29 Mayıs 2015 Cuma

DİYANETE UÇAK



          Zannediyorum ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın protokol konusundaki kafa karışıklığı Başbakanlığa bağlı kurum ve kuruluşların görev dağılımları konusunda da kafasının karışmasına sebep oldu. Başbakanlığı döneminde yapılan bir protokol değişikliği ile Diyanet İşlerini bazı bakanlıklardan daha ön sıralara alarak “eşit konumdaki bakanlıkları” ortadan ikiye bölüp eşi görülmemiş bir protokol düzenlemesine imza atan Erdoğan şimdi ise “Mercedes skandalı” ile gündeme gelen Diyanet İşleri Başkanlığına özel uçak tahsis etmeye karar verdi. Papa’ya tahsis edilen özel uçaktan dem vuran Erdoğan aynı imkanın Diyanet İşleri Başkanına da tanınması gerektiğini söyledi.
            Başbakanlığı döneminde, kendinin eşitlerin birincisi olduğunu unutup, daha sonra eş konumdaki bakanlıkların arasına “Başbakanlığa bağlı alt kurum olan” Diyaneti sıkıştırmasının ardından Erdoğan, herhalde Papa’nın devlet başkanı statüsü olduğunu da unuttu. Söylemleri bunu gösteriyor, daha da korkuncu “Diyanet İşleri Başkanını” daire başkanı değil de Ruhani Lider zannediyor, bir ruhban sınıfı oluşturmaya çalışıyor.
            Türkiye’deki bakanların dahi özel uçağı bulunmazken, Diyanet’e böyle bir “kıyak” girişiminde bulunması ilginç… Zannederim ki 330 bin liralık Mercedes’in gelen tepkiler sebebiyle Diyanet İşleri Başkanının altından çekilmesinin intikamını özel uçak tahsis ederek alacak. Kim bilir, belki “özel uçak kıyağına” Aksaray üzerine çıkan tartışmalara verdiği cevap gibi “uçağın tekerleği yok ya” şeklinde yanıt verecek. Merak ettiğim ise şudur, Başbakanlığa bağlı diğer 26 başkanlığa ve genel müdürlüğe de aynı imkan sağlanacak mı? Yoksa Diyanet İşleri Başkanlığı, seçim sonrası, AKP’nin iktidara gelmesi halinde, hayali kurulan Başkanlık sisteminde yerini alacak yeni bir Bakanlık mı?
İktidara gelmeden önce “makam aracı fazlalığından” şikayetçi olan Erdoğan, makam arabalarını geçin “makam uçakları” ile güzel bir filo oluşturarak yine “itibar patlaması” yaratma derdinde anlaşılan. Darısı, itibarı noksan Almanya’nın, Fransa’nın, İtalya’nın başına olsun. Başımızda dünya lideri var!

                                                                                         Gündem Gazetesi 29.05.2015

15 Mayıs 2015 Cuma

SOMA FACİASI



             
            Geçtiğimiz Çarşamba günü Türkiye tarihinin en karanlık günlerinden birinin yıl dönümü idi. Resmi rakamlara göre 301 madencimizi kaybettiğimiz Soma Faciasının birinci yılıydı.
            Soma’daki facia göz göre göre gelmişti. Mecliste CHP grubunun verdiği Soma’daki kömür madeni ile ilgili soru önergesi ve raporlar facianın geleceğini söylüyordu. Konu kulak arkası edilmişti. Çünkü madeni işleten firma yandaştı, AKP’nin adamıydı. Denetimler yapılmış, denetimi yapan mühendislerin rapor ettiği facia emareleri görmezden gelinmiş, yaşam odaları madene konmamıştı. Nitekim Soma Faciası yaşandı.
            Yandaş basından gelen seslerde Soma Faciasının “Ergenekonun” veya “Gezicilerin” işi olduğu yazıldı, çizildi, 301 madencimizin yaşamını yitirdiği facianın sorumlularından hesap sormamız engellendi. Demokrasiyi sandıktan ibaret gören Erdoğan’ın tüm katılımcı demokrasi kanallarını tıkayan yönetimi, tek çare olarak sokağı gören halkı sokaklarda gazladı; Türkiye’nin işçi güvenliği sorununa dikkat çekmek isteyen insanlar Gezi Parkı ayaklanmasındaki gibi bir komplo teorisinin piyonları gibi gösterilecek itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
            Oysaki hükümetin bu pişkinliği yerini biraz erdeme bırakmış olsa idi, müsteşar sokakta kazazede yakınını tekmelemeyip, dönemin Başbakanı “Yahudi dölü” gibi işi nefret söylemlerine kadar vardırmasaydı ve sadece ama sadece katılımcı demokrasi kanalları tıkanmış, haklarını sokakta arayan insanlara kulak verse idi bugün 2423 işçi daha hayatta olacaktı. Zira, Soma Faciasından bu yana, sadece bir yılda 2423 işçimizi iş kazalarında ihmallerden ötürü kaybettik.   
            Üstelik Soma Faciasında yakınlarını kaybeden aileler de geçtiğimiz bir yıl içerisinde yaşamını yitiren işçilerimizin aileleri de devletten hiçbir destek görmedi, hükümet verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı. AKP’li bir milletvekili Soma Faciasının 1. yıl dönümünde “torba yasalardan dolayı işçi güvenliği konularına ve işçi ailelerine mecliste sıranın gelmediğini” itiraf etti.
            Birileri için saraylarda oturmak, fildişi kulelerinde Osmanlı Padişahçılığı oynamak çok eğlenceli… Bu değirmenin suyu Soma’da, diğer maden göçüklerinde ve işçi ölümlerinde görmezden gelinen yandaş peşkeşleridir. Önümüzde genel seçimler varken, sandık harici tüm katılımcı demokrasi yolları tıkanmışken yaşananları seçmenin vicdanına bırakıyorum.
                                                                                                                   Gündem Gazetesi 15.05.2015

8 Mayıs 2015 Cuma

TÜKETİM BAHARINDAN ARAP BAHARINA TÜRKİYE



            Kimsesizlerin kimsesi idiler, aynı sudan içmişler idi, istikrarın sembolü idiler vesaire, vesaire…
            Gelin görün ki Türkiye’nin 13 senenin ardından geldiği noktada istikrar yok, kimsesizlerin kimsesi yok.
            Sokaklarda kimsesizleri görüyoruz. Özellikle metropollerde insanlar ailecek dilenir hale gelmiş, geceleri karda kışta sokakta battaniyelerle uyur hale gelmiş durumda. Gelir uçurumu öyle bir hal almış durumda ki Güney Afrika gibi yüksek duvarlı sitelerde ikamet eden ve yüksek güvenlikli sitelerin duvarlarında dilenen insanlar var. Artık Erdoğan’ın gözdesi AVM’ler üst orta sınıf ve yukarısı için saklanılacak birer yaşam merkezi.
            AVM’lere ziyaret akını açık havada, mahalle esnafıyla bir arada alışverişi bitirdi, kentli kültürünü bitirmekle kalmadı orta sınıfı bertaraf ediyor. Yabancı tüketim mallarının artışı ve Osmanlı’daki kapitülasyonları anımsatan gümrük imtiyazlarının yerli üreticiyi bitirme noktasına geldiği bu dönemde, orta sınıf imkansızlıklarından ötürü isyan etmek yerine alışveriş suhuletine kapılıp, üst orta sınıf ve yukarısının taklit malları ile kredi borcuna batmış olmalarına rağmen sahte bir zenginlik yaşıyorlar! Dört bir tarafı AVM’lerle çevrili, yüksek güvenlikli şık rezidanslarla dolu Türkiye bir Dubai rüyası yaşıyor; darphaneden çıkan gıcır ve karşılıksız paralar ile zenginlik vahası görüyor.
            İstikrarın teminatı AKP, ekonomisi ile tepe taklak yuvarlanmak üzere ancak bugünün saraylıları Arap Padişahçılığı oynarken durumun farkında değil. AKP iktidara ilk geldiğindeki sihirli değnek dokunmuş gibi gelen ekonomik refah üretim gücümüzden değil, üretimi az tüketimi fazla her ülkedeki gibi inşaat sektörünün yabancı krediler ile diriltilip kentlerin talan edilmesinden ötürüydü. Düşük faizli krediler, kira öder gibi ev sahibi olma palavraları daha o dönemde orta sınıfın yüreğini hoplattı; şimdi hepsi kredi batağında, bu sistemin devamı için AKP’ye bağımlı.
              Kimsesizlerin kimsesi Erdoğan aylık elektrik faturası 1.142.760 lira, doğalgaz faturası 1.666.667 lira, aylık temizlik maliyeti 8 milyon lira, aylık peyzaj bakımı 9 milyon lira olan sarayında ikamet ederken sokaklardaki perişan halkı görmüyor, aynı sudan içtiği ancak gerçekte bilmem ne marka yabancı gazlı su tüketerek orta sınıfın batık konumunu görmezden geliyor.
            Bir ülkenin gerçek itibarı saraylar ile değil, halkın refahı ile ölçülür. Ekonomik gelir dağılımı bakımından alt ve üst sınıfın az, orta sınıfın fazla nüfus işgal etmesi o ülkenin refahının ölçütüdür. Erdoğan’ın neoliberal ekonomisi, istikrarının sembolü orta sınıfı ile birlikte kaybolup gidiyor. Orta’nın eridiği yoksul ve zenginin hızla arttığı, tüm kültürünü ve kentli yaşamını bitiren bu oluşumun zannederim ki tek eksiği adı konulmamış monarşi olan Ortadoğu işi başkanlık sistemidir. Biz de geldik mi şimdi bir tüketim baharından Arap Baharının kapısına? Ne dersiniz? 

                                                                                                                   Gündem Gazetesi 08.05.2015