28 Kasım 2014 Cuma

OTOSANSÜRDEN RESMİ SANSÜRE AKDİKTATÖRLÜK



           ABD’de soğuk savaş yıllarında birçok aydın, asker, bilim insanı ve sanatçı dönemin başkanı McCharty’nin elinde salladığı “terör” listesiyle içeri atılmıştı. ABD’de etkileme gücü yüksek bu isimlerin ortak noktası Soğuk Savaş döneminde ABD hükümetinin “Sosyalizm” endişesi ile halka uyguladığı aşırı baskıları, insanlık ve hukuk dışı muameleleri eleştirilmeleriydi. McCharty’nin elinde bulunan bu linç listesinin ardından başlayan soruşturma ve davalar ABD vatandaşlarının hafızalarından asla silinmeyecek bir istibdat dönemini başlattı. İçlerinde Albert Einstein gibi önemli bilim insanlarıı ve akademisyenlerin de bulunduğu bu davalar silsilesinde linçe uğrayan isimler aslında kamuoyu önüne ibretialem için çıkarılmışlardı. Zira, McCharty isimleri açıkladıktan sonra başlayan dönem tüm vatandaşların telefonlarının dinlendiği, herkesin en ufak bir muhalif hareketinde veya kalabalık bir ortamda ettiği bir laf ile içeri atıldığı bir dönemin başlangıcıydı. O dönemde medyada eşi görülmez bir otosansür uygulandı. Yazarlar, gazeteciler ayaklarının taşa değeceği korkusuyla otoriteye ve baskıya boyun eğdiler. O dönem McCharty’nin listesinde bulunan isimler yıllarca mahkeme salonlarında süründükten sonra suçlu bulunmamışlardı, süreç sadece ABD halkını ve aydınlarını baskılamaya yaramıştı. McCharty istibdadının ABD medyasındaki etkisi ise halen sürmekte… ABD gazeteleri Ortadoğu’daki ABD katliamlarını, ABD’nin dış politika hamlelerini, ABD’deki silah lobisinin ülke içini ve dışını nasıl kana buladığını veya kitle iletişim araçları ile halkın ne denli şekillendirildiğini halen derinlemesine kaleme alamaz, eski bir gelenek olan “milli güvenliğe zarar verici yayın” yaparak yargılanmaktan korkarlar. ABD medyasındaki derin otosansür McCharty’den beri devam etmektedir.
            Türkiye de yakın tarihinde böyle bir dönem yaşadı. Ergenekon Terör Örgütü adında bir örgüt birden ortaya atılıverdi. Ergenekon davasında yargılanan birçok bilim insanı, aydın, sanatçı, gazeteci ve yazarın ortak noktası AKP hükümetine muhalif olmaları idi. Bir araya gelmesi ideolojik olarak dahi imkansız insanlar sözde aynı terör örgütüne hizmet ediyorlardı. Bugün Ergenekon davasını unutmuş gibi dursak da hatırlaması zor olmayacak kadar yakın o dönemde her birimiz telefonlarımızın dinlenmesi korkusu ile hükümeti telefonda dahi eleştiremediğimiz, kahvehanede ne olur ne olmaz diye hükümet aleyhtarı sohbet edemediğimiz veya sokakta konuşamadığımız bir dönemi yaşadık ve eminim ki bu dönem her birimizin hafızasına ABD’deki McCharty dönemindeki gibi kazınmıştır. Ergenekon davasında yargılanan birçok gazeteci, yazar ve aydının “dışarıdaki” meslektaşlarına ibretialem olması için içeride yattığı dava neticelenince ortaya çıkmıştı. Türkiye’deki otosansür işte bu dönemde kendini gösterdi veya kristalize oldu. AKP, iktidara “muhafazakar demokrat” görüntüsü ile gelip aşırı İslamcı bir faşizm uygulamaya, medyanın Ergenekon sonrası kendini ciddi bir otosansürün kucağında bulması ile başladı. Bugünlerde ise otosansür kendini resmi sansüre bırakmış durumda.
            Geçtiğimiz gün 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna da yayın yasağı getirildi. Yasağın gerekçesi adil yargılamanın etkilenmemesi, sanıkların masumiyetlerinin zedelenmemesi ve adil yargılama ilkesinin ihlal edilmemesi idi. Ancak halihazırda bulunan yasalar zaten adil yargılamayı etkileyecek veya adil yargılamayı ihlal edecek yayınlar yapan kişi veya kurumlara cezai işlem uygulanması yönünde. Mahkeme kararı kesinleşene kadar bulunan “sanıkların masumiyet karinesinin” ihlali de aynı şekilde hukuki yollarla engelleniyor. Yani 17 Aralık soruşturmasına topyekün yayın yasağı getirilmesi yukarıdaki yayın yasağı gerekçesini aklamıyor. Yayın yasağına duyurulan gerekçe tamamen hukuk sistemini kendi boyunduruğu altına almış iktidar partisinin bir sonraki seçime kadar yolsuzluk ve rüşvet skandalını halka unutturmaya yönelik hamlesidir.
            Bu yayın yasağına uymayacağını duyuran ve tek dik duran gazete ise Cumhuriyet Gazetesi olmuştur. Hatırlayalım, Cumhuriyet gazetesi daha önce de MİT müsteşarı, dönemin Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve dönemin başbakanı Erdoğan’ın avanesinin toplantığı ve bizi Suriye ile savaşa sokmak için komplo teorileri üretilen toplantının ses kayıtları ortaya çıktığında da yayın yasağına uymayacağını belirtmiş ve uymamıştı. Reyhanlı saldırısı gerçekleştiğinde uygulanan yayın yasağı bugün Türkiye’de IŞİD’in ne denli ve nasıl kök saldığını anlamamızı engellemiş, Ortadoğu’da geçtiğimiz Nisan ayından beri yaşanan ve Türkiye’nin geleceğini korkunç derecede etkileyecek olan dış politikamızın bize ne denli zarar vereceğinden bihaber bırakmıştır. MİT tırlarına getirilen yayın yasağı ise AKP hükümetinin dış politikasının kime hizmet ettiğini bize göstermeyi engellemiştir. Cumhuriyet Gazetesini getirilen yayın yasağına dik duruş sergilediği Dışişleri toplantısı da keza öyle. Geçmişte, Ergenekon ile başlayan otosansüre dik duran medya kuruluşları bir iki gazeteden daha fazla olsaydı, halkın haber alma özgürlüğünü ihlal eden ve tamamen politik yararlar için alınan yayın yasaklarına da Cumhuriyet Gazetesi gibi dik duran önemli medya organları olsaydı bugün artan ve tamamen kitle iletişimi felç eden resmi medya karartmaları uygulanmayacak, bir diktatörlük rejimine geldiğimiz ve bayırdan aşağıya hızla sürüklendiğimiz sonu belirsiz dönem bu kadar uzun sürmüş olmayacaktı.
            Medyaya uygulanan sansür hiçbir dönemde başarıya ulaşmamış, kamuoyundan saklanan gerçekler zamanı gelince ortaya çıkmıştır. Bugün otosansürün kucağına oturan ve resmi sansüre “meslek etiklerini” hiçe sayıp tepki göstermeyen medya kuruluşları ve gazeteciler her diktatörün fıtratında olan iktidarının çöktüğü gün diktatöre arkasını dönen ilk cenah olacaklardır. Tarih bize bunu hep göstermiştir. 
                                                                                                                      Gündem Gazetesi 28.11.2014

16 Kasım 2014 Pazar

Y-CHP’DEN TİKSİNİYORUM!




           İngiliz istihbarat subayı Maussel “Pantürkizme karşı ağırlık olarak Kürt milliyetçiliğini çıkarmak gerekir. Coğrafi durum dikkate alındığında Türk kovanına önemli bir unsur olarak sokulabilirler” – 1917
             
         Sene 1921, Türk Kurtuluş Savaşının en kritik yılları! Yunan ordusu Ankara’ya dayanmış, meclisten top sesleri duyuluyor. Öte yandan Çerkez Ethem isyan etmiş, kurtuluş mücadelesi tehlikede… Anadolu halkı topyekün var olma mücadelesi veriyor. Balkan, Trablusgarb ve I. Dünya Savaşı cepheleri halkı yormuş, Mondros orduya büyük darbe indirmiş. Asker az, Anadolu halkı kadın, çocuk savaşın içinde! Silah yok, para yok, yiyecek yok… Sevr Anlaşması; Bağımsız Kürdistan, Büyük Ermenistan bu dönemde hala sıcak, Batı ellerini ovuşturuyor. Mustafa Kemal ve Milli Mücadelenin zayıf göründüğü bu anda Tunceli’de Koçgiri İsyanı patlak veriyor. Türk Kurtuluş Mücadelesinin en çetin çarpışmalara hazırlandığı bu dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Lawrence benzeri İngiliz Ajanları cirit atıyor. Ayrılıkçı-Kürt Aşiretleri birden ayaklanıveriyorlar! Ayaklanmanın elebaşları Seyit Rıza, Baytar Nuri Dersimi ve Ali Şerbey. İngiltere destekli Seyit Rıza Ankara yönetimine meydan okuyor, sözde Kürdistan bayrakları Güneydoğu’da asılmaya başlanıyor; Kürdistan marşları besteleniyor! Yani ciddi bir ayrılıkçı hareket söz konusu. İngiliz uçakları Koçgiri’ye yardım atıyor! ( Bu belgeler Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık arşivlerinde mevcuttur.) Bugün belli cenahlarca diktatör olarak anılmaya başlanan Atatürk ise Koçgiri’deki Aşiret liderleri ve bölgedeki ileri gelenlere Ankara’da milletvekilliği teklif ediyor! Dikkat ediniz bu seneler Avrupa’da faşizmin yükselişe geçtiği, Mussolini’nin iktidara geldiği, bize tarihimizle yüzleşme martavalı okuyanların en karanlık yıllarına giriş yaptığı dönemlerdir!
            1927’ye gelindiğinde Ağrı İsyanı patlak verdi. İsyanın elebaşı, Koçgiri İsyanından tanıdığımız Baytar Nuri Dersimi… Bu dönemde Suriye ve Irak İngiliz-Fransız kontrolünde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da İngiliz ve Fransız İstihbaratçılar cirit atıyor. Ağrı İsyanını başlatan emperyalist aktörler Koçgiri isyanındaki maşaları kullanıyor. Üstüne üstlük bir de o dönemde Irak ve Suriye’de yine İngiliz ve Fransız desteği ile ortaya çıkmış ayrılıkçı Kürt ve Ermenilerin kurduğu “Hoybun Cemiyeti” adında bölücü bir terör örgütü Ağrı İsyanında azımsanmayacak bir rol üstleniyor. Bugün Kürt hareketinin temel olarak aldığı Koçgiri, Ağrı ve Dersim isyanlarında önemli roller oynamış aşiret reislerinin aktif rol aldığı Hoybun Cemiyetinin en önemli amacı “Türkiye Kürdistanı’nın bağımsızlığı” olarak belirlenmiş, en önemli ilkesi ise “İran devletine, Irak ve Suriye’deki Arap halkına ve Onların himayecileri olan İngiliz ve Fransızlara karşı dostane bir tutum takınmak.” olmuştur. Yani bugün Bağımsız Kürdistan diye bağıran “yeni” solcularımız emperyalist ve mandacı fikirleri kendine ilke edinen bir işbirlikçi ağının kucağındadır. ( Meraklıları tarihçi Sinan Meydan’ın “Cumhuriyet Tarihi Yalanları II” kitabında Hoybun Cemiyeti, öncesi ve sonrasındaki ayrılıkçı isyanlar ve Hoybun’ın baş aktörlerinin İngiltere, Fransa ve ABD’den ne çeşit yardımlar aldığını belgeleriyle okuyabilirler.)
Ve sene 1937, geliyoruz meşhur Dersim İsyanına! 1921 ve 1926 tecrübeleri ile Ankara hükümeti Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki feodal hakimiyeti kırmak, şeyhlerin ve aşiret reislerinin halk üzerindeki etkinliklerini azaltmak için 1934’te bir İskan Yasası çıkararak toprak reformuna imza attılar. Böylece topraklar ağalardan alınarak topraksız köylülere dağıtıldı. Üstüne üstlük Ankara, Osmanlı’dan beri isyan eden 3-5 aşireti de bölgeden batıya sürünce Dersim isyanı için ortam hazırlanmış oldu. Bilindik kadro 1937 Dersim İsyanında yeniden sahneye çıktı. İsyanın elebaşları Seyit Rıza, Baytar Nuri Dersimi ve Ali Şerbey idi. Öncelikle Ali Şerbey öncülüğünde Dersim’de Ankara  Hükümeti ve Cumhuriyet karşıtı propagandalar yapılıp isyana zemin hazırlanmaya çalışıldı. Ardından Tunceli-Erzincan arasındaki Kalmut Köprüsü Haydaran Aşireti üyelerince yıkıldı. Bunu takiben Seyit Rıza adamlarına verdiği talimat ile Sin köyündeki karakolu basıp askerlerimizi şehit etti. Ardından Abaşan Aşiretinin karakol baskınları olayları izledi. Mart ve Mayıs ayları boyunca isyana öncülük eden 6 aşiret birçok karakol baskını yapıp onlarca askeri şehit ettiler. Yaşanan ayrılıkçı bir kalkışma, aleni bir ayrılıkçı terör faaliyetiydi. Bunun üzerine Ankara bu kalkışmaya müdahale kararı alıyor. Müdahaleden önce Ankara hükümeti Seyit Rıza’ya isyanı durdurması için üç kişiden oluşan bir heyet gönderiyor, aşiretleri ikna yoluna gidiyor. Aşiretler isyana devam edince son kez isyancılara uçaklardan “isyanın bastırılacağına” dair bildiriler atılıyor. Bu da kar etmeyince Dersim Harekatı başlıyor. Dikkat ediniz değerli okurlar, 1937’lerde yeni kurulmuş bir ulus devletin tolere edemeyeceği bir ayrılıkçı terör kalkışması önce diyalog yoluyla halledilmeye daha sonra da uyarı yoluyla ikna edilmeye çalışılıyor. Dönemi dönemin şartlarında değerlendirmekten yoksun, analiz-sentez yetisi olmayan sözde aydınlar ve yeni solcuların Dersim’i “diktatörün faşizan soykırımı” diye lanse ettiği yıllarda Avrupa’da Franco, Mussolini ve Hitler tüm muhaliflerini acımasızca katlediyor!
            I. Dersim İsyanı “aşiretlere” yapılan operasyon ile bastırılıyor ve Seyit Rıza yakalanıyor. Mahkeme önüne 72 sanık çıkartılıyor ve sadece 7’si idam ediliyor. İddia edildiğinin aksine katliamcı bir devletin girişmeyeceği bir tutum. Dikkat ediniz sene 1937! Atatürk’ün direkt sorumlu olduğu ve soykırımla suçlandığı Dersim harekatı budur. Bilançosu ise yalnızca 265’tir. Gerek Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay kaynaklarında gerek de bölgeyi yakından izleyen İngiliz ve ABD istihbaratının iç yazışmalarında bilanço üç aşağı beş yukarı bu kadardır!
            Bugün Türkiye’nin geldiği nokta bir Kürdistan’ın kurulması arifesidir. Bunun önündeki tek engel ulus devlet ve Atatürk’ün izindeki devlet yapısıdır ve bunun tasfiyesi gerekmektedir. Bu tasfiye için tarihle yüzleşmek adı altında tüm milli kimliğimizi bertaraf edici, tarihimizi baştan yazıcı ve yanıltıcı söylemler gerek iktidar partisi gerek de sözde aydınlar nezdinde son yıllarda ABD senatosu ve Fransız parlamentosuyla ve bunların uzantıları Hoybun Cemiyetivari sivil toplum örgütleriyle senkron bir biçimde dilendiriliyor. 2 senedir yazıyorum, ulusal çaptaki yazarlar da uyarıyor; Sevr Hortluyor!
            Bundan tam 94 yıl önce Batı’nın bölgedeki tüm emperyal çıkarlarını bertaraf eden Atatürk’ün partisi, bugün girdiği her kabın şeklini almaya çalışırken, Türkiye’ye yumuşak müdahale ile ihraç edilen her siyasi iklime ayak uydurayım derken tüm bunların aleti olmaktadır. Atatürk’ün partisinin bugün geldiği nokta içler acısıdır! İşbirlikçi sola evrilen CHP, tarihsel geçmişini ve Anadolu ve Trakya’nın felsefi birikimini bir kenara atmış; 94 yıl önce ülkeden kovduklarının kucağına adeta oturmuştur. CHP’de Atatürk ile başlayan, Dersim ile biten söylemlere bu hafta bir de Dersim özrü eklenmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi tarihinin en içler acısı, parti politikalarından ve ilkelerinden en çok ödün verdiği dönemdedir. Tarihle yüzleşmek ve tarihle hesaplaşmak arasındaki ince çizginin farkına vardıklarında CHP’ye önerim kendi partilerinin tarihleriyle bu kez gerçekten “yüzleşmeleridir”. Belki içinde bulundukları yanılgıları ve ilkesiz, nereye çeksen savrulan ideolojilerini bir nebze tamir etme fırsatı bulabilirler! 
                                                                                                                      Gündem Gazetesi 17.11.2014

14 Kasım 2014 Cuma

TÜM İTİBARIMIZI KURTARAN(!) AK-SARAY




            Otoriter AKP rejiminin tüm hırsını ve şatafatını yansıtan AK-Saray tüm yurtta infial yarattı. Hitler’in Welthauptstadt Germania projesi vardı, Erdoğan’ın AK-Saray’ı ise hayaldi, gerçek oldu. Açlık sınırının asgari ücretten 300 lira fazla olduğu, işsiz sayısının 3 milyona dayandığı, 46 milyon kişinin açlık sınırının altında olduğu ülkemde, 1.5 milyar liraya ( Eski paraya göre 1 Katriyon 500 milyar) Erdoğan’a saray yapıldı. Halkı yatıştırmak ve uyutmak için ise yapılan tek savunma “AK-Saray Türk milletinindir” ifadesi oldu, konu kapandı! Dünyanın en şatafatlı, en görkemli saraylarında en geri kalmış ülkelerin kralları, sultanları, diktatörleri ikamet ediyor. Erdoğan kendine uyanı yaptı, ancak bir tek Burma kralının sarayını geçemedi. Yine de 1.000 odalı esrarengiz AK-Saray, Burma kralınınkinden bile daha fazla odaya sahip… Bir AKP’li bakana göre ise AK-Saray Türkiye’nin itibarını kurtarıyor; madencinin kanıyla, ağır vergiler altında ezilen halkın alın teriyle dikilmiş beton yığını bizi muhasır medeniyetler zirvesine taşıyor.
            Gelin pişkinlik timsallerine Türkiye’nin gelişmişlik düzeylerini hatırlatalım. Beton yığını AK-Saray’ı gelişmişlik ve itibar olarak addedenlerin yönettiği ülke İnsan Hakları İhlallerinde Dünya ikincisi. Basın özgürlüğü sıralamasında Nepal, Katar, Zimbabve, Irak ve Singapur’un gerisinde, 180 ülke içinde 154. sıradayız. Sivil özgürlükler alanında dünyada 132. sıradayız. Dünya’da demokrasi sıralamasında Gana, Lübnan, Bangladeş ve Moğolistan’ın gerisinde, Nikaragua ile 89. sırayı paylaşmaktayız. Kadın-Erkek eşitliğinde 135 ülke içinde 122. sıradayız. Milli gelirin baz alınarak yaşam kalitesi alanında yapılan araştırmada ise liste dışıyız! Dünya’da gelir eşitsizliğinde 3. ülkeyiz. Rüşvet alanında Avrupa’da 1. dünya sıralamasında 6. ülkeyiz. Eğitim kalitemiz 65 ülke içinde 44. olmaya elveriyor. Sağlık hizmetlerine erişebilirlik alanında ise dünyada 109. sıradayız. Anne ve çocuk ölümleriyle 189 ülkenin 108.si olmayı başardık. Dünyanın nüfusu en mutsuz 6. ülkesiyiz. 2011 ila 2014 yıllarına ait Türkiye’nin bu verileri bir utanç tablosu, gelişmişlik seviyemizin ve itibarımızın göstergesidir!
            Saraylar, yukarıdaki gibi utanç tablosuyla iktidar şatafatı yelkenine rüzgar dolduran, demokrasiyi ve insan haklarını ihlal edip gelir eşitsizliği ile ceplerini dolduran tiranların, oligarşik iktidarların barındığı yerlerdir. Eninde sonunda saraylarından atılırlar ve tarihte kara leke olarak kalırlar!
            Atatürk’ün mirası Atatürk Orman Çiftliğinin üzerine AKP iktidarının sevdiği “ağaç katliamı” ile oturtulmuş AK-Saray ancak ve ancak zamanı geldiğinde bir “utanç müzesine” çevrildiği zaman Türk milletinin olur ve Türkiye’nin itibarını kurtarabilir.

                                                                                                                      Gündem Gazetesi 14.11.2014