemler çok tehlike yaratıyor. Onun için Tayyip Erdoğan’ın yakınındaki arkadaşlarının ve parti yöneticilerinin başbakanı aklı selime davet etmesi gerekmektedir. Hiçbir başbakan insanları birbirlerine karşı bu şekilde kışkırtamaz. Başbakanın görevi gösteri yapan, kendi düşüncelerini söyleyen insanların bunu özgürce söyleyebilmesini temin etmektir. Gösteri yapıyorlarsa onların güvenliğini sağlamaktır. Burada ise tam tersi bir durum oluyor. Katiyen demokrasiyle ve sorumlu bir yönetim anlayışıyla bağdaşmayan bir şey. Başbakanın bu tutumunu değiştirmesi şart. Yoksa çok tehlikeli şeyler olur Türkiye’de.


-Türk basınının bu denli büyük bir halk hareketi karşısında gözünü kulağını kapatarak olaylara kayıtsız kalmasını nasıl değerleniyorsunuz?
          KARAKAŞ; Sebebi şu; Türk basınını yönetenler büyük holdingler. Bütün bu büyük holdinglerin devletle ticari ilişkileri var. Bu hükümet de çok baskıcı ve otoriter bir hükümet olduğu için, medya üzerinde de bir baskı kurabildiği için, medya patronları da hükümet ile iyi ilişkileri devam ettirebilmek için maalesef, basının en temel ilkesi olan “yurttaşlara doğru haber verme ilkesini” bir kenara itebiliyorlar. Bu çok vahim bir şey. Çünkü özgür basın olmadığı zaman demokrasi olmaz. Yani yurttaşların haber alma hakkı sürekli engelleniyorsa bu iş yürümez. Ama medya çok büyük bir sınav verdi. Tepkiler büyümeye başlayınca biraz değişmeye başladı ama maalesef bu son olaylarda medyanın tutumu da şunu gösteriyor; Türkiye’de demokrasiyi kurarken medyanın da sermaye yapısını, devletle ilişkilerini yeniden düzenlemek gerekiyor. Yani medyanın gerçekten özgür ve bağımsız olması içinde yeni bir düzenleme yapılması gerekiyor. Buna ihtiyaç var.

-Tayyip Erdoğan’ın gerginliği tırmandıran “her halükarda gezi parkı yıkılacak” çıkışından geri adım atacağını düşünüyor musunuz?
          KARAKAŞ; Ben Tayyip Erdoğan’ın bundan sonra Gezi Parkına bir alışveriş merkezi yapabileceğine ihtimal vermiyorum. Bütün dünya buna karşı, Türkiye de karşı. Ayrıca bir mahkeme kararı da var ortada, yürütme durduruldu. Başka önemli gelişmeler de oldu. Mesela Türkiye’nin önemli tekstil üreticileri, büyük firmaları “biz oradaki bir alışveriş merkezinde dükkan açmayacağız” dediler. Boyner’ler ve başka küçük gruplar… Bu da çok güzel bir şey. Dolayısıyla ben Gezi Parkı’nı keyiflerine göre ortadan kaldırabileceklerini düşünmüyorum. Revize etmeye çalışacaklar, mahkeme kararlarını pek takmıyorlar zaten; lehlerine karar çıksa güzeldi. Bir üst mahkemeyi etkilemeye çalışacaklardır. Yargının bağımsızlığı kalkmıştı zaten, tamamen kendilerine bağladılar. Ama bu başlatılan 11 günlük mücadele durmaz, devam eder. Zannediyorum, halk da İstanbullular da bu konuda bir ders verecekler hükümete… Dünya kamuoyu da Türk kamuoyu da bu konuda gayet bilinçliler bence.
-Peki, Gezi Parkı kurtarılsa bile Atatürk Orman Çiftliğinde çok büyük bir ağaç kıyımı var; Kazdağları da keza öyle… Bu gösterilerin oralara da kayma ihtimali var mı?
          KARAKAŞ; Tabi ki… Milli Parklarla ilgili bir yasa çıkarıyorlardı onu geri çektiler. Günümüzde çevre sorunları çok önemli, doğa sorunları çok önemli… Zaten ancak demokrasi içersinde bunları koruyabiliriz. Dünyanın her yerinde benzer sorunlar var ama Türkiye’de doğa hoyratça tahrip ediliyor. Çünkü daha çok ev ve daha çok bina; daha çok rant getiriyor. Bu hükümet de aslında bir rant hükümeti haline geldi; bir müteahhitler hükümeti haline geldi. Dolayısıyla Türkiye’de çevre bilinci, doğa bilinci gerçekten gelişmeye başlıyor. Muhalefet partilerinin çevre konusuna çok önem vermeleri lazım. Milli parklar içersine inşaat yapma gibi bir yasa getiriyorlar. Bu bir cinayet! Her yer bina dolu, şurada ne kadar yeşil alanımız var? Onları bile yağma etmek istiyorlar. Avrupa’ya baktığımızda bir şehirde kişi başına düşen yeşil alanın en az 15 metrekare olması gerekiyor. Bu rakam İstanbul’da 3 metrekare… Ancak hala Gezi Parkı ortadan kaldırılmak isteniyor! Bu bir cinayet. Ancak dediğim gibi Türkiye’de çevre bilinci yaygınlaşıyor. Gençler çevreye duyarlı, doğaya sahip çıkıyor. Çevre konusundaki bu duyarlılığı arttırmamız ve doğaya sahip çıkan insanlarla daima kararlı bir şekilde hükümet politikalarına karşı çıkmamız gerekiyor.


-Peki son olarak da protestoların sonunda Türkiye’yi nasıl bir süreç bekliyor? Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetinin otoriter tavrında bir değişiklik olacağını düşünüyor musunuz?
           KARAKAŞ; Öncelikle bu gösterilen halka çok büyük bir cesaret verdi, çok büyük bir umut verdi. Halkın örgütlü mücadelesinin gerçekten de bir sonuç getirebileceğini insanlara gösterdi ve moral verdi. Ve Akp hükümetinin meşruiyetini de çok büyük ölçüde zedeledi. Zaten, meşruiyeti kayboluyordu. Dünyada Akp hükümetinin yarattığı o olumlu algı da bu gösterilerle yerle bir edildi. Gösterildiği gibi demokrat olmadıkları, gösterildikleri gibi meşruiyetçi olmadıkları oraya çıktı. Önümüzdeki günlerde ne olacak? Bu duyarlılık, özellikle gençlerde devam bence edecek. Gençler çevrelerinin, kentlerinin, Türkiye’nin sorunlarına daha çok sahip çıkacaklar. Siyasi partilerin de dediğim gibi daha katılımcı demokrasiyi önemser bir hale gelmesini diliyorum. Hükümetin bu olaylar karşısındaki tavrını çok net, bunu değiştirmeyecek. Dün akşamki açıklamaları ile de bunu gördük. Çünkü Akp’de de parti içi demokrasi yok. Bu partinin içinde aklıselim insanlar mutlaka vardır. Gezi parkının kalkmasını istemeyen belli sayıda milletvekili, yönetici vardır. Ancak parti içinde de bir diktatörlük olduğu için onlar da dile getiremiyorlar. Bir erken seçimi söz konusu yapabilirler. Çünkü onların demokrasi anlayışı o ya “seçimler ne söylerse o olur” diye… 30 Mart 2014’de yerel seçimler var; onunla birleştirebilirler genel seçimleri. Ama öyle bir seçimde ben halkın Akp’ye gereken cezayı vereceğini düşünüyorum. Hayal görüyorlar, %50’ler falan, böyle bir şey olacağını sanmıyorum.

                
                                                                                                                    
Gündem Gazetesi 08.06.2013
                          

6 Haziran 2013 Perşembe

TAKSİMDE NELER OLUYOR, TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR?




            Değerli okurlar, geçtiğimiz hafta Türkiye’de bazı ipler koptu. 11 yıldır kurulu baskı ve korku imparatorluğunun zincirleri kırıldı. Taksim Gezi Parkı’nın yıkımını önlemeye yönelik yapılan protestolar hükümet karşıtı gösterilere dönüştü ve tüm yurda yayıldı. Türk Halkı cumhuriyet tarihinde ilk defa böyle bir dirilişe imza attı. Toplumun her kesiminden insan tamamen kendileri örgütlenerek sokaklara döküldü. Değerli okurlar bu konuyu bu hafta sizlere tam sayfadan duyuracağım ve sizi bilgilendireceğim. Zira Türkiye’deki hiçbir televizyon kanalı sizlere yaşananları aktarmadı. Birçoğunuzun olan bitenden haberinin olmadığını düşünüyorum. Sosyal medya kullanmadıysanız veya yayıncılık ahlakını kaybetmemiş Halk Tv ve Ulusal Kanal’ı izlemediyseniz olaylardan haberdar değilsiniz!
                                   NEDİR BU GEZİ PARKI EYLEMİ
            Gezi Parkı, Taksim Meydanında yer alan; bölgede kalmış yegane yeşillik, yegane beton yığınına dönmemiş alandır. AKP hükümetinin yayalaştırma adı altında Taksim’de yürüttüğü ve Taksim’in dokusunu bozup, gece hayatını bitirdiği projeye karşı olan Taksim’in gerçek sahibi bölge halkının oluşturduğu “Taksimden Elini Çek” platformu, yıkılıp yerine Topçu Kışlası görünümünde AVM yapılacak olan Gezi Parkı’nda ağaçları kestirmemek ve korumak adına nöbet tutuyordu. Gelen iş makineleri iki kez engellenmiş, parkta ağaçlar kestirilmemiş, bunun üzerine polisin biber gazlı müdahaleleri olmuştu. Başbakan Erdoğan’ın Yavuz Sultan Selim adını verdiği ve binlerce ağacın kesimine neden olacak köprünün temel atma töreninde “ben yapacağım kardeşim sana ne oluyor” şeklinde sarf ettiği diktatör üsluplu sözleri Gezi Parkını korumak adına daha fazla insanın nöbete gitmesine neden olmuştu. Parka akın edenler parkta çadır kurmuşlar, çimlere uzanmışlar, kitap okuyup şarkı söylemeye başlamışlardı. Hiçbir şiddet eğilimleri ya da agresiflikleri yoktu…
31 MAYIS 2013 POLİSİN ŞAFAK BASKINI
            Bu, barış içinde ağaçları korumaya çalışan gruba polis sabah bir şafak baskını düzenledi. İnsanlar uykudayken suratlarına biber gazı sıktı. Acımasızca müdahale edip dövdü. Çadırlarını ateşe verdi. İnsanları kovaladı, yakaladığı yerde demir copu insanlıktan nasiplerini almamışça geçirdi. İnsanları kenara köşeye sıkıştırdı, kaçmaya çalışan aktivistlerin üzerine duvar yıkıldı. Yetmedi onları biber gazıyla daha da tütsüledi. Polis Başbakan Erdoğan’ın emriyle parktakileri, hiçbir şiddet eğilimi olmayıp barış içinde anayasal haklarını kullanan halkı, kanunsuzca, hukuksuzca talan etti.
GEZİ PARKI DİRENİŞİNİN HÜKÜMET KARIŞITI PROTESTOLARA DÖNÜŞMESİ VE TÜM ISTANBUL’A YAYILMASI
            Gezi Parkına yapılan acımasız şafak baskını insanları ayağa kaldırdı. Sosyal medyadan yayılan görüntüler insanları isyan ettirtti ve “ne biçim bir memleket oldu burası, bir ağacı kestirmemek için bile böyle müdahaleler mi yapılıyor artık” dedirterek Taksime döktü. Öğle saatlerine kadar ifade özgürlüklerini korumak için sokağa dökülen insanlar on binleri geçmişti. İşte bu noktada polis öyle bir müdahale etti ki, sanki karşısında kendi halkı yoktu, düşman bir ülkeye işgal kuvveti olarak girmişti. 31 Mayıs günü devam eden eylemlerde halka acımasızca biber gazıyla müdahale edildi. Tomalardan sıkılan tazyikli sular insanlara beyin travmaları geçirtti. Polis o kadar çığırından çıkmıştı ki biber gazlarını insanların kafalarına nişan alıp ateşlemekte, onları yaralamayı hedeflemekteydi. Bunun yanı sıra polisler biber gazlarını yere nişan alıp, biber gazı kovanlarının şarapnel etkisi yapmasını sağladılar. Bu yöntem ile birçok vatandaş testislerini kaybetti, bacakları yaralandı veya yandı. Toma denen araçlar insanları kaçırmaya yönelik değil insanları ağır yaralamaya yönelik kullanıldı. Öyle ki bilmem kaç bar basınçla sıkılan tazyikli sular halka tek tek nişan alındı. Direnen bireyler sıkılan suyun etkisiyle önce havaya uçuyor oradan büyük bir hızla yere vuruyordu. Bu nedenle yüzlerce kişi beyin travması geçirdi. Geceye kadar devam eden bu acımasız, faşist ve ağır müdahaleler akşam saatlerinde tüm İstanbul’u ayağa kaldırdı. İstanbul’un her semtinde insanlar sokaklara döküldü. Yüz binler yürüdü. Taksime akın edenlerin haddi hesabı yoktu. Kadıköy, Bostancı ve Bağdat Caddesi’nde gösteri yapan gruplar birleşerek Boğaziçi Köprüsünü geçti ve Taksime desteğe geldi. Halk evlerinde de sabaha kadar uyumadı, ışıklarını açtı kapadı, tencere tava çaldı ve hükümet istifa diyerek sokaktaki eylemcilere destek verdi. Böylece gezi parkı eylemi 31 Mayıs sabahı yapılan acımasız müdahalenin ardından tüm İstanbul’a yayılmış ve toplu bir direniş halini almıştı.
                        İSTANBUL HALKININ İNANILMAZ DAYANIŞMASI
            Özellikle son yıllarda birlik ve beraberlik duygusunu yitirdiğini ve farklılıklara hiçbir tahammülü kalmadığını düşündüğüm Türk halkı tarihinde görülmediği kadar birlik, beraberlik ve dayanışma içinde hareket etti. Öyle ki sokaklara dökülen yüz binler birbirinden farklı ideoloji ve hayat tarzlarından oluşmaktaydı. Komünistiyle milliyetçisi, Atatürkçüsüyle devrimci müslümanı, ulusalcısıyla sosyalisti, eşcinseliyle akplisi, Galatasaraylısıyla Fenerbahçelisi; birbirine zıt yaşam tarzları ve görüşlerdeki insanlar bir arada; kendi canları pahasına birbirlerine sahip çıktılar. Polisin elinden Fenerlileri kurtaran Galataraylılar; Namaz kılan vatandaşın yanında nöbet tutan çekiç orak bayraklı gençler, eşcinsellere börek ikram eden türbanlı hanımlar ve sosyal medyaya yansıyan daha yüzlerce hatta binlerce örnek…
            Bunun yanı sıra herkes elinden geleni var gücüyle ortaya koydu. Eczacılar saatin kaç olduğuna bakmadan eczanelerini açtılar ve ilaçlarını bedava dağıttılar; doktorlar telefon numaralarını sosyal medyada yayıp alanlara indiler ve oluşturulan revirlerde yaralıları gönüllü şekilde tedavi ettiler. Avukatlar gözaltılar ile ilgilendi. Taksi şoförleri para almadı, İETT şoförlerinden bazıları meydana tomaların girmesini önlemek için otobüsleri barikat olarak park etti. Tıp fakültesi öğrencileri ilkyardımlarda bulundu. The Marmara Oteli, Ritz Cartlon Oteli, Divan Oteli, Les Ottomans Oteli, Cevahir Alışveriş Merkezi kapılarını direnişçilere ardına kadar açtı, hem direnişçileri polisten korudu hem de bünyelerine çağırdıkları doktorlar ile yaralılara müdahale merkezleri oluşturdu. Bunun yanında The Marmara Oteli direnişçilere kahvaltı da sundu. Bahçeşehir ve Haliç Üniversiteleri de aynı şekilde revir ve sığınak vazifesi gördü. Direnişçileri kabul eden tek cami Dolmabahçe Camisi oldu ve cami revir vazifesi gördü. Taksimdeki oteller ve küçük işletmeler bölgeye yerleştirilen sinyal bozucular nedeniyle kesilen sosyal medya akışını sağlamak adına kendi kablosuz internet şifrelerini yayınladı. Çevre evlerdekiler camlarının içine, kapılarının önlerine limon, sirke ve süt koyarak direnişçilerin ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Sokağa inemeyen vatandaşlar balkonlarından tencere ve tava sesleri ile ışıklarını açıp kapayarak direnişçilere desteklerini gösterdi. Sanatçılarımızın halkın arasına inerek onlara verdiği moral ise paha biçilemezdi. Kısaca herkes elinden ne gelebiliyorsa varını yoğunu ortaya koydu ve inanılmaz bir birlik ve beraberlik örneği sergiledi.
            Yukarıdakiler gibi onlarca örnek var Türkiye’nin dört bir köşesinde. Sadece İstanbul değil dirilen ve protestoların gerçekleştiği 67 kentte de durum aynıydı!
OLAYLAR NEYE TEPKİ? TEPKİ SADECE GEZİ PARKINA MI?
            31 Mayıs’da Taksimde başlayıp, ertesi gün tüm Türkiye’ye yayılan eylemler için en sık sorulan soru “bu tepki sadece gezi parkına mı?” oldu. Hatta Başbakan Erdoğan “amaçları ağaç korumak değil, provokasyon” dedi. Ancak bu yaşanan olaylar tabi ki sadece Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine bir beton yığınının yapılmasına değildi! AKP iktidarı neredeyse 11. yılını doldurmak üzere. Bu 11 yılda inşa edilen korku imparatorluğu, baskı rejimi ve manipülasyonlar dünyası insanların sabrını taşırdı. 11 yıl boyunca bireyler AKP icraatlarını eleştiremediler. Çünkü eleştirenler ya darbeci yaftası yedi ya içeri tıkıldı ya da bir taraflarına teneke bağlandı. Halk şikayet ettiği, memnun olmadığı olayları protesto etmek istedi, grev yapmak istedi; biber gazı yedi, dayak yedi, işinden atıldı, susturuldu. Severek okudukları yazarlar vardı; okuyunca umutlanıyorlardı. Onlar da düşüncelerinden dolayı içeri tıkıldı. Hala daha delilsiz ya da sahte delilerle bilinmeyene doğru giden bir mahkeme süreci ile yargılanmaktalar. Türk halkının en güvendiği kurum ünvanına sahip Türk Silahlı Kuvvetleri bir bir tasfiye edildi, ordudan Atatürk’ün izleri silinmeye çalışıldı, protesto eden susturuldu; konuşan terörist damgası yedi. Milli bayramlar yasaklandı. İnsanlar ne 19 Mayısı, ne 29 Ekimi, ne 23 Nisanı kutlayabildi. Üstüne üstlük kutlamak isteyince gazı da dayağı da bol bol yedi. İktidar 10 Kasımlarda Vahdettin’in doğum günün kutladı, milleti deli etti! Halk Türk bayrağı ile milli bayramını kutlayamazken PKK’nın Kürdistan bayraklı mitinglerine müdahale edilmedi. Sayısız şehit verildi ama gündem uyutuldu; insanlar da uyudu sanıldı. Atatürk’ün ne diktatörlüğü kaldı, ne dinsizliği, ne ahlaksızlığı ne de ayyaşlığı… Laikler her daim dinsiz, imansız, ahlaksız; Atatürkçüler her daim terörist; milliyetçiler her daim kafatasçı ve ırkçı damgası yedi. Gençler tinerci oldu, kafası kıyak nesil oldu, dinsiz oldu… İradesini ortaya koyan masum gruplar marjinal addedildi, toplumdan dışarıya itildi… Alevilere sapkın damgası vuruldu. Öyle ya eşcinseller de ahlaksız, günahkar ve aşağıların aşağısı olarak damgalandı. Halkın Suriye ile ilişkilere ve Suriye’nin iç işlerine karışılmaması hassasiyetine kulak asılmadı; Suriyeli teröristler halkın vergileriyle beslendi, silahlandırıldı, büyütüldü ve Osmanlı Padişahçılığı oynandı. İnsanların ceplerine giren para azalırken; yaşam standartları düşerken başbakan televizyonlardan “ekonomi büyüyor” diye naralar attı kimse sesini çıkaramadı. Sanat ve sanatçılar ayaklar altına alındı, devlet tiyatroları kapatılmaya çalışıldı. Başbakan’ın dizilere, yapılacak çocuk sayısına, kadının kürtaj yaptırıp yaptıramayacağına ve doğum kontrol hapı alıp alamayacağına, insanların ne zaman nerede ne kadar alkol tüketeceğine ve daha nicesine fütursuzca karışması; eğitim sisteminden Atatürk, milli mücadele ve laiklik olmak üzere ülkenin dayandığı temel taşların çıkarılması; bağımsız yargıda, eğitim sisteminin içinde, devlet dairelerinde fütursuzca kadrolaşmanın yaşanması; herkesin dinlendiği bir polis devletinin, korku imparatorluğunun inşası, hesaplanmadan, düşünülmeden peşkeş çekilen yüzlerce devlet kurumunun özelleştirilmesi ve daha sayamadığım, unuttuğum nicesi bardağın taşmasına sebep oldu. Hiçe sayılan değerler, tepkiler, baskı ve zulümle dolu 11 yılın birikintisi açığa çıktı. Hükümet karşıtı protestolar tüm yurdu sardı!
POLİSİN KULLANDIĞI ORANTISIZ GÜÇ
         Aşağı yukarı sadece Halk Tv ve Ulusal Kanal’ın tüm çıplaklığıyla yayınladığı ve sosyal medyada alana inen insanlarca bizzat çekilmiş fotoğraf ve videolardan görüldüğü üzere polis bugüne kadar görülmemiş bir biçimde orantısız güç kullandı. Öncelikle biber gazı kullanımı tavan yaptı. Polis biber gazını halkı dağıtmak yerine bizzat üzerlerine sıkarak yaralamayı hedefleyerek sıktı. İnsanların kafalarına nişan alarak veya yerlere nişan alıp parça tesirli etki yaratması sağlanılarak yüzlerce insanın yaralanmasına neden oldu. Polis kendi halkına karşı işgal ordusu gibi taktikler de izledi. Zaman zaman geri çekilmiş süsü verip protestocuların bir araya toplanmasını sağladı ve bir araya gelen yüz binlerce insanı kıstırıp üzerlerine biber gazı sıkmaya hiç çekinilmedi. Öyle ki Beşiktaş’ın boğazdan çekilmiş görüntülerinde bölgede yangın varmışçasına inanılmaz bir gaz bulutunun yükseldiği görüldü. Sıkılan yoğun biber gazları yüzünden Türkiye’nin dört bir yanında insanlar evlerinde oturamaz hale geldiler. Bunun yanı sıra bir biber gazı klasiği olan hastane aciline biber gazı fırlatma da polis tarafından yine unutulmadı!
            Tomaların insanlara yaptığı işkence de apayrıydı! Tomalar insanları dağıtmak için değil ağır yaralamak için kullanıldı. Barlarca basınçlı suyu yiyen yüzlerce kişi beyin travması veya beyin kanaması ve ağır yaralanmalar yaşadı. Bunun yanı sıra tomaların ezdiği insan sayısı sadece videolarla belgelenebilen iki!
            Polis dayağı çok fenaydı. Bir vatandaşa 30 polis saldırdı. Demir coplarla deli gibi dövülen yüzlerce insanın videosu ve fotoğrafı bulunmaktadır. Polis, protestocu ya da sokakta yürüyen normal vatandaş ayırt etmedi deli gibi dövdü. Yüzlerce fotoğraf, video ve sayısız belge mevcut.
Özellikle 1 Haziran’dan itibaren 3 Hazirana kadar süren Beşiktaş, Akaretler ve Dolmabahçe’deki polis müdahalesi aklımdan hiç çıkmayacak kadar korkunç, acımasız ve vahşiceydi. İnsanlara resmen işkence edildi. Videoları, fotoğrafları internette mevcuttur!
            Aynı şekilde Ankara’da sivil plakalı araç ile göstericilerin arasına 130 km hızla dalan ve 1’i ağır (belki de hayatını kaybetti) 5 kişinin yaralanmasına neden olan aracın polislerin arasından gelmesi, 5 kişiyi ezdiğine dair fotoğraf ve video bulunmasına rağmen zanlının delil yetersizliğinden serbest bırakılmasının açıklamasının yapılması gerekmektedir!
            İşgal ordusu diyorlar ya polisin müdahalesi için; boşuna demiyorlar! Polisin evlerinde oturan insanlara yaptığı zorbalık da işgal ordularını andırıyor. Yanlarında sivil gönüllüler bulunan polis ( o sivil gönüllüler bana Hitler’in Karagömleklilerini hatırlaıyor!) hanelere saldırıp insanların cam, çerçevelerini allah ne verdiyse indiriyor! Olaylarla alakası olamayan vatandaşlara onur kırıcı davranıp, acımadan vurabiliyor!
Bunun yanı sıra özellikle İzmir’de ( ancak tabi ki protestoların olduğu aşağı yukarı her kentte) polisin yanında halkı döven siviller vardı. Daha sonra ayyuka çıktı ki İzmir AKP Gençlik Kolları Başkanından tutun, AKP’nin üyeleri gönüllü olarak sopalarla protestoculara işkence etmeye çıkmış… Bu da polisin işlediği ayrı bir suçtur! AKP’den ve polis teşkilatından açıklama yapılması bekleniyor!
            Polis tarafından Taksim’de gözaltına alınan bir kadın arkadaşım polisin gözaltı aracında boğazına sarıldığını ve tecavüzle tehdit ettiğini anlattı. Hem de tehdide zorla evet derdirttiğini de söyledi. Tabi onur kırıcı davranışların ve sinkaflı küfürlerin haddi hesabı yok! Bu sadece benim arkadaşıma yapılanı! Türkiye genelinde binlercesinin olduğuna hiç şüphe yok!
            Polis İstanbul’da ikinci gün yani 1Haziran’da biber gazlarını bitirmiş olacak ki portakal gazı olduğu tahmin edilen ağır bir gazla insanlara müdahale etti. Kusma, bayılma, hafıza kaybı, agresiflik gibi etki yapan bu gaz insanları harap etti. Polis ve devlet insanlık suçu işledi. Bunun yanı sıra pazartesi günü gelen habere göre Taksim ve çevresinde çok değişik bir gaz kullanıldı. Gaz insanların açıktaki her yerini yakmakla birlikte, biber gazından daha kuvvetli biçimde geniz ve göz yanmalarına yol açmaktaydı.
            Polisin kasklarından ve apoletlerinden numaralarını sökmesi ve karalaması başlı başına bir rezalet; gelen “sorumlular cezalandırılacak” açıklamasının fos çıkacağının kanıtı!
            Değerli okurlar Türkiye tarihinde devlet eliyle halkına böyle bir zulüm uygulaması görülmedi. İktidar halkına kimsayal savaş açtı. Polis teşkilatı ve hükümet meşruiyetini yitirdi!
           

                      3-5 ÇAPULCU- TERÖRİST- MARJİNAL GRUP!
         Gözünü tam anlamıyla iktidar hırsı bürüyen Tayip Erdoğan’ın havsalası insanların kendisine karşı çıkmasını almadı! Sokaklara yüz binler dökülmüşken, Erdoğan bu insanları 3-5 çapulcu, terörist ve marjinal grup üyesi olarak nitelendirdi. Türkiye’nin aşağı yukarı her kentinde yüz binlerce insan sokağa dökülmüş, yüz binlercesi evlerinden tencere-tavalarla destek vermiş; milyonlarca insan “Hükümet İstifa” diye haykırmış; bu baskıcı rejimi daha fazla istemediklerini dile getirmiş ancak beyefendi bunları göz ardı edip halkı manipüle edip sokaktaki vatandaşı küçümsemekte… Tansiyon düşürücü açıklamalar yapmak yerine Topçu Kışlası’ndan geri adım atmayacağını üstüne üstlük Taksime cami dikeceğini belirten Erdoğan bir de o ağaçlarda bunları sallandıracaksın diyerek sözlerine tüy dikmekte! Erdoğan halk iradesini göz ardı edip insanları kışkırtmakta! Yalnız kimse kimseyi kandırmasın, biz Tayip Erdoğan’ın sokakta kimlerin olduğunu; olayın ne kadar büyük olduğunu ve isteklerini ne olduğunu bildiğini biliyoruz! Halkın varlığını bu şekilde göz ardı edip sadece %50’nin başbakanlığını yapan ve kışkırtıcı açıklamalarda bulunan Erdoğan bu gruplara provokatör diye seslenip çeşitli küçümseyici nitelemeler yaparken; barışçıl bir eylemi iç savaşa çevirip saldırgan polisi insanların üstüne salarken, halkı küçümseyip hakaretler edip daha da sinirlendirirken, yahu söyleyin başka provokatör aramaya gerek var mı?
                                   ÇANAKKALE’DE EYLEMLER
         Çanakkale’de yapılan eylemler barış içerisine geçti. Türkiye’yle birlikte Çanakkale’de üzerindeki ölü toprağını attı ve benim Çanakkale’de gördüğüm en kalabalık yürüyüşleri gerçekleştirdi. Evlerinin balkonlarından, arabalarından ve motosikletlerinden yürüyüşe destek veren Çanakkaleliler, Türkiye’deki dirilişe destek verdi.
                                        HÜKÜMETİN MEŞRUİYETİ
         Değerli okurlar geçtiğimiz hafta başlayan ve halen devam etmekte olan protestolarda orantısız polis gücü bugüne kadar hiç olmadığı kadar kullanılmıştır. Geride en az iki ölü ve binlerce yaralı kalmış, halk polisin sıktığı kimyasallarla zehirlenmiştir. Polis halka hiç görülmediği kadar zulmetmiş, hiç görülmediği kadar saldırmıştır. Halk üzerinde uygulanan güçte inanılmaz aşırıya kaçılmıştır. Hükümet kendi halkına resmen kimyasal savaş açmıştır! Bunun yanında göstericilerin istekleri hükümet tarafından tanınmamaktadır. Hatta protestoların varlığı ve büyüklüğü, insanların kararlılığı hala yok sayılmakta, insanların iradeleri hiçe sayılmaktadır. Ortadoğu’ya kendi halkına zulüm eden iktidar meşruiyetini yitirmiştir diyen Erdoğan da bu olaylarla meşruiyetini yitirmiştir! Kendi halkına bu denli saldıran, öldüren, yaralayan, zehirleyen ve işkence uygulayan bir devlet olamaz. Başbakan Erdoğan’dan, İç İşleri bakanına ve Sağlık Bakanına, Emniyet Genel Müdüründen orantısız güç uygulanan tüm kentlerin valilerine, o kentlerin polisten sorumlu vali yardımcılarından emniyet müdürlerine ve İstanbul belediye başkanına herkes bu vahşetten sorumludur ve bu zatların derhal istifa etmesi gerekmektedir!
                        TÜRKİYE ÜZERİNDEN ÖLÜ TOPRAĞINI ATTI!
         Türkiye tarihinde ilk kez böyle bir direnişe, böyle bir dirilişe imza attı. 11 yıldır baskılanan, tüm değerleri aşağılanan ve iradesine kulak verilmeyen Türk halkı birlik ve beraberlik içinde, şiddete mahal vermeden; barış içinde tepkisini ortaya koydu. AKP iktidarına bunun böyle gitmeyeceğini, bundan sonra da her şeyin daha farklı olacağını gösterdi. Türk milleti üzerinden ölü toprağını attı ve vatanına sahip çıktı. İktidarı sivil bir biçimde uyaran Türk halkı AKP’nin yarattığı korku imparatorluğunu yıktı ve aydınlık bir geleceğe kapı araladı!



                                                                                                                     06.06.2013 Gündem Gazetesi