18 Ekim 2012 Perşembe

DEVLETİN Mİ DİNİ OLUR BİREYİN Mİ?




            Türkiye’de birçok kavram, bilgilerin ekleme ve çıkarılması yoluyla, yani manipüle edilmesiyle, insan algılarında farklı anlamlara karşılık getiriliyor. Çok ama çok uzun zamandır tartışılan, insanların kafaları karıştırılıp kavram kargaşası yaşattırılan konulardan “biri de” “devletin dini var mıdır?” sorusu…
Yıllardan beri din bazlı siyaset yapan, islamı siyasallaştıran zihniyetin en önemli silahı “Türkiye’nin dini İslamdır” mottosu. Bu Türkiye’nin demografik yapısının manipüle edilerek, toplumdaki iki hassas olgu olan Laiklik ve din çatışmasını körüklemeye yarayan en etkili söylemdir. Hem anayasada yer alan Türk hukukunun temel esaslarını oluşturan kavramları erozyona uğratma hem de laiklik ve islam kavramlarını farklı iki kutupta olgularmış gibi göstererek halkı “ya Cumhuriyet ya İslam” seçimine itme operasyonudur. Ne yazık ki bu manipülasyon işe yaramaktadır!
Genellikle politika bilgisi az ya da apolitik insanları etkilemeyi hedefleyen ( ki Türk halkının büyük bir bölümünün politika hakkında çok az bilgiye sahip olduğunu veya apolitik olduğunu düşünürsek toplumun büyük bir kısmını etkileyen) bu manipülasyon hareketi her gün körüklenmekte, insanların kafaları her gün daha da karman çorman hale getirilmektedir. Çünkü Başbakanın ve bakanlarının yaptığı konuşmalarda aşağı yukarı her gün Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu vurgusu açıkça yapılmaktadır.
Öncelikle, Türkiye Müslüman bir ülke değildir. Yıllardır yapılan manipülasyon siyaseti başarıya ulaşmış olup, halkımız Türkiye’nin dininin İslam olduğunu düşünse de bu yanılgı düzeltilmelidir. Türkiye, anayasada da belirtildiği üzere laik bir hukuk devletidir. Yani devlet olarak her dine saygılı ve eşit mesafede, tüm dinlere mensup vatandaşların ibadet ve toplanma haklarını gözetmek mecburiyetinde ve onların haklarını korumakla mükellef bir yapıdadır. Bu devlet yapısını bilmeyen bazı vatandaşlarımız “laiklik dinsizliktir” manipülasyonunda oltaya gelseler de bu nitelikleriyle laiklik “dinsizi değil dindarı ve ibadet haklarını koruyan” bir ilkedir!
Kimileri için ideal, kimileri için idol olan “Müslüman ülkelerle” kıyasladığımızda iki devlet yapısı arada korkunç ve dağlar kadar fark vardır. Öncelikle bir ülkenin dininin olması tamamen illüzyondur. Bir ülkede tüm vatandaşların aynı dine mensup olup, o dine bakış açısıyla ibadet etmesi imkansızdır. En sevdikleri renk, tuttukları takım, çayı kaç şekerle içtikleri değişkenlik gösteren insanlar arasında hayatlarının belli bir bölümünü etkileyen inanç şekillerinin ve din algılarının aynı olması olanaksızdır. Ancak dine dayalı devletler, söz gelimi Suudi Arabistan, tüm vatandaşlarını Müslüman kabul etmekte, diğer dinlere mensup kişilerin bu tercihlerini tanımamakla birlikte ibadet, toplanma, eğitim gibi haklarını da devlet eliyle tahrip etmektedir! Kendi vatandaşını tanımayarak, çoğunluğa karşı haklarını gözetmeyerek iradelerini hiçe sayan bir yapı devlet değildir. Modern devlet tanımına uymamakla birlikte illüzyondan öte bir şey değildir!
Kendilerini “Müslüman ülke” olarak adlandıran ülkelerin islamla ilgisi de yoktur. İslam inancında esas “din Allah ile kul arasındadır” iken bu devletlerde Allah ile birey arasına devlet otoritesi vardır, sevap ve günahlara cezayı Allah değil devlet vermektedir. İslam inancında “dinde zorlama yoktur” denilirken “Müslüman ülkelerde” insanlar zorla islama inandırılmakta, zorla ibadet ettirilmektedirler! Kısaca siyasal islamın kalesi bu ülkeler islamı iktidarlarını sağlamlaştıracak bir basamak, halkı baskı altına alacak bir araç olarak görmektedirler!
Türkiye’deki laik devlet düzeninin altını ılımlı İslam modeli ile oyarak siyaset yapanların asıl hedefi de halkı din ile kontrol altında tutup hakimiyetlerini sağlamlaştırmaktır. İçi boş kavramlarla; kılıfı değiştirilmiş, gerçeğiyle alakası olmayan bir İslam anlayışıyla toplumun dönüştürülmesi, laikliğin dinsizlik addedilmesi de bundandır. Türk halkının artık devletin değil bireyin dini olabileceğini, laikliğin dinsizlik değil dindarı koruyan bir model olduğunu idrak etmesi gerekmektedir. 

                                                                                                         Gündem Gazetesi 18.10.2012

10 Ekim 2012 Çarşamba

BU MÜDAHALE BİZİ BÖLER!




             Arap Baharı Suriye’ye sıçradığından beri askeri müdahale aşkıyla yanıp tutuşan Türkiye muradına eriyor. Bahar başladığından beri hükümetin bölgede izlediği ve tamamen Türkiye çıkarlarına ters düşen dış politikanın ülkemize en çok zarar verecek adımı atılıyor. ABD masalarında tezgahlanan kardeşi kardeşe kırdırma oyununun en acımasız perdesi başlıyor!
            Baharın başından beri uluslar arası camia ile ABD tarafından bölgedeki tarihi sempatisi ve yüksek popülaritesi nedeniyle öne sürülen; ABD tarafından fonanlanan sahte halk devrimlerinde liderlerin devrilmesinde en aktif rollerden birini üstlenen, başbakanın deyimiyle “Büyük Ortadoğu Projesinde eşbaşkanlık” yürüten AKP hükümeti “askeri kriz” planını devreye sokuyor.
            Hatırlayacağınız üzere AKP hükümeti, Arap Baharı Suriye’de “başlatıldığı” günden bu yana askeri müdahale seçeneğini dillendiriyordu. Ortada Türkiye’ye karşı yapılmış bir hareket yokken, hele ki bir ülkenin iç karışıklığına komşu ülkenin askeri müdahalede bulunduğunun tarihte örneği görülmezken bu savaş iştahı neydi? Plan çok önceden hazırlanmış, oyun belliydi! Esad da Kaddafi gibi dirayetli çıkarsa ipi dış müdahaleyle çekilecekti!
            Bunun için neden oluştu, Akçakale’de 5 vatandaşımızın yaşamını yitirmesiyle ipler iyice koptu! Uzun süredir aranan savaş bahanesi sonunda bulundu. Vatandaşlarımızın yaşamlarını yitirmesi çok acı ve kabul edilemez. Ancak onları öldüren top mermisinin “Suriye Ordusu”ndan geldiğinin kesin bir kanıtı yok. Dayanak hiçbir resmi meşruiyeti olmayan, eli kanlı terörist gruplar! Hani şu Türkiye’de beslenen, Hatay sokaklarında insanlara sarkıntılık eden, esnaftan yaptıkları alışverişin karşılığını ödemeyen, burun karıştırıp kadınları taciz eden, ambulans önceliği tanınan, ABD tarafından hükümetlerini devirmek için para, silah ve sınırsız imkan aktarılan, birçok masum sivilin canını alan teröristler… Arap Baharı Tunus’ta başladığından beri “zihin şekillendirme” operasyonu yürüten basının kabul ettiği kaynak zaten buydu. Suriye isyanının başından beri de bu bulanık haberleri izliyor, bunlarla oyalanıyoruz! Vatandaşlarımızın ölümüne sebep olan top mermisi Akçakale’ye düşen ilk top mermisi değildi, hükümet neden bölgeyi tahliye etmedi? Türkiye’nin yaptığı topçu ateşinin ardından “Suriye Ordusu’nun” 40 kilometre güneye çekildiği duyurulmasına rağmen Akçakale’ye halen “Suriye Ordusu” tarafından atıldığı iddia edilen top mermileri düşmesi sizce de çelişkili değil mi?
            Daha önceki yazılarımda da sıkça bahsettiğim gibi ABD için Esad’ın gitmesinin en iyi yolu bir Türkiye müdahalesi! Bunun için hazırlanan planlar bitti, tezkere bile geçti. Önümüzdeki sürecin aynen şöyle gelişmesi muhtemeldir; bölgeye düşecek birkaç top mermisi ya da çok ölüme yok açacak bir patlama Suriye ile büyük çatışmalara yol açacaktır. Türkiye tamamiyle büyük bir savaşa girmeyecek ancak bölgeye “barış gücü” adı altındaki işgalci güçler sokulana kadar çatışacaktır. Öncelikli hedef çok uluslu bir koalisyon gücünün tampon bölge oluşturularak bölgeye yerleştirilmesidir. Bu Esad muhalifi teröristlerin ekmeğine yağ sürecek ve Esad’ın düşüşünü hızlandıracak sürecin başlangıcıdır! Irak’da çekiç güc tarafından kurulan tampon bölge kalktığında karşımızda nasıl iyi silahlanmış, eğitilmiş PKK’yı ve güçlenmiş bölgesel kürt teşkilatlarını bulduysak bu kez de aynısıyla karşılaşacağımız aşikardır. Zira şimdiden Kuzeydoğu Suriye’nin kontrolünü ele geçiren, Kuzey Irak Bölgesel yönetimiyle de senkron bir biçimde çalışan ve PKK tarafından korunan Suriye Kürtleri ileride yaşayacağımız süreci açıkça göstermektedir.
            Yapılacak her türlü müdahale açıkça Türkiye çıkarlarına ters düşecek, iç çatışmalara hatta bölünmelere gidebilecek bir yolu açacaktır. Türkiye’yi askeri müdahaleye iten batılı devletlerin, tertip ettikleri Arap Baharı’nda çok ince bir şekilde hesapladıkları “kitle hareketleri ve sonuçlarını” bu durum için de hesaplamama ihtimali var mıdır? Sizce de yıllardır hayalini kurdukları; bunun için çok önemli kaynaklar akıttıkları kürt devletinin kurulmasını başka bir bahara mı bırakacaklardır? İş işten geçmeden, diğer Arap devletlerinin pozisyonuna düşmeden hem politikacılarımız aldıkları vaatlerden kafalarını kaldırmalı, hem de halkımız olayların mukayesesini yapıp doğru tavrı takınmalı!


                                                                                                                     Gündem Gazetesi 11.10.2012