29 Aralık 2013 Pazar

CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK YOLSUZLUĞU- FİLLERİN TEPİŞMESİ-4




         87 milyar dolarlık cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk skandalına imza atan AKP hakkında soruşturma başlar başlamaz herkesçe merak edilen sorulardan bazıları da “Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından Türkiye’yi nasıl bir siyasi süreç beklemekte? AKP eriyor mu? Yolsuzluk operasyonunun yerel seçimlere nasıl etkisi olacak?” oldu.
            Süreç gösteriyor ki operasyonun ardından Türkiye zorlu bir siyasi dönemeçte! Dünkü yazımda Ağaoğlu’nun Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktarla yaptığı konuşmada Başbakanın da bu yolsuzluk ve rüşvet sarmalı içinde olabileceğini yazmıştım. Ancak önceki gün Erdoğan Bayraktar istifa ederken bombayı patlattı “Başbakan yap dedi, yaptım” açıklamasında bulundu Başbakan Erdoğan’ı istifaya davet etti. Bununla birlikte başbakanın da bu rüşvet yolsuzluk sarmalı içinde olduğu bir nebze tescillendi.
            Zaten sürecin başından beri AKP’nin soruşturmayı yürüten polisleri ve kendilerine tehlike oluşturabilecek emniyet müdürleri ile şube müdürlerini görevden alması, soruşturmayı açan savcıları görevden alması yolsuzluk ve rüşveti sahiplendiği anlamını taşıyordu!
            Geçtiğimiz gün patlak veren ve Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da listede olduğu ikinci rüşvet soruşturması iktidarı daha da zora sokacağa benziyor! Her ne kadar emniyette yapılan değişikliklerin akabinde savcının soruşturması yürütülmese ve ikinci dalga soruşturmayı başlatan savcı dosyadan alınmış olsa bile soruşturmaların ardı arkasının kesilmeyeceği açık!
            17 aralıktan bu yana önümüze saçılan manzara karşısında AKP’nin valilerinden, belediye başkanlarına, genel müdürlerinden, milletvekillerine ve bakanlarına kadar bir talan lobisi kurduğu çok açık! Soruşturmalarla bakanların, belediye başkanlarının ve genel müdürlerin üzerine gidildikçe bu lobi eriyor, herkes safralarını döküyor! Fatih belediye başkanının sorgulama sırasında Bilal Erdoğan’ın ismini vermesi, “beni rahatlatacak bir deklarasyon yayınla ve istifa et” denilen Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın istifa ederkenki itirafı gösteriyor ki, lobi üyeleri gemiden atılcıkta yeni itiraflar gelecek ve süreç boyunca birbirlerinin başlarını yiyecekler!
            İktidarın tüm çabalarına rağmen operasyonlar devam edeceğe benziyor. Bu çerçevede yolsuzluğu ortaya çıkacak yeni bakanlardan yeni istifalar, dolayısıyla yeni itiraflar gelecektir! Milletvekillerinin dahi AKP’den istifa ettiği, talan lobisinin ileri sürdüğü “faiz lobisi, Yahudi Lobisi, dış mihraklar” şeklindeki paranoyaların eski geçerliliğinin kalmadığı, yandaş gazeteci ve yazarların dahi sırtını AKP’ye döndüğü, medyanın bu skandalı Gezi Parkı gibi saklama yoluna gitmediği bu süreçte, evet, AKP eriyor! Hatta eriyip bitiyor!
            Belediye seçimlerinde ise AKP’nin büyük oy kaybına uğrayacağı açık… CHP kendi içindeki kavgalar sebebiyle bazı kentlerde doğru adaylar belirleyemese de AKP oylarını CHP ve MHP’ye kaçıracak gibi… Yolsuzluk operasyonunun ardından AKP’ye nötr seçmenin yanı sıra AKP seçmeninin bir kısmı da belediye seçimlerinde oyunu AKP’ye vermeyecek. Üstelik AKP’nin cemaati partiden temizlemek adına cemaatçi isimleri belediye seçimlerinde aday göstermemesi ve şu son dönemdeki büyük kavga AKP’nin seçmen tabanının büyük bölümünü oluşturan cemaatçilerin oylarını da kaçıracak… Özellikle bu yerel seçimde AKP’nin İstanbul’u kaybetme riski, iktidarı kaybetme riskiyle doğru orantılı. CHP’nin adayı Sarıgül’ün soldan daha büyük bir kitleye hitap ediyor olması ve son kavganın akabinde cemaatin oylarının Sarıgül’e gidecek olması İstanbul belediyesini CHP’nin kazanması ihtimalini güçlendiriyor. AKP’nin İstanbul’u kaybetmesi demek, belediyecilikle ayakta duran, hatta son operasyonlarla da Talan Lobisi kanıtlanmış AKP’nin iktidarını çok büyük şekilde sarsacaktır. Yolsuzluk operasyonuyla yeterince hasar gören AKP’nin bu iki sarsıntıyı kaldıramayacağı ve yıkılma sürecinin daha da hızlanacağı açıktır.
              
                                                                                                                     Gündem Gazetesi 28.12.2013

26 Aralık 2013 Perşembe

CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK YOLSYZLUĞU-FİLLERİN TEPİŞMESİ-3




          87 milyar dolarlık, cumhuriyet tarihinin en büyük vurgunu ve rüşvet skandalının etkileri sürerken, cemaat ve Tayyip Erdoğan arasındaki savaş kızışıyor. Cemaatin başlattığı operasyonun hemen ardından Tayyip Erdoğan, bakanlarına verdiği talimatlar ile önce operasyonu yürüten polisleri görevden aldı ardından, yakın tarihe kadar kahraman ilan edip “Türkiye’nin bağırsaklarını temizlediği için” minnet duyduğu savcıyı dosyadaki görevinden aldı. Cemaatin hamlesi ise ortaya telefon görüşmelerini, rüşvetin ve yolsuzluğun görüntülü belgelerini saçmak oldu. Öyle ki, yolsuzluk soruşturmasında sadece oğulları tutuklanan bakanların telefon kayıtlarında kendilerinin de yolsuzluklara bulaştıkları ortaya çıktı. Cemaatin bu hamlesine karşılık Tayyip Erdoğan, emniyet içindeki temizliklere devam etti. Başta İstanbul olmak üzere birçok kentin emniyet müdürü görevden alınırken onlarca şube müdürü de görevlerinden uzaklaştırılarak Tayyip Erdoğan’ın kadrolarından kişiler yerleştirildi. Emniyetin yolsuzluklarla mücadele eden birimi dağıtıldı. Üstüne üstlük çıkarılan kanun ile polisin ve savcıların üstlerine haber vermeden operasyon yapması yasaklandı. Yani, telefon kayıtlarından yolsuzluk ve rüşvete karıştığı anlaşılan İçişleri Bakanı Muammer Güler’e emniyet soruşturma başlatsa, bizzat gidip kendisinden izin almak zorunda kalacak!
            Bu durum Fetullahçı yapının içinde yuvalandığı emniyet teşkilatıyla, Tayyip Erdoğan’ın kadrolaştığı yargıyı birbirine düşürdü. Yargı ile emniyet arasında adeta bir savaş var. Geçtiğimiz salı günü savcı, istihbaratçı polis müdürünü ifadeye çağırdı ancak İstanbul emniyet müdürü istihbaratçı polis müdürünü ifadeye göndermedi! Bu cumhuriyet tarihinde bir ilk. Üstelik ayrılık sadece yargı-emniyet arasında değil, emniyetin içinde de çatlakların olduğundan söz ediliyor!
            Herkesin merak ettiği ise yolsuzluk operasyonu genişleyecek mi? Tayyip Erdoğan’ın cemaate karşı bir sonraki hamlesi ne olacak?
            Yolsuzluk operasyonunun genişlememsi işten bile değil. Cemaat-Tayyip Erdoğan savaşında herkes elindeki kozu sonuna kadar kullanıyor. Cemaatin, Tayyip Erdoğan hükümetini polis ile vurmasının ardından, Tayyip Erdoğan’ın polisin belini bükme çabaları sonuç verecek gibi durmuyor. Cemaat buna uzun süreden beri hazırlanıyormuş, ellerinde sağlam bilgiler, deliller, görüntü ve ses kayıtları var. Önümüzdeki günlerde operasyonun başka bakanlara, hatta Başbakana sıçraması bile söz konusu olabilir. Çünkü şimdiden basına sızdırılan görüntülerde Halk Bankası genel müdürüne para götüren, davanın tutuklu sanığı Reza Zarrab’ın kuryesinin, Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın başında bulunduğu TÜRGEV vakfına da gittiği ortaya çıktı. Üstüne üstlük, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından şartlı salınan Ali Ağaoğlu’nun basına sızan ve İstanbul’un bir köşesinin yüksek katlı projesi için peşkeş çekildiği anlaşılan telefon görüşmelerinde Başbakan Tayyip Erdoğan’dan “büyük patron” olarak bahsetmesi ve yolsuzluğun göbeğinde oturan Çevre Bakanı’nın da Ağaoğlu’nun projesini kendi ihtiyacına göre düzenlemesine göz yumması, Tayyip Erdoğan’ın da aynı yolsuzluk ve rüşvet sarmalı içinde olabileceğinin kanıtı niteliğinde! Koca bir çantayla Bilal Erdoğan’ın vakıfına girip, elinde sadece bir dosyayla çıkan kuryenin görüntülerinin ortaya çıkması ve Ağaoğlu’nun Başbakandan “büyük patron” olarak söz ettiği diğer sanıklarla olan telefon görüşmeleri, Başbakan Erdoğan’a “elimizde senin de kanıtların var, operasyonun ucu sana da dokunabilir” tehdidi olduğu çok açık.
            Bu şartlar altında, eğer cemaat-Tayyip Erdoğan savaşı sona ermezse ki ereceğini de hiç zannetmiyorum, iki taraf da geri dönülmez bir yola girdi, tüm kozlarını en sert biçimde paylaşıyor, operasyonun diğer bakanlara hatta Başbakana kadar dalga dalga genişleyeceği açıktır. Tayyip Erdoğan ise cemaate karşı “yasa dışı örgüt” kapsamında dava açıp, cemaatin tüm kurumlarını, mal varlığını ve devlet kadrolarındaki adamlarını bertaraf edecek bir adım atabilir. Savaş asıl şimdi başlıyor, işler asıl şimdi sertleşiyor. Türkiye’yi belediye seçimleri öncesinde hükümeti ve devlet kurumlarını sarsacak zorlu bir süreç bekliyor! 
                                                                                                                     Gündem Gazetesi 27.12.2013

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından Türkiye’yi nasıl bir siyasi süreç beklemekte? AKP eriyor mu? Yolsuzluk operasyonunun yerel seçimlere nasıl etkisi olacak? Yarın Ulaş Pehlivan’ın kaleminden Gündem Gazetesinde…

25 Aralık 2013 Çarşamba

CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK YOLSUZLUĞU-FİLLERİN TEPİŞMESİ-2




            Herkesin kafasında aynı sorular mevut; Tayyip Erdoğan hükümeti düşerse yerine kim gelecek? Önümüzdeki süreçte ne olacak? AKP’nin oyları nasıl etkilenecek?
            Değerli okurlar; fillerin tepişmesinden milletin hayrına bir şey çıkmayacağı çok açık… Patlak veren ve birbirlerini yerle bir etme noktasına getiren AKP ve Cemaat yapılanması arasındaki bu kavga güç savaşıdır, iktidar kavgasıdır. Erdoğan uzunca süredir çıkardığı kararnameler ile cemaate mensup valileri, rektörleri, emniyet müdürlerini tek tek temizliyordu. Büyük resme dikkatli bakıldığında AKP’li vekiller ve bakanlar arasında cemaatçi olan-cemaatçi olmayan şeklinde bir kutuplaşma çok kolay görülebilir. Öyle ki Gezi Parkı olayları sırasında kısa bir süreliğine ülkeyi terk eden Erdoğan’ın vekil bıraktığı Bülent Arınç ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün (cemaate yakın AKP’li isimler) açıklamalarındaki farklardan cemaatin kriz anlarında dahi Tayyip Erdoğan çizgisinden ne denli uzaklaştığına şahit olduk. Üstelik parti içi demokrasinin bulunmadığı AKP’de demir lider imajı çizen Erdoğan’ın mizacından ayrılan bakanlar ve vekiller sadece Arınç’tan ibadet de değil, sayıları çok fazla!
            Bu ayrılık Gezi Parkı sürecinde öyle bir noktaya geldi ki, Tayyip Erdoğan Afrika dönüşü Bülent Arınç’a havalimanında, açıklamaları dolayısıyla tokadı yapıştırdı. İstifasını veren Arınç’ı Gül vazgeçirdi, kriz basına yansımadan bitti ve gitti… Bu olay cemaate yakın bir yazarın ve bir gazetenin istihbarat şefi tarafından sayfalara taşınmış olsa da uyutulup gitti!
            Tayyip Erdoğan, çıkardığı kararnameler ile cemaatçi isimleri valiliklerden, polisin içinden yavaş yavaş ve sessizce temizlerken, Cemaat-AKP arasındaki kavganın ilk belirgin alameti MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağırılması oldu. Cemaatçi savcı, Fidan’ı ifadeye çağırdı ancak Tayyip Erdoğan bir gecede meclisten geçirdiği madde ile Hakan Fidan’ı dokunulmaz yaptı, kendi tabiriyle “yedirmedi”. Birkaç ay önce Hakan Fidan hakkında dış basında yer alan haberler ise Pensilvanya’daki Fetullah’ın “yolsuzluk operasyonundan” önceki son hamlesi oldu. Bu yaşananlar o dönem pek “cemaat-Tayyip Erdoğan kavgası” olarak görülmediyse de kavgayı savaşa dönüştüren kıvılcımdı. Bundan kısa bir süre önceye kadar cemaat-Tayyip Erdoğan kavgası parti içinde çok iyi saklandı. Sürtüşmenin kimseye hissettirilmemesi ve kimseye duyurulmadan halledilmesi seçmenin bir arada tutulması ve parti içinde bölünmeler yaşanmaması hayati önem taşımaktaydı. Ancak Tayyip Erdoğan MİT hadisesinin ardından parti içinde ve devlet kademelerinde cemaat mensuplarını temizlemeyi sürdürüp, cemaatin bel kemiği dershaneleri kapatma girişiminde bulununca tüm ipler koptu. Dershanelerin kapatılma girişimi AKP tabanındaki cemaatçileri çok kızdırmış; seçmenler arasında Tayyip Erdoğan’a karşı oluşmuş büyük bir kin mevcut hale gelmişti. AKP’nin tabanı ilk kez çok net bir biçimde Tayyipçiler-Cemaatçiler şeklinde ayrılmış, sürtüşme seçmen tabanına kadar inmişti.
            Cemaat, hem sürtüşmenin bu denli ayyuka çıkması hem de Erdoğan’ın dershaneleri kapatma gibi kendilerine karşı cesur bir hamlede bulunması üzerine Cumhuriyet kurumları içindeki gücünü gösterdi. Yılmaz Özdil’in deyimiyle “yönetime el koydu”. Gerçekten de devlet kurumları içerisinde AKP kadar kadrolaşmış bir iktidarı böyle bir yöntemle yıpratmak cemaatin gücünün ne denli fazla olduğunu göstermekte!
            Yıllardır bilinen ve halk tarafından şikayetçi olunan ancak islamo-faşist rejim nedeniyle ortaya çıkamamış, halk tarafından net bir tepki konulamamış milyar dolarlık vurgunun ortaya çıkması halkı çok mutlu etti. AKP’nin gücünün gün be gün azalması ve partinin erimesi herkesi heyecanlandırdı. Ancak, dediğim gibi, fillerin tepişmesinden keramet beklememek gerek! Tayyip- cemaat kapışıyor, AKP eriyor diye rehavete düşmemek gerek! Gülen cemaati gibi yasadışı bir örgütün ülke içinde bu denli güçlü olması dehşet vericidir… AKP eriyip gitse dahi karşımızda ülkeyi örümcek ağları gibi sarmış ve cumhuriyet kurumları içinde yuvalanmış bir yapılanma mevcuttur… 
                                                                                                                     Gündem Gazetesi 26.12.2013

            Yolsuzluk operasyonu genişleyecek mi? Tayyip Erdoğan’ın ve Cemaat’in bir sonraki hamlesi ne olacak? Türkiye’yi nasıl bir siyasi süreç beklemekte? Yolsuzluk operasyonunun yerel seçimlere nasıl etkisi olacak? Yarın Ulaş Pehlivan’ın kaleminden Gündem Gazetesinde…

23 Aralık 2013 Pazartesi

CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK YOLSUZLUĞU-FİLLERİN TEPİŞMESİ-1




           Tayyip Erdoğan ve Fetullah Gülen yapılanmasının içine girdiği savaş yıllardır bilinen ancak su yüzüne bir türlü çıkmayan talanı, rüşveti, hırsızlığı ve yolsuzluğu su üzerine çıkardı. Güçler ayrılığı ilkesinin bertaraf edildiği; medyanın susturulduğu, yargının bağımsızlığını yitirip tamamen tek bir güce bağlandığı islamo-faşist bir diktatörlükte tabi ki talan ve yolsuzluğun su üstüne çıkmasına imkan yoktu.
            Belli amaçlar doğrultusunda iktidara gelmiş AKP, yeni ismiyle Ayakkabı Kutusu Partisi, Türkiye’yi son 12 yılda tam bir korku imparatorluğuna dönüştürdü. Yasa dışı telefon dinlemeleri, yaratılan düşman “darbeci Ergenekon yapılanması” ve Türkiye’yi gazeteci hapishanesine çeviren süreç ülkeyi felç etti. Ne gazeteciler eskisi gibi siyasi skandalları, yolsuzlukları, talanları sızdırabilip kamuoyuna servis etti ne de iktidarın göz göre göre ülkenin siyasi ve stratejik gücünü peşkeş çekmesini sorgulayabildi. Yargının iktidarın tekeline girmesi ile iktidar yargılanamaz, sorgulanamaz hale geldi. Bırakın AKP’nin yolsuzluklarını, skandallarını, cumhuriyet rejiminin altını oyuşunu; AKP’nin yalakası, sabi sübyana tecavüz eden gazeteciler dahi davalarından beraat edecek kadar yargı felç edilmişti. Türkiye’de öyle bir hava oluşturuldu ki AKP’ye karşı yapılan siyaset çerçevesindeki eleştiriler ve haklı muhalefet bile darbe girişimi olarak addediliyordu. Gazeteciler darbeciydi, medya darbeciydi; üniversite öğrencileri, sokağa dökülen halk, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, köylerine HES yapılmasına karşı olan köylüler, AKP’ye kapatma davası açan savcı, AKP’ye karşı soruşturma başlatan savcı, AKP yandaşını mahkum eden hakim… Herkes darbeci idi.
            Herkes darbeci yaftası yiyip gladyonun bir üyesi iken, sorgulanamayan ve denetlenemeyen AKP sütten çıkmış AK kaşıktı! Cemaat ise öyle bir hamle yaptı ki Erdoğan tokadın nereden geldiğini bile anlayamadı. Yukarıda kısaca belirttiğim süreçte ordunun gücünü ve itibarını kırıp, teçhizat ve itibar anlamında polisi yücelten; askerleri ve ülkenin aydınlarını sahte delil ve belgelerle soruşturan savcıyı cesur bir kahraman(!) addeden Tayyip Erdoğan cemaatin tokadını aynen bu ellerden yedi! Tayyip Erdoğan kendi seçmenine karşı, kurduğu polis devletini şirin göstermek için “destansı bir örgüt” görünümü yarattığı polis ve partisinin mağduriyetini ve komplo teorilerini perçinleyen kahraman(!) savcı Zekeriya Öz tarafından hallaç pamuğu gibi atıldı, siyasi itibarı ve kariyeri yerle bir edildi. Tayyip Erdoğan zaten bizi inandırma çabası içinde değildi, kendi seçmenlerine oynuyordu! Ancak Erdoğan kendi silahıyla vuruldu; seçmeninin gözünde kahraman yaptığı polis ve Öz tarafından cemaat eliyle vuruldu. Üstelik, yıllar yılı askerleri derin devlet mensubu olmakla suçlarken; cemaatin kurduğu derin devlete teslim oldu; hem de daha önce kurulamamış, içişleri bakanının dahi ruhu duymadan bir de AKP gibi bir iktidarda böyle bir operasyona imza atabilecek bir derin devlet yapılanmasıyla karşı karşıya!..Üstelik bu kez Ergenekon davasında olduğu gibi sahte delil ve belgelerle soruşturma yapılmadığı da çok açık. Zaten cemaat elinde güçlü deliller bulunmasaydı böyle bir operasyona kalkışamazdı!
            İçişleri bakanı Hilmi Güler’in, Çevre ve Şehircilik bakanı Erdoğan Bayraktar’ın ve Ekonomi bakanı Zafer Çağlayan’ın oğulları ile AB bakanı Egemen Bağış başta olmak üzere iktidara yakın birçok iş adamı ve banka müdürünün dahil olduğu ve ülke bütçesinin %90 kadar paranın rüşvet alınıp verildiği, kara paranın aklandığı bir dümen bu ortaya çıkan! Cumhuriyet tarihinin en büyük soygunu, en büyük vurgunu…
Cemaat-AKP savaşı keskinleşirken; Tayyip Erdoğan’ın cemaatin hamlesine karşı yaptığı hamle –yolsuzlukları ve talanı sahiplenmek pahasına- polis ve savcıları görevden almak oldu. Cemaat ise bu kez yolsuzluğun ve rüşvetin videolarını basına sızdırdı! Bu savaş böyle devam edecek. Bakanların oğullarıyla başlayan skandalın ilk halkasının “bakanların telefon görüşmelerini ortaya çıkmasıyla”, halen daha koltuklarında pişkince oturan bakanlara sıçraması gibi, bu dümene dahil olan tüm bakanların, eğer parmağı varsa, başbakanın dahi çamaşırları ortaya dökülebilir! İçinde bulunduğumuz süreç AKP için sonun başlangıcıdır!
  
                                                                                                         Gündem Gazetesi 24.12.2013

Fillerin tepişmesinden keramet beklenir mi? Cemaat-Tayyip Erdoğan kavgası milletin yararına mıdır? Milyar dolarlık vurgun Türk siyasetini nasıl şekillendirecek? Bakanlar istifa edecek mi? Skandalın belediye seçimlerine ve AKP’nin oylarına ne gibi yansıması olacak? Yarın Ulaş Pehlivan’ın kaleminden “Gündem Gazetesinde”…

20 Aralık 2013 Cuma

İSTİFA




İktidara geldiniz;
-El Kaide sinagogları ve bir bankayı bombaladı. 70 vatandaşımız öldü binlerce kişi yaralandı. İstihbarat zafiyeti vardı. İstifa etmediniz.
-Bir çok AKP belediyesinin yolsuzluğu ortaya çıktı, belediye başkanlarını korudunuz. Ne onlar istifa etti ne de siz...
-Seçimlerde oy pusulalarını çaldınız, seçim programı üzerinde oynadınız. İktidara gelişleriniz şaibeliydi, istifa etmediniz!
-Yunanistan'ın Türkiye'ye ait adalara yığınak yaptıkları ortaya çıktı, topraklarımız işgal altındaydı. Ses çıkarmadınız, istifa etmediniz!
-Güney Kıbrıs, Akdeniz’de doğalgaz aramaya başladı, paşa paşa göz yumdunuz, istifa etmediniz!
-PKK askerlerimizi 25'er 25'er şehit etti. Zaman zaman her ay 25 askerimizi kaybettik. İstifa etmediniz!
-Polisin uyguladığı aşırı güçten hopa'da bir öğretmen öldü, istifa etmediniz!
-Tekel işçilerini Ankara'da ezip geçtiniz. İşkenceyi sokağa taşıdınız. İstifa etmediniz!
-Örtülü ödeneği örtülü, örtülü soyup soğana çevirdiniz. Sayıştay’a meclis raporlarını incelettirmediniz! Ülkeyi milyonlarca dolar zarara uğrattınız. İstifa etmediniz!
-Tunus'a Libya'ya, Mısır'a, Suriye'ye "bilinen" 2'şer milyon dolar para yolladınız. İstifa etmediniz.
-Suriye'de El Kaidecii ve El Nusracıları beslediniz. Silah gönderdiniz. T.C. ambulanslarıyla Suriye'ye girdiniz. Yetmedi, teröristleri Sağlık Bakanlığının özel uçaklarıyla Avrupa'ya tedaviye yolladınız. Bu süre içinde sağlık zafiyetinden yüzlerce Türk vatandaşını kaybettik. İstifa etmediniz!
-Mülteci adı altında teröristleri ülkeye soktunuz, halen besliyorsunuz! Hatay'da, Adana'da Türk vatandaşlarını bu "mülteci" kılıklı kişilerin darp etmesine, gasp etmesine göz yumuyorsunuz. İstifa etmediğiniz gibi bölge halkını tehdit ve baskıyla yıldırmaya çalışıyorsunuz!
-Van'da depremzedeler soğuktan donuyor. Öncelik Suriyelilerin dediniz. Yüzünüz kızarmadı. -İstifa etmediniz!
-Kentsel dönüşüm yalanının ardındaki yolsuzluklar ortaya çıktı. Hala o makamlardasınız.
-Vatandaşa hakaret ettiniz, takla at dediniz, ananı da al git dediniz. Olmadı korumalarınıza dövdürdünüz. İstifa etmediniz!
-Van depreminin ardından "deprem vergileriyle yol yaptık" dediniz. İstifa etme erdemini göstermediniz.
-Yandaşa çektiğiniz peşkeşler, verdiğiniz ucuz krediler, üç paraya sattığınız kurumlar ortaya çıktı. İstifa etmediniz.
-TOKİ vurgunu ortada. Siz hala koltuklarda...
-Her yerde kadrolaştınız. KPSS puanına değil, AKP’li olunup olunmamasına baktınız. Devlet kadrolarını baştan aşağıya badem bıyık yaptınız. Bıyık altından sırıttınız, istifa etmediniz!
-Reyhanlı'da yüzlerce vatandaşımız istihbarat zafiyetinden yaşamını yitirdi. Basın yasağı koydunuz, Reyhanlı'yı yalnız bıraktınız. Umursamadınız. Üstüne üstlük istihbarat zafiyetini ortaya çıkaranları tutukladınız, işkenceler ettiniz... Hala istifa etmediniz!
-Madenlerimiz çöktü, fabrikalarımız patladı. Yüzlerce işçi öldü. Onlar güzel öldüler dediniz. İstifa etmediniz!
-Gezi Parkı'nda 7 genci öldürdünüz. On binlerce vatandaşı yaraladınız! Yetmedi, terörist, ayyaş, çapulcu, ahlaksız dediniz. İstifa etmediniz!
-En sonunda cemaatle kavga ettiniz. Ortaya kirli çamaşırlarınız dökülmeye başladı. Bugün bakanlarınızın yolsuzlukları gündeme geldi. Ama bakanlarınız hala koltuklarında, bakanları oralara atayan başbakan "dünya lideriyim" diye ortalarda! İstifa yok, utanma yok...

...

-Bulgaristan'da ise polisin halka uyguladığı aşırı güç sonucu Başbakan istifa etti.
-Slovakya'da devlet televizyonunundaki kadrolaşma ortaya çıktı, bazı bakanlar istifa etti!
-Makedonya'da turistleri taşıyan tekne battı, 34 turist öldü. Turizm bakanı istifa etti!
-Fransa bütçe bakanı, hakkında ortaya atılan kara para aklama ve vergi kaçırma "iddiaları" üzerine istifa etti.
-Danimarka'da istihbarat skandalı yaşandı. Adalet bakanı istifa etti.
-Letonya'da bir alışveriş merkezi çöktü, 54 kişi öldü. Başbakan "sorumlusu benim" dedi ve istifa etti!
-Japonya'da adalet bakanı bir gaf yaptı. "İşini hafife almakla suçlanınca" hemen istifa etti!
-Polonya spor bakanı yoğun yağış nedeniyle ertelenen milli maçın ertelenmesinden kendini sorumlu tuttu. Önlem almadığını gerekçe gösterdi. İstifa etti.
-Tayland'da halk hükümete karşı ayaklandı. Tansiyonu düşüremeyen başbakan istifa etti.
-İtalya'da başbakan parlamentonun iktidara güveninin kalmadığını söyledi. İstifa etti.
...

Sizin neyiniz fazla? İstifa etmiyorsunuz, pişpin pişkin makamlarınızda oturuyorsunuz! Azıcık onur, azıcık şeref var mı sizde? Bugün olmazsa yarın zaten iktidarınıza veda edeceksiniz... Bari giderken ilk ve son kez "kendiniz" adına bir iyilik yapın. En azından bu kez onurlu ilk ve tek eserinizi bırakın ve o kağıda imza atın!

                                                           THE CEMAAT
            Son dönemde alevlenen Cemaat-AKP kavgasının en sert hamlesi bu yolsuzluk operasyonu oldu. Ancak görülen o ki yapılan bu operasyon daha ilk hamle, büyük ateşi yakacak kıvılcım… Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in HSYK’ya savcıları görevden alma emri vermesi ise bu olayın Cemaatten bir hamle, AKP’den bir hamle şeklinde devam edecek büyük bir kapışmaya gideceğini gösteriyor! Üstelik bu tutuklamaların dalga dalga genişleyeceği ve ucunun oğlu içeri alınan bakanlara dayanacağı da gayet açık… Zaten şimdiden İçişleri Bakanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı ile Ekonomi Bakanı hakkında fezleke hazırlanması istendi. Önümüzdeki günlerde AKP’nin çok zarara uğrayacağı ve medya karartması dahi uygulayamayacağı durumlara düşeceği bugünden görünüyor!
            Ancak ve ancak bu durum cemaatin ülke kadrolarını ne denli ele geçirdiğini de gösterir nitelikte! Türkiye’de, hele de AKP Türkiye’sinde bakanların oğullarına soruşturulma yürütülmesi son derece olağan dışıdır. Hem de polis teşkilatından sorumlu olan içişleri bakanının oğlunun da tutuklanması cemaatin ne denli güçlü olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu süreçte yasadışı örgüt vasfındaki cemaatlerin, başka The Cemaat Gülen Cemaatinin, bu denli meşruiyet kazanması dehşet vericidir! Bu süreçte laik kanadın ve tüm sol yelpazenin olaylara temkinli yaklaşması da hayatidir. AKP- The Cemaat kavgasında, AKP'den kurtulmak adına cemaatin yaptıklarına umut beslemek ve desteklemek sadece "İran devriminde şahın devrilmesi için mollalarla saf tutan solcularla" aynı kaderi paylaşmamıza sebep olur.
O yüzden AKP'de gitmeli, Türkiye cemaatten de temizlenmelidir!

                                                                                                                      Gündem Gazetes 19.12.2013

17 Aralık 2013 Salı

İSTİFA



İkitdara geldiniz;
El Kaide sinagogları ve bir bankayı bombaladı. 70 vatandaşımız öldü binlerce kişi yaralandı. İstihbarat zafiyeti vardı. İstifa etmediniz.
Birçok AKP belediyesinin yolsuzluğu ortaya çıktı, belediye başkanlarını korudunuz. Ne onlar istifa etti ne de siz...
Seçimlerde oy pusulalarını çaldınız, seçim programı üzerinde oynadınız. İkitidara gelişleriniz şaibeliydi, istifa etmediniz!
Yunanistan'ın Türkiye'ye ait adalara yığınak yaptıkları ortaya çıktı, topraklarımız işgal altındaydı. Ses çıkarmadınız, istifa etmediniz!
PKK askerlerimizi 25'er 25'er şehit etti. Zaman zaman her ay 25 askerimizi kaybettik. İstifa etmediniz!
Polisin uyguladığı aşırı güçten hopa'da bir öğretmen öldü, istifa etmediniz!
Tekel işçilerini Ankara'da ezip geçtiniz. İşkenceyi sokağa taşıdınız. İstifa etmediniz!
Örtülü ödeneği soyup soğana çevirdiniz. Ülkeyi milyonlarca dolar zarara uğrattınız. İstifa etmediniz!
Tunus'a Llibya'ya, Mısır'a, Suriye'ye "bilinen" 2'şer milyon dolar para yolladınız. İstifa etmediniz.
Suriye'de El Kaidecei ve El Nusracıları beslediniz. Silah gönderdiniz. T.C. ambulanslarıyla Suriye'ye girdiniz. Yetmedi, teröristleri Sağlık Bakanlığının özel uçaklarıyla Avrupa'ya tedaviye yolladınız. Bu süre içinde sağlık zafiyetinden yüzlerce Türk vatandaşını kaybettik. İstifa etmediniz!
Mülteci adı altında teröristleri ülkeye soktunuz, halen besliyorsunuz! Hatay'da, Adana'da Türk vatandaşlarını bu "mülteci" kılıklı kişilerin darp etmesine, gasp etmesine göz yumuyorsunuz. İstifa etmediğiniz gibi bölge halkını tehdit ve baskıyla yıldırmaya çalışıyorsunuz!
Van'da depremzedeler soğuktan donuyor. Öncelik Suriyelilerin dediniz. Yüzünüz kızarmadı. İstifa etmediniz!
Kentsel dönüşüm yalanının ardındaki yolsuzluklar ortaya çıktı. Hala o makamlardasınız.
Vatandaşa hakaret ettiniz, takla at dediniz, ananıda al git dediniz. Olmadı korumalarınıza dövdürdünüz. İstifa etmediniz!
Van depreminin ardından "deprem vergileriyle yol yaptık" dediniz. İstifa etme erdemini göstermediniz.
Yandaşa çektiğiniz peşkeşler, verdiğiniz ucuz krediler, üç paraya sattığınız kurumlar ortaya çıktı. İstifa etmediniz.
TOKİ vurgunu ortada. Siz hala koltuklarda...
Her yerde kadrolaştınız. KPSS puanına değil, AKPli olunup olunmamasına baktınız. Devlet kadrolarını baştan aşağıya badem bıyık yaptınız. Bıyık altından sırıttınız, istifa etmediniz!
Reyhanlı'da yüzlerce vatandaşımız istihbarat zafiyetinden yaşamını yitirdi. Basın yasağı koydunuz, Reyhanlı'yı yalnız bıraktınız. Umursamadınız. Üstüne üstlük istihbarat zafiyetii ortaya çıkaranları tutukladınız, işkenceler ettiniz... Hala istifa etmediniz!
Madenlerimiz çöktü, fabrikalarımız patladı. Yüzlerce işçi öldü. Onlar güzel öldüler dediniz. İstifa etmediniz!
Gezi Parkı'nda 7 genci öldürdünüz. On binlerce vatandaşı yaraladınız! Yetmedi, terörist, ayyaş, çapulcu, ahlaksız dediniz. İstifa etmediniz!
En sonunda cemaatle kavga ettiniz. Ortaya kirli çamaşırlarınız dökülmeye başladı. Bugün bakanlarınızın yolsuzlukları gündeme geldi. Şimdilik sessizsiniz. Ama bakanlarınız yine o koltuklarıda, bakanları oralara atayan başbakan "dünya lideriyim" diye ortalarda! İstifa yok, utanma yok...

...

Bulgaristan'da ise polisin halka uyguladığı aşırı güç sonucu Başbakan istifa etti.
Slovakya'da devlet televizyonunundaki kadrolaşma ortaya çıktı, bazı bakanlar istifa etti!
Makedonya'da turistleri taşıyan tekne battı, 34 turist öldü. Turizm bakanı istifa etti!
Fransa bütçe bakanı, hakkında ortaya atılan kara para aklama ve vergi kaçırma "iddiaları" üzerine istifa etti.
Danimarka'da istihbarat skandalı yaşandı. Adalet bakanı istifa etti.
Letonya'da bir alışveriş merkezi çöktü, 54 kişi öldü. Başbakan "sorumlusu benim" dedi ve istifa etti!
Japonya'da adalet bakanı bir gaf yaptı. "İşini hafife almakla suçlanınca" hemen istifa etti!
Polonya spor bakanı yoğun yağış nedeniyle ertelenen milli maçın ertelenmesinden kendini sorumlu tuttu. Önlem almadığını gerekçe gösterdi. İstifa etti.
Tayland'da halk hükümete karşı ayaklandı. Tansiyonu düşüremeyen başbakan istifa etti.
İtalya'da başbakan parlamentonun iktidara güveninin kalmadığını söyledi. İstifa etti.
...

Sizin neyiniz fazla? İstifa etmiyorsunuz, pişpin pişkin makamlarınızda oturuyorsunuz! Azıcık onur, azıcık şeref var mı sizde? Bugün olmazsa yarın zaten iktidarınıza veda edeceksiniz... Bari giderken ilk ve son kez "kendiniz" adına bir iyilik yapın. En azından bu kez onurlu ilk ve tek eserinizi bırakın ve o kağıda imza atın!


                                                                                                                  17 Aralık 2013

11 Aralık 2013 Çarşamba

TAYYİP ERDOĞAN’IN TRAKYA HEZİMETİ




          Tayyip Erdoğan ve beraberindekiler geçtiğimiz hafta sonu Trakya çıkarması yaptı… Çıkarma yaptılar yapmasına ama Başbakan Erdoğan ve beraberindekiler miting alanında hitap ettiği topluluklardan daha kalabalıktı. Onca gayrete, AKP’nin her mitingde yaptığı gibi kamu çalışanlarının alanlara getirilmesine, miting alanına otobüslerle insan taşınmasına, hatta miting platformu üzerindeki “animatörlerin” mikrofonla yoldan geçenleri miting alanına davet etme gayretlerine rağmen alanlar dolmadı. Miting alanlarına 150 ila 3.000 kişi ya toplandı ya toplanmadı. Trakya gezisi AKP için tam bir hezimet oldu…
            İç politikada tepe taklak yuvarlanana ve hiçbir propaganda malzemesi kalmayan, dış politikada ise yerle bir olup “dünya lideri” imajı çöken ve eski cakayı satamayan Tayyip Erdoğan için Trakya’da toplu açılış törenleri propaganda malzemesi yapıldı.
            Toplu açılış törenleri ile bir yerler açıldı açılmasına ama hizmete giren yerlerin adı sanı ortada yok. Başbakan kraliyet ailelerini andıran görüntülerle eşi ve çocuklarıyla birlikte bastı düğmeye, etrafta konfetileri uçuşturdu, balonları atmosfere saldırttı… Küçük yerleşim birimlerinde 150, büyük yerleşim yerlerinde 300 yerin açılışı yapılmıştı. AKP’nin açılışını yaptığı yüzlerce yeni yeri kraliyet ailesinin reisi Erdoğan açıklamadığı gibi halk da nereleri açıldı bilmiyor. Çünkü yaşadıkları yerlerde ne yenilik var ne de gelişme… Açılışlar yapılıyor ama boşuna! Çünkü açılışı yapılan yerler zaten yıllar önce hizmete girmiş, hatta bazı yerlerin yapımına AKP’den önce başlanmış. Okullar, hastaneler, yapay göletler, duble yollar zaten yıllar yıllar önce yapılmış, hatta 3. bakım tarihleri gelmiş… AKP, oyları erimeye başlayıp, hem iç politikada hezimete uğrayınca, hem de dış politikası yerle bir olunca kendini toplu “göz boyama” açılış törenlerine verdi. Bu kafayla I. Meclisi de bir açılış törenleri ile tekrar açarlarsa şaşırmayın…
            Bu sahte açılışlara medyanın tepkisi yine beklendiği gibi oldu. AKP’den bile eski projeleri açan bu zihniyetin foyası ortaya dökülmedi. Özellikle yandaş basın organları AKP’nin basın bürosu gibi çalışmayı sürdürüp Trakya uzay çağına geçmiş gibi lanse etti. Bundan daha vahim olanı ise yandaş basın kuruluşlarının Erdoğan’ın hezimetini dahi örtmesi oldu. Yine photoshop teknikleri kullanıldı, balık gözü kamerası tekniği kullanıldı. Meydanlarda bulunan 300 kişiyi, sanki tüm meydan dolmuş gibi gösterdiler, Erdoğan’ın hayal kırıklığını ve AKP’nin eridiğinin alametini gizlediler. Vatandaşların kameraları ile çekilmiş görüntüler ile gazetelere çıkan görüntüler arasındaki fark uzay… Birinde 300 kişi, diğerinde binlerce kişi!..
            Yandaş basının tepkisi tek elden yönetiliyormuşçasına her yerde ve her zaman aynı gerçi… Manipülasyon, palavra, aldatma! Bunun örneğini Çanakkale AKP belediye başkan adayı Mehmet Daniş’in Çanakkale’ye gelişinde de yaşadık… Kendisini iskelede karşılayan 250-300 kişi, çoğu son birkaç yılda kuruluşmuş ve tamamen kente ve kentliye hakaret eder yapıdaki, Çanakkale’deki laik, demokrat ve Atatürkçü sosyal yapıyı bozmak üzerine kurulmuş gazetelerce “binlerce” kişi ibaresiyle duyuruldu. Üstelik Daniş’in Çanakkale’ye geldiği feribotun tarifesiz sefer yaptığı, feribotun içinde sigara içmek dahi yasakken meşalelerin yakılmasına göz yumulduğu, geminin neden iskeleye yanaşırken Daniş’in özel feribotuymuş gibi kalabalığı selamlarcasına korna çaldığı bu basın kuruluşlarınca sorgulanmadı, sayfalarına dahi taşınmadı. Halbuki, bir CHP’li veya MHP’li aday aynısını yapsaydı kızılca kıyameti koparmayacaklar mıydı? 
            Ne diyelim. AKP git gide eriyor! Bunca kadrolaşmaya; yargıyı, askeri, üniversiteleri susturmaya; medyayı kontrol altına almaya rağmen parçalanıp gidiyor. Genel seçimle geldi, yerel seçimle gidecek. Yakın tarihe kısa bir göz atmak, AKP’nin akıbetini okumak için yeterli… Artık “seçim propagandası” için 50 yıl önce açılmış kurumları, işletmeleri de açsalar; meydanlara topladıkları 300 kişiyi hileli çekimlerle milyonlar olarak de gösterseler fayda etmez!..

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 12.12.2013

8 Aralık 2013 Pazar

KIZLI-ERKEKLİ EVLERİ BIRAK CEMAAT YURTLARINA BAK -II




          

Kızlı-Erkekli Evleri Bırak Cemaat Yurtlarına Bak” yazı dizisinin bu bölümünde cemaat yurtlarında kalmış öğrenciler, yurtlar ve hizmet evlerindeki sohbetlerde cumhuriyet ve laikliğe karşı yapılan konuşmaları, yurtlar ve hizmet evlerinin finansmanlarını, öğrencilerin yaşadığı kişilik bunalımlarını ve ideolojik değişimlerini, ilkokul ve lise çağındaki gençlerin bu ağın içine nasıl çekildiklerini gazeteci yazar Ulaş Pehlivan’a anlatıyor… Örümcek ağı gibi yuvalanmış cemaat kurumlarının içyapısı sizi derinden sarsacak. İşte o çarpıcı röportaj;

“Kızlı-Erkekli Evleri Bırak Cemaat Yurtlarına Bak –I” yazısını okumak için; http://ulaspehlivan.blogspot.com/2013/12/kizli-erkekli-evleri-birak-cemaat.html

-Peki bu evlerden Cumhuriyete ve laikliğe karşı konuşmalar da yapılıyor mu?
            E.B; Ben direkt olarak Cumhuriyet rejimine karşı konuşmalar yapıldığına veya laikliğin kötülendiğine şahit olmadım. Ancak, bu sohbetlerde Fetullah Gülen’in videolarını izliyor ve onun üzerine konuşmalar yapılıyordu. İslamiyete uygun hareketler, yaşam vb. konular üzerine yapılan konuşmalardı bunlar. Haliyle yapılan konuşmalarda ismen bir saldırı olmasa da söylenenler oraya varıyordu. Atatürk’ün, Cumhuriyetin veya Laikliğin adı kullanılmadan o düşünceler empoze ediliyordu.

-Hizmet Evlerine sürekli büyük miktarlarda erzak vb. yardımı yapıldığından söz ettiniz. Bunların nerelerden tedarik edildiğine ya da finansmanına dair bir bilginiz var mı?
            E.B; Cemaatin içinde inanılmaz bir birlik ve beraberlik var. Birbirlerine o derece yardım ediyor ve birbirlerini öyle kolluyorlar ki aklınız hayaliniz şaşar… Hizmet evine gittiğim zaman oraya yapılan erzak yardımını gördüm ve gözlerime inanamadım! Ben eve ziyarete gittiğim zaman alışverişten yeni gelinmişti ve dolap ağzına kadar taşıyordu. Erzakı getiren bir kişi gördüm, takım elbiseli bir beydi. Bu kişilere “esnaf ağabeyler” adı veriliyor. Getirdikleri şeylerin ise haddi hesabı yok; salamından, çeşit çeşit peynirine, içeceğine, makarnasına, bulguruna, yağına, tuzuna kadar her şey evlere getiriliyor. İnanılmaz derecede fazla ve hepsi “esnaf ağabeyler” tarafından tedarik ediliyor. O yiyeceklerin büyük kısmı da atılıp israf oluyor…
-Sizi yurtlardan hizmet evlerine nasıl çekiyorlar? Yurtlar ve “hizmet evleri” arasındaki farkları anlatır mısınız?
            E.B; Hizmet evleri İslamiyete ve ibadete daha yatkın olduğu için empoze edilmeye çalışılıyor yurtlarda… Yurtlarda “Hizmet Evlerinin” iyi yanları üzerine sürekli vurgu yapıyorlar. Yurtlardaki “sohbetler” sırasında o evlere götürerek öğrencileri o evlere ısındırmaya çalışıyorlar. Daha hoşgörülü ve daha sevecen yaklaşıp öğrencilerin o evlere karşı sempatisini kazanmaya çalışıyorlar. “Öğrencileri hizmet evlerine alıştıralım, beyinlerini yıkayalım ve hizmet evlerine gönderelim, yıl sonunda nasılsa gidecekleri yer orası” şeklinde bakıyorlar öğrencilere. Zaten yıl sonu geldiğinde “bu yurtta kalamazsın, seni hizmet evlerine göndereceğiz” şeklinde bir uygulama söz konusu.
-İkinci sene yurtta tekrar kalamıyor musunuz? Hizmet evlerine geçmek zorunlu mu?
            E.B; Evet, eğer o yapılanmaya bağlı kalmayı seçerseniz, ki dediğim gibi çoğu öğrenci oraya maddi imkansızlıklardan dolayı yani mecburiyetten gitmek zorunda kalıyor, ikinci sene yurdun ardından hizmet evlerine geçmek zorundasınız…
-Kısaca yurtları, daha radikal ve baskı altına alındığınız Hizmet Evlerine geçişiniz için bir basamak olarak mı kullanıyorlar?
            E.B; Evet, kesinlikle…
                        
-Bu Hizmet Evleri belli ki yurt vasfına sahip olmayan yerler ancak buna rağmen öğrencilere barınma sağlıyorlar? Bu barınma karşılığında hizmet evlerinde de öğrencilerden para alıyorlar mı?
            E.B; Evet, öğrencilerden para alıyorlar ancak çok cüzi miktarlarda para alıyorlar.

Fotoğraf röportajı veren kişinin kaldığı yurda ait değildir.
Canlandırma amaçlıdır.
-Öyleyse hizmet evlerine “ruhsatsız” yurtlar diyebilir miyiz?
            E.B; Evet denilebilir. Çünkü yurtta kalmaktan farklı bir şey yapılmıyor ki o evlerde. O evlerin de kuralları var, hem de daha katı kurallar bunlar… Öğrencilerden barınma için para da alınıyor. Yani bir yurttan farksız ve resmi bir vasfı, ruhsatı, hiçbir şeyi yok!

-Hizmet evlerinin bir üst kademesi yapılanmalar var mı?
            E.B; Bilmiyorum. Ancak daha geniş, daha kapsamlı yurtlar var. Bu yurtlar da “merkez” olarak görülüyor.                                                                                                                 
                                                                                                                 

-Yurtlara ve Hizmet Evlerine karşı bakışınızı onlara belli ettikten sonra size karşı tavırları ne oldu? Üzerinizde ekstra bir baskı kurdular mı?
            E.B; Üzerime daha çok gelmeye başladılar. Beni daha çok hizmet evlerine göndermeye çalıştılar. Daha çok sohbetlere katılmaya zorladılar. Hatta benim gibi başlarda karşı çıkan bir arkadaşım daha vardı. Onu ve beni sürekli gezmelere götürüyorlar, sürekli sıkıştırıp hizmet evleri hakkında düşündüklerimizi soruyorlardı. Hatta bir gün beni ve o arkadaşımı kaldığım yurdun müdürü ve müdür yardımcısı bir restorana götürdü. Deniz kenarında bir yerdi. Restorana girdiğimde ise gözlerime inanamadım, böyle bir lüks ve böyle bir ihtişam olamaz! Ancak etrafta türbanlı hanımlar, sakallı erkekler… Restoran yine cemaatin restoranıydı. Birbirlerini de tanıdıkları için bize çok güzel bir masa hazırlandı. Yemek sırasında İslami sohbetler ve hizmet evlerini öven konuşmalar devam etti. Namaz vakti geldiğinde ise restoranın mescit bölümüne götürüldük ve namaz kıldık. Sonra aynı sohbetlere devam ettik. Yemeğin ardından arabaya bindik ve yolda giderken bize ilk sordukları “ee hizmet evleri hakkında artık ne düşünüyorsunuz?” oldu.

-Yemek sırasında sizi namaza götürdüklerini söylediniz. Peki o namaza kalkmasaydınız ne olurdu? Bir zorlama altında mıydınız?
            E.B; Yani, kalkmama gibi bir lüksünüz yok zaten. Öyle bir şey hissediyorsunuz ki, onlarla namaz kılmayı reddetmek aklınızdan bile geçmez. Zaten ben o yurttaki psikolojik baskıyla kendimi beş vakit namaz kılarken buldum ki ben o güne kadar sadece yeri geldiği zaman, içinden geldiği zaman bu ibadeti yapan biriydim. Öğrenciler üzerinde çok ciddi bir “eşbaskı” kuruluyor. O psikolojiye girdikten sonra namazı veya onların dayattıkları bir ibadeti reddetmeniz mümkün değil…

-Yurtlarda da hizmet evlerindeki gibi sohbetler yapılıyor muydu? Bu sohbetlerin içeriği nedir?
            E.B; Yurtlardaki sohbetler hizmet evlerindeki gibi olmuyordu. Daha çok tanışmaya, öğrencilerin kaynaşmasına ve bizleri hizmet evlerine alıştırmaya yönelik sohbetlerdi. Bazen cemaatten tanınmış kişiler de gelirdi ve onlarla sohbetler yapılırdı. Bazen de her odanın “belletmen abisi” odaya gelir ve öğrencilere Fetullah Gülenin videolarını açardı. O video üzerinden de İslami sohbetler edilirdi. Hizmet evlerine göre dozu çok düşük yani yurtlardaki sohbetlerin

-Yurtlarda ve hizmet evlerinde size uygulanan psikolojik baskı ve psikolojik şiddetin üzerinizde ne gibi etkileri oldu?
            E.B; Ben çok kötü hissetmeye başladım belli bir süre sonra. Yurtta zaten birçok kişinin gözlerinin feri sönüyor kısa süre sonra… Beş vakit namaz kılmak zorundasınız, bir yandan diğer dini baskılar, öbür taraftan derslerin, ödevlerin var. Saat yediden sonra yurttan dışarıya da çıkamıyorsun. Sosyal hayatın sıfır. Yurtta müzik yok, internet yok, radyo yok, televizyonda sadece cemaatin malum kanalı var ve bilgisayar tamamen yasak! Yurttaki diğer arkadaşlarla ara sıra konuşup ev bakıyoruz ancak onlar da bir süre sonra o masrafı kaldıramayacakları için onların tarafını seçtiler. Ben iyice dayanamaz hale geldim. Bir süre sonra gidişata bakıyorsun ve “burada hiçbir şekilde çıkışım yok, galiba sonum hizmet evleri olacak” diyorsun kendi kendine. Sinir, stres bir yandan, baskı bir yandan… En sonunda o yurtta kalırken bende ritim bozukluğu başladı. Psikolojik baskıya dayanamayarak üç dört kez bayılma olayı yaşadım ve hastaneye kaldırıldım. Böyle bir rahatsızlığa yakalandım ve hala devam ediyor.

-Bu yurtlarda ve hizmet evleri yapılanmalarında küçük çocuklara ve ergenlik çağındaki gençlere “özel ders” adı altında toplantılar düzenleniyor, genç beyinler yıkanıyor. Bu herkesçe bilinen bir gerçek. Siz bu yapılanmanın içinde bulunurken böyle bir durumla karşılaştınız mı?
Fotoğraf röoportajı veren kişinin kaldığı yurda ait değildir.
Canlandırma amaçlıdır.
            E.B; Ben hizmet evlerine gittiğim zamanlarda böyle bir şeyin gerçekten varlığından haberdar oldum. O evde kalan bir arkadaşıma çaktırmadan sormaya çalıştım, “bu çocuklar ne yapıyor evde? Ne gibi dersler veriyorsunuz onlara” şeklinde. Arkadaşım okulda gördükleri derslere yardımcı olması için Türkçe, fen, matematik, İngilizce gibi dersleri gösterdiklerini söyledi. Ancak “abiler” eşliğinde din ve kuran dersleri bu çocuklara daha fazla gösteriliyormuş. Hatta karton bir set gördüm, üzerine bir şeyler çizilmiş, birkaç taş konmuş. Monopoli gibi, kızma birader gibi bir masa oyunu hazırlanmış. Oyunun bir soru listesi var, çocuklar soruları bildikçe kare kare ilerliyorlar. Ancak soruları elime alıp baktığımda gözlerime inanamadım. Öğrencilerin kafalarının dağılması için oynattıkları oyundaki sorularım hepsi dinle ilgili sorular. Peygamber efendimizin annesini adı nedir, babasının adı nedir, İstanbul kaç yılında fethedilmiştir, bedir ve uhud savaşları gibi sorular vardı. Düşünün bunu oynattıkları çocuklar daha 10-12 yaşlarında… Daha o yaşta çocukları içlerine alıp beyinlerini yıkıyorlar!

-Bu yurtlarda ekonomik mecburiyetler sonucu kalmanız gerektiğini söylediniz. Onlarla aynı ideolojiyi paylaşmamanıza rağmen, bu yurttan ayrılırken sizin hayat görüşünüzde, ideolojinizde veya dine bakış açınızda değişiklikler oldu mu?
            E.B; O yurtta kaldığınız süre içersinde bazı şeyler ister istemez size empoze edilmiş oluyor. O kadar psikolojik şiddetin ardından birçok şeyi benimsemiş oluyorsunuz. Hayata ister istemez onların perspektifinden bakmaya başlıyorsunuz. En kötüsü de bunun farkında olmuyorsunuz. Hatta bir gün annemle telefonda konuşurken annem kulaklarına inanamadı. Ben normal konuştuğumu zannediyordum ancak annem “orada sana neler öğretiyorlar, nasıl konuşuyorsun” oğlum diye ağlamaya başladı. Size empoze edilenleri normalleştirmişsiniz ve farkında değilsiniz. Kaldı ki o yurtta en çok direnç gösteren kişi de bendim. Orada hayat görüşünüzün, ideolojinizin, dine bakışınızın değişip onlar gibi olmamasına imkan yok!

-Son olarak eklemek istedikleriniz neler?
            E.B; Kendi içlerinde inanılmaz bir dayanışma var. İnanılmaz birlik ve beraberlik var. Ben İstanbul’a gelip o yurda girdiğimde beni götürdükleri, gezdirdikleri yerleri görünce dedim ki “galiba İstanbul’un” tamamı böyle… Çünkü gittiğimiz yerler de hep cemaate ait. Onların restoranları, onların pastaneleri, onların çay bahçeleri, onların havuzları…. Kendi cumhuriyetlerini kurmuşlar ve hep birbirlerine destek, dayanak oluyorlar. Sadece kendilerine ait olan işletmeleri tercih ediyorlar. Bunun yanı sıra bize izlettikleri Fetullah Gülen videolarında ve hizmet evlerindeki sohbetlerde üniversiteler hakkında da konuşmalar geçiyordu. Sürekli “şu an 1 tane üniversitemiz var, çok yakında 15’i bulacak” diyorlardı. Ha bire üniversite kurma peşindeler ve her geçen gün bu yapılanmayı bu cemaat ağını daha yaygın hale getirmeyi hedefliyorlar. Bunun için e çok sistemli çalışıyorlar.

Not; Yazı dizisi yaklaşık bir ay önce hazırlanmış olup, gazetenin baskıya sokmayı reddetmesi üzerine sadece internetten yayınlanabilmiştir.

6 Aralık 2013 Cuma

KIZLI-ERKEKLİ EVLERİ BIRAK CEMAAT YURTLARINA BAK-I




            Türkiye’de kızlı-erkekli evler tartışmaya açılmış ve hiçbir yasal dayanağı olmamasına rağmen ülke genelinden bu evlere müdahale haberleri gelirken, öğrenci yurdu yetersizliğinden yararlanıp öğrencileri kendi yapılanmaları içine çeken Cemaat'in yurtlarında kalmış öğrenciler gazeteci yazar Ulaş Pehlivan’a yaşadıklarını anlatıyor… . Bizzat yurtta kalmış öğrenciler yurtların içyapısını, yurtta yaşadıklarını, yurtlarda öğrencilere uygulanan psikolojik baskı ve psikolojik şiddeti, radikal İslamcı ideolojisinin nasıl empoze edildiğini, beyinlerin nasıl yıkanmaya çalışıldığını, bu yurtların nasıl finanse edildiğini anlatıyorlar. İşte kızlı-erkekli evlere terörist yuvası damgası vuran iktidarın ne denli gizli ve tehlikeli bir yapılanmayı görmezden geldiğini ortaya koyan o çarpıcı röportaj;
- Ulaş Pehlivan; Cemaat yurduyla ilk nasıl tanıştınız? Bu yurda sizi çeken şey neydi? Hangi şartlar altında bu yurdu tercih etmek zorunda kaldınız?
            E.B; Üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geldikten sonra bir yurda yerleşmek zorundaydım. Ailemin de maddi imkanları limitli olduğu için ucuz bir yurda yerleşmek zorundaydım. Cemaat yurduna ilk gittiğimde oranın cemaat yurdu olduğunu bilmiyordum. Gidip konuştuğumda bana zorlanmayacağım bir ödeme şekli sundular ve yurdun fiyatları çok cüzi idi. Ancak müdür ile konuşmam sırasında yurdun S…… Tv’ye ( cemaate bağlı bilinen bir televizyon kanalı) bağlı çalıştığını söylediler. O sırada yurdun cemaat yurdu olduğunu anladım. Ancak benim için fazla seçenek yoktu, yurt gayet ucuzdu. Benim bu yurda gitmekten başka çarem yoktu. Bu yurda mecburiyetten gittim.

- U.P; Peki, bu yurda sizin gibi maddi imkansızlıklardan dolayı gitmek zorunda kalan başka öğrenciler de var mıydı?
            E.B; Tabi ki… Zaten baktığınız zaman bu yurdu tercih edenlerin büyük çoğunluğu maddi imkansızlıklar sebebiyle orada. Yurdun ucuz olması ve sağlanan ödeme kolaylıkları öğrencileri çekiyor. O yurda kayıt yaptırmak zorunda kalmış öğrencilerin büyük çoğunluğunun cemaatle ya da onların ideolojileriyle uzaktan yakından alakası yok. Maddi imkanları yeterli olup da radikal İslamcı çizgide olan ailelerin çocukları neredeyse yok denecek kadar az bu yurtlarda.

- U.P; Bu yurdun İslamcı yapısını size ilk nasıl empoze etmeye başladılar? Size karşı ne tarz uygulamalarda bulunuyorlardı?
            E.B; Aslında ilk etapta baktığınızda herhangi bir konuda alenen zorlamıyor görünüyorlardı. Yani bize namaz kılacaksınız, oruç tutacaksınız, şöyle ibadet edeceksiniz, böyle ibadet edeceksiniz demiyorlardı. Ancak, örneğin sabah namazı saati herkesi “hatırlatma” adı altında kaldırıyorlardı. Aramızda uyumaya devam edenlerin başına gelip “bu dünyada halının üzerindeki gibi mi namaz kılmak istersin yoksa cehennemde kızgın sacın üzerinde mi?” şeklinde sözlü baskıda bulunuyorlardı. Hatta öyle ki bu baskılar psikolojik şiddet boyutlarına ulaşıyordu. Zaten bu tarz psikolojik bir baskı altında ister istemez istedikleri ibadete ya da kendi ritüelle katılıyorsunuz.

- U.P; Bu İslamcı yurdun yapısı normal yurtlara göre daha kuralcı ve katıdır. Size ne tarz kural dayattılar? Bu yurdun kuralları nelerdi?
            E.B;  Öncelikle dışarıyla bağlantımız neredeyse tamamen kopartılmıştı. Saat yediden sonra yurttan dışarı çıkmamıza kesinlikle izin verilmiyordu. Yedi çok erken bir saat. Bu sayede arkadaşlarımızla sosyalleşmemize izin verilmiyordu. Saat yediden sonra yurttan çıkış da olmadığı için sınav dönemlerimde bir sınıf arkadaşımla ders dahi çalışma imkanım olmuyordu. Ancak saat yediden sonra sadece “Hizmet Evlerine” gitmemize izin veriyorlardı. Üniversitelerimizin festival tarihlerini dahi öğrenmişlerdi ve biz bir yolunu bulup festivale kaçmayalım diye bizi kendi sermayelerinin kafelerine veya “haremlik-selamlık” havuzlara götürüyorlardı. Bunların yanı sıra yurtta televizyon kesinlikle yasaktı. Sadece kantinde bir televizyon vardı ve orada da sadece S….. Tv’nin yayınları gösteriliyordu. Televizyon dışında internet ve radyo da yoktu. Bilgisayar kullanımına nadiren izin veriliyordu. Zaten öğrencilerin kendi bilgisayarlarını getirmeleri yasaktı. Yurdun bilgisayarları “kapalı devre” biçimde kullanılabiliyordu. Bilgisayar ve internetiniz olmayınca haliyle film dahi izleyemiyorsunuz. Bize izlettikleri filmler sadece “sohbet” adı altında yaptıkları toplantılarda Fetullah Gülen’in videolarıydı. Bunun dışında yurtta müzik dinlemek de yasaktı. Sadece ilahi dinlenmesine izin veriyorlardı.

- U.P; Sizi “sohbet” adı verilen toplantılara katılmaya zorladıklarından bahsettiniz. Bu toplantılara katılmayı reddederseniz size karşı nasıl bir tutum sergiliyorlardı? Bu sohbetlerin içeriğinden biraz söz edebilir misiniz?
            E.B; Yurtta aslında daha çok tanışma sohbetleri adı verilen sohbetler yapılıyordu. Kurban bayramı öncesi sohbetleri ve İslami sohbetler yapılıyordu. Kurban bayramı öncesi sohbetlerinde mesela bizi bir odaya topluyorlardı. Ekonomisi kötü İslam ülkelerine kurban yardımı yapılacağını duyurup her öğrenciden para istiyorlardı. Makbuzsuz, belgesiz… Üstelik para toplamak için bizleri zorluyorlardı. Bunun dışında sohbetlerde Fetullah Gülen’in videolarını izletiyorlardı. Bu sohbetlere katılmak zorunluydu. Katılmama gibi bir lüksümüz yoktu. Zaten yurtta sohbet olacağı zaman her oda karış karış aranırdı. Ancak asıl sohbet ortamı, asıl dini sohbetler “Hizmet Evlerinde” yapılıyordu.

- U.P; “Hizmet evleri” adı verilen evlerden söz ettiniz. Bu evleri bize anlatır mısınız?
            E.B; Hizmet evlerinin yurtlardan tek farkı eve girip çıkma rahatlığı… Yani o evlerde saatlere çok fazla karışmıyorlar. Ama yurttan da çok farkı yok. Hatta daha da ağır şartlara sahip bir yer. Orada da televizyon, bilgisayar, internet, radyo, müzik gibi dış dünya ile bağlantımızı sağlayan şeyler yasak. Bu evlerde ibadet konusunda daha da katılar. Bu evlerde beş vakit namaz, oruç tutmak, kuran okumak, yasin okumak zorunlu; abdestsiz dolaşmak yasak! Bu evlerde öğrencilerin uzun saçlı olmasına ve küpe, hızma gibi aksesuarlar takmasına kesinlikle tahammül yok. Yurtlarda bizlere daha ılımlı yaklaşıp, kendilerini sevdirip sohbet toplantılarında Hizmet Evlerine ısındırıp sene sonunda her birimizi hizmet evlerine dağıtmak gibi amaçları vardı.

- U.P; Bu evlerdeki sohbetlerin içeriklerinden söz eder misiniz?
            E.B; Bu evlerdeki sohbetlerde öncelikle maklube adı verilen bir pilav yapılıyor. O pilavlı yemekten sonra, evin sorumlusu “Abi” adı verilen görevli gözetiminde sohbetler başlıyor. Bu sohbetlerde Fetullah Gülen’in yazdığı kitaplar veya başka radikal İslamcı yazarların dini içerikli kitapları okunuyor. Kitapların okunması bittikten sonra Abi denilen kişi okunan bölüm hakkında öğrencilere sorular soruyor. Bunun dışında alkolün haram olduğu, zina yasağı gibi konulardan söz ediyorlardı. Yani din hakkında ne kadar çok şey aşılarsak o kadar yararımıza gibi bir düşünceye sahiplerdi…

- U.P; Ancak belli ki size dini sohbet adı altında empoze ettikleri Fetullah Gülen’in yazdıkları ve dinle alakası olmayan hurafelermiş… Kuranla falan ilgisi olmayan şeyler öyle mi?
            E.B; Evet, evet kesinlikle… Bu sohbetlerin bitiminde en fazla Kuran veya yasin okuması olurdu. Onlar da Arapça idi ve anlamıyorduk. Bize benimsetmeye çalıştıkları radikal İslamcı bir düşünceydi, islamın özü değildi. Bu yüzden Gülen kitapları vs Türkçe, Kuran ve yasin Arapça okunurdu…

- U.P; Bu sohbetlere katılım zorunlu muydu?
            E.B; Evlerde kalanlar için evet zorunluydu. Katılmamak söz konusu bile olamazdı. Ancak benim gibi yurtta kalanları o sohbetlere alıştırmaya çalışıyorlardı. Bazen sizi öyle bir zorluyorlardı ki gitmek zorunda kalıyordunuz. Yani sınav döneminde bile benim kitabımı defterimi kapatıp bu sohbetlere götürüldüğümü hatırlıyorum…

            Yurtlar ve hizmet evlerindeki sohbetlerde cumhuriyet ve laikliğe karşı yapılan konuşmalar, yurtlar ve hizmet evlerinin finansmanları, öğrencilerin yaşadığı kişilik bunalımları ve ideolojik değişimleri, ilkokul ve lise çağındaki gençlerin bu ağın içine nasıl çekildikleri röportajın devamı “Kızlı-Erkekli Evleri Bırak Cemaat Yurtlarına Bak- II” yazısıyla yarın sizlerle…


.

5 Aralık 2013 Perşembe

ONLAR TARİH YAZDI, SİZ LEKELİYORSUNUZ



“Geçmişi kontrol eden bugünü de kontrol eder” diyor George Orwell.  Haklı da… Birçoğumuz farkında olmasak da her birimiz bunun birer canlı tanığıyız. Çünkü birileri tarih ile oynuyor, kendi kendilerine olayları saptırıyor, kronolojik sırayı değiştiriyor, tarihi olayları bugünün mantığıyla yorumlayıp manipüle ediyor…
                Aşırı islamcıların, taraf solcularının, ileri demokrasicilerin yazdığı yeni tarihe göre TBMM cunta meclisi, Atatürk yedi gün yirmi dört saat alkollü gezen, odasından yabancı kadınların eksik olmadığı bir diktatör, istiklal mahkemeleri dünyanın en faşist uygulaması, şeyh sait kahraman, işgalci İngiliz-Fransız kuvvetleri özgürlükçü, demokrasi getiren kahramanlar…
                Aklı ve mantığı olan, tarihi ve tarih biliminin yöntemlerini bilenler bunlara gülüp geçerler ama karşımızda Atatürk ilkelerinin tamamını sayamayan, kurtuluş savaşında batı cephesinde kiminle savaştığımızı bilmeyen, cumhuriyetin kuruluş tarihini dahi bilmeyen bir insan yığını var. İnsanlar yazılan yeni tarihe inanıyor, gün geçtikçe Cumhuriyetin temellerini sarsıyor, Atatürk Türkiye’sine düşman oluyorlar! Tabi ki tüm bunları AKP’nin “paralı askeri” yandaş tarihçiler, politikacılar ve gazeteciler anlatıyor, AKP alkış tutuyor. İktidara gelmeden önceki kayıtlarına baktığınızda da başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bugün milletvekili görevlerini yürüten birçok zatın daha o günden bugün kitlelere empoze edilmek isteyen yalan tarihi zırvaladıklarını görürsünüz..
                Her şeyden  önce tüm devrimlerde bir geçiş süreci vardır. Tak diye bir ülkede demokrasi kurulamaz. İnsanların kanıksaması gerekir. “Demokrasiyi sandıktan ibaret gören” zihniyetin Ortadoğu’ya getirdiği tepeden inme demokrasinin bölgeye getirdikleri bunun en basit örneğidir. Bu yüzden, 800 yıl boyunca demokrasi tanımını, seçme hakkını duymamış, son 200 yılını tamamen cehalet içinde ve boyun eğerek geçirmiş bir millette demokrasi ve çok partili rejim hemen tesis edilemezdi. Atatürk’ün amacı çok partili bir demokrasiyi, hukukun üstünlüğüne dayanan laik bir sistemi tesis etmekti. Tüm bunlar adım adım, sağlam temeller üzerine kurularak yapıldı.
                Gelin görün ki bizim Atatürk düşmanı tarihçilerimiz bunu evirip çevirdiler. Atatürk’ün tek parti iktidarında yegane lider, diktatör olduğunu savundular. Yaptığı uygulamaların demokrasiyle bağdaşmadığını, cuntacı anlayışla kendi saltanatını kurduğunu ileri sürdüler… Atatürk eğer ömür boyu süreceği bir saltanat isteseydi, zaten bunu kurar; kendini padişah ilan eder veya askeri bir cunta ile ülkeyi yıllarca pek ala yönetebilirdi. Devletin bekasını ve Türk milletinin aydınlık bir geleceği olmasını önemsemeseydi, bugün bölgemizdeki çoğu devlet gibi önümüze seçim sandığı yeni konmuş olacaktı! Öyle ki bu manüpilatif tarihçiler utanmasalar Osmanlı’nın çok demokratik bir devlet olduğunu, Atatürk’ün Osmanlı’yı yıkıp cunta rejimi kurduğunu söyleyecekler!
                İstiklal Mahkemelerini ise bugünün mantığıyla anlatıp eleştirmek en çok garibime gidenlerden. Önce o dönemi ele alalım; Yunan ordusu Anadolu’da hızla ilerliyor, İngilizler İstanbul’da, Fransızlar Güneydoğu’da memleketin her yanı düşman… Düzenli ordu kurulmuş, az mevcuta ve az mühimmata rağmen başarılı oluyor. Ancak işbirlikçi padişah, halifelik nüfusunu kullanarak Anadolu’daki şeyhleri TBMM’ye ve düzenli orduya karşı kışkırtıyor, Anadolu’da büyük ayaklanmalar çıkıyor. Hem itilaf devletleriyle hem de iç düşmanlarla mücadele eden TBMM çareyi “Hıyanet-i Vataniye”de buluyor. Tüm bu isyanların bastırılmasında caydırı olması, ordunun gücünün bölünmemesi ve yapılacak devrimlerin daha sağlam temellere oturtulabilmesi için. O dönemin Avrupa’sında da devlete karşı işlenen suçlar hemen hemen aynı yönteme ve cezalara tabi tutuluyor. Olayları bugünün mantığıyla bakan güzide “tarih çarpıtıcıları” TBMM’yi İstiklal Mahkemelerinin antidemokratik uygulama olduğu gerekçesiyle eleştiriyorlar. ( Hatta eleştirmiyorlar, TBMM’ye ve Atatürk’e alenen saldırıyorlar)
                Gerçekten çok merak ediyorum acaba TBMM yurdun dört bir köşesinde düşmanla savaşırken isyanlarla nasıl mücadele edecekti? Gücünün bölünüp Yunanlıların Ankara’ya ulaşması, Güneydoğu’nun Fransa egemenliğinde kalması, Vilayet-i sitte’yi Ermenilerin işgal etmesi, İstanbul’da İngiliz hakimiyetinin olması daha mı evlaydı? Eh belki bu onlar için daha iyi olacaktı. Malum zihniyet ne demişti “Burada İngilizler, Fransızlar yaşasaydı benim haklarım daha geniş olurdu…”
                Böyle çarpık bir zihniyet ancak; cehaleti arkasına alarak gücüne güç katan, halkın zaaflarından faydalanarak ilerleyen, tarihi istedikleri gibi değiştirerek kendi doğrularıyla yanlışlar imparatorluğu kuran karanlık bir zihniyettir. Atatürk’ü, büyük Türk devrimini çarpıtarak anlatmak sadece Atatürk’ün büyüklüğünü kabul edip Onun Türk halkında bıraktığı derin sevgi ve izi umutsuzca silme çabasından başka bir şey değildir. Cumhuriyet tarihine leke sürmek, kendi ideolojilerinin ne kadar güçsüz ve zayıf olduğunun, ancak manipülasyonlar ve çarpıtmalarla Cumhuriyeti yıkma çabasında olduklarının göstergesidir!

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 05.12.2013

28 Kasım 2013 Perşembe

AKP ORTADOĞU BATAĞINDA KAYBOLDU!





      AKP’nin uzun yıllar ülke gündemini meşgul eden ABD’den ithal Ortadoğu politikası yerle bir oldu. ABD’nin Ortadoğu coğrafyasını paramparça ettiği, Ortadoğu’daki stratejik bölgeleri ve petrol yataklarını kurulacak kukla yönetimler ile denetim almayı hedeflediği ve çok uluslu şirketler ile coğrafyayı talan etmeyi planladığı Büyük Ortadoğu Projesine(BOP) eşbaşkanlık yapan Erdoğan hükümeti, batının baltayı taşa vurması ile ortada kalakaldı. İktidarlarını sağlamlaştırmak uğruna batıyla işbirliği yapmış liderlerin tarihte yaşadıklarından ders almayan; Saddam Hüseyin’in, Rıza Pehlevi’nin, Hüsnü Mübarek’in, Muammer Kaddafi’nin “müttefik” sıfatından düşman durumuna düşürülmesini önemsemeyen AKP iktidarı aynı son ile karşı karşıya kaldı.
            Esad’ın, büyük halk desteği ve Avrasya bloku diyebileceğimiz Rusya-İran-Çin ittifakının desteği sayesinde ayakta kalması ile çöken BOP’ta her türlü medya manipülasyonuna rağmen ABD’nin Türkiye ortaklığı ile El-Kaideci ve El-Nusracı örgütleri Suriye’ye soktuğu, Esad’ın sivil halkı değil teröristleri vurduğu gün gibi ortaya çıktı. Esad yönetiminin düzenli orduyla terörle mücadele ettiği, ABD, Avrupa ve “müttefik” sıfatındaki kukla yönetimlerin bu teröristleri desteklediği ortaya çıkınca Obama yönetimi büyük zan altına kaldı, Avrupalı devletler büyük prestij kaybına uğradı. Batı bloku, Esad’ı deviremeyince “diyalog” yolunu tercih etti, desteğini terörist gruplardan çekti. Ne var ki tüm dış ve iç politikasını Esad’ın düşüşüne bağlayan AKP hükümeti bu durumdan memnun olmadı. Batının diyalog yolunu seçmesi ile Ortadoğu’daki yapay liderlik imajı sönen ve bir dış politika zaferi olarak sunulacak “Esad’ın devrilmesi” planı tutmayınca, iç ve dış politikası hezimetle sonuçlanan Erdoğan hükümeti zor durumda kaldı. Üstelik batıdan alınan birçok teminatın elden gitmesi de cabası… AKP çareyi ise Özgür Suriye Ordusu’na desteği devam ettirmekte buldu.
            Tayyip Erdoğan hükümeti halen Suriye’deki uç grupları desteklemeye devam ediyor. Ancak başta ABD olmak üzere Avrupa devletleri ile ipler kopmuş vaziyette! Erdoğan hükümeti, verdiği teminatları yerine getirmemeleri ve Suriye meselesinde kendisini ortada bırakması sebebiyle ABD ve Avrupalı müttefiklerine ateş püskürüyor! El-Kaide desteği ortaya çıkan Obama yönetimi ve Avrupalı müttefikler AKP iktidarının Esad karşıtı grupları destekleyici politikasını açık ve sert dille eleştirmek zorunda kalıyor. Bu durum da Erdoğan ile ona bir zamanlar “müttefik” diyen ülkeler arasındaki ipler kopma seviyesine getiriyor!
            BOP’un mimarı ABD ve Avrupalı müttefiklerin ellerinde bulunan ve proje boyunca bilinç şekillendirici silah vazifesi görerek Ortadoğu’daki birçok yönetimin meşruiyetlerini ellerinden alıp terörist grupları “özgürlük savaşçısı” gibi gösteren uluslar arası basın da doğal olarak AKP iktidarı üzerindeki desteğini çekti. New York Times, Washington Post, Financial Times gibi gazetelerin yanında Times Dergisi gibi trajı yüksek basın organları ile çok uluslu reytingi yüksek haber kanalları artık eskisi gibi Erdoğan ve iktidarını övmüyor. Bir zamanlar Ortadoğu’nun en güçlü lideri, Ortadoğu’nun potansiyel halifesi, Türk demokrasisinin en başarılı lideri gibi sıfatlar ile Türkiye’deki kamuoyunu ve Ortadoğu halklarını etkilemek için Erdoğan’a konan etiketler kalktı. Yerine Erdoğan için “otoriter, İslamcı, laiklik karşıtı” gibi sıfatlar konuyor. Bir dönem “Türkiye’de sivil bir demokrasi kurdu, derin devleti yıktı. Türk demokrasisi güçlendi” şeklinde sayfalarına taşıdıkları Tayyip Erdoğan’ı artık “bireysel özgürlükleri yok eden, ülkedeki medya ve konuşma özgürlüğünü ortadan kaldıran, padişah mizaçlı bir lider” yorumuyla okurlarıyla buluşturuyorlar! Financial Times Gazetesi ise yıllardır Erdoğan yönetimini Türkiye ekonomisini şaha kaldırdı şeklinde desteklerken, bugün “Türkiye ekonomisi kırılgan bir yapıdaydı, artık altyapı için bile bütçe ayrılamıyor” şeklinde yazıyor. Aşk bitti, batı medyası üzerine makyaj yaptığı Erdoğan ve hükümetinin imajını artık makyajsız haliyle gösteriyor.      
            Ortadoğu’daki şişirilmiş liderlik imajı, başarısız olan BOP’un ardından kesilen medya desteği bir tarafa, politik olarak da bitti. Başbakan planladığı Filistin gezisini Filistinli yetkililerin itirazı ile askıya almak zorunda kaldı. Bugüne değin İsrail çıkışları ile gözü boyanan Filistin halkı, politik icraatları ile gerçekte kimin yanında yer aldığını anladığı Erdoğan’ı artık istemiyor. Mısır’da islamofaşist ideolojisiyle ile şaibeli bir biçimde başa geçmiş Mursi’nin devrilmesinden sonra AKP’nin sürdürmekte ısrarcı olduğu Müslüman Kardeşler desteği Mısırla gerginliği tırmandırıyor. AKP’nin kurduğu Müslüman Kardeşler ile yakın ittifakın çökmesi Türkiye için Ortadoğu’daki dengeleri büyük ölçüde etkiledi. Bu durumdan hınç alırcasına izlenen Mısır’ın yeni yönetimiyle ilişkiler Türkiye Büyükelçisini ülkeden kovduruncaya kadar gitti. Ortadoğu’da ABD’nin her daim müttefikliğini yapan kukla Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün’le de ipler gerildi. Türkiye’nin BOP’ta ortada bırakılması ile Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün üçlüsü de Türkiye’yi bırakıverdi. Bir zamanlar bölge lideri nidaları atılırken bugün Erdoğan’ın Ortadoğu’da aşağı yukarı iyi ilişki içinde olduğu devlet kalmadı!
            AKP, girdiği Ortadoğu batağında kendi kayboldu. Tarihten ders almadan izlediği bu yolda iktidarının kaynaklarını bu yolu izlemiş diğer liderler gibi kaybetti ve ortada kaldı. Bugün iç politikada AKP’nin gittikçe radikalleşmesi ve islamo-faşist baskısını ölçüsüzce arttırması, hayal ürünü büyük ve çılgın projeler ile kamuoyunun oyalanması, basın ve muhalifler üzerinde baskının daha da artması gibi tanık olduğumuz olaylar iktidarın içinde bulunduğu telaşın tezahürüdür… Şu an Gülen Cemaati ile açık bir kavga içinde olan Erdoğan’ın, 2007’den beri uyutulan bir kavganın içinde kendini bulması Ortadoğu politikasıyla birlikte siyaset sahnesinde de iktidarının kaynaklarınca yalnız bırakılmasındandır! Kısaca AKP, BOP’a eşbaşkan olarak girdiği Ortadoğu bataklığına saplandı ve kayboldu. İktidarının kaynağı uluslar arası desteği finansal, politik ve medyatik açıdan yitirdi gitti… Kendi içlerindeki kavgalar ile parti küçülmeye devam ediyorlar. Batı tarafından yalnız bırakıldıkları bu süreçte muhalefet üzerinde kurdukları baskı da ters tepiyor. Ülke üzerindeki “mutlak hakimiyet” kaybediliyor! AKP, hızlıca eriyor… 

                                                                                                                      Gündem Gazetesi 28.11.2013