ABD’de soğuk savaş yıllarında birçok aydın, asker, bilim
insanı ve sanatçı dönemin başkanı McCharty’nin elinde salladığı “terör”
listesiyle içeri atılmıştı. ABD’de etkileme gücü yüksek bu isimlerin ortak
noktası Soğuk Savaş döneminde ABD hükümetinin “Sosyalizm” endişesi ile halka
uyguladığı aşırı baskıları, insanlık ve hukuk dışı muameleleri
eleştirilmeleriydi. McCharty’nin elinde bulunan bu linç listesinin ardından
başlayan soruşturma ve davalar ABD vatandaşlarının hafızalarından asla
silinmeyecek bir istibdat dönemini başlattı. İçlerinde Albert Einstein gibi
önemli bilim insanlarıı ve akademisyenlerin de bulunduğu bu davalar
silsilesinde linçe uğrayan isimler aslında kamuoyu önüne ibretialem için
çıkarılmışlardı. Zira, McCharty isimleri açıkladıktan sonra başlayan dönem tüm
vatandaşların telefonlarının dinlendiği, herkesin en ufak bir muhalif
hareketinde veya kalabalık bir ortamda ettiği bir laf ile içeri atıldığı bir
dönemin başlangıcıydı. O dönemde medyada eşi görülmez bir otosansür uygulandı.
Yazarlar, gazeteciler ayaklarının taşa değeceği korkusuyla otoriteye ve baskıya
boyun eğdiler. O dönem McCharty’nin listesinde bulunan isimler yıllarca mahkeme
salonlarında süründükten sonra suçlu bulunmamışlardı, süreç sadece ABD halkını ve
aydınlarını baskılamaya yaramıştı. McCharty istibdadının ABD medyasındaki
etkisi ise halen sürmekte… ABD gazeteleri Ortadoğu’daki ABD katliamlarını,
ABD’nin dış politika hamlelerini, ABD’deki silah lobisinin ülke içini ve dışını
nasıl kana buladığını veya kitle iletişim araçları ile halkın ne denli
şekillendirildiğini halen derinlemesine kaleme alamaz, eski bir gelenek olan
“milli güvenliğe zarar verici yayın” yaparak yargılanmaktan korkarlar. ABD
medyasındaki derin otosansür McCharty’den beri devam etmektedir.
Türkiye de
yakın tarihinde böyle bir dönem yaşadı. Ergenekon Terör Örgütü adında bir örgüt
birden ortaya atılıverdi. Ergenekon davasında yargılanan birçok bilim insanı,
aydın, sanatçı, gazeteci ve yazarın ortak noktası AKP hükümetine muhalif
olmaları idi. Bir araya gelmesi ideolojik olarak dahi imkansız insanlar sözde
aynı terör örgütüne hizmet ediyorlardı. Bugün Ergenekon davasını unutmuş gibi
dursak da hatırlaması zor olmayacak kadar yakın o dönemde her birimiz
telefonlarımızın dinlenmesi korkusu ile hükümeti telefonda dahi
eleştiremediğimiz, kahvehanede ne olur ne olmaz diye hükümet aleyhtarı sohbet
edemediğimiz veya sokakta konuşamadığımız bir dönemi yaşadık ve eminim ki bu
dönem her birimizin hafızasına ABD’deki McCharty dönemindeki gibi kazınmıştır.
Ergenekon davasında yargılanan birçok gazeteci, yazar ve aydının “dışarıdaki”
meslektaşlarına ibretialem olması için içeride yattığı dava neticelenince
ortaya çıkmıştı. Türkiye’deki otosansür işte bu dönemde kendini gösterdi veya
kristalize oldu. AKP, iktidara “muhafazakar demokrat” görüntüsü ile gelip aşırı
İslamcı bir faşizm uygulamaya, medyanın Ergenekon sonrası kendini ciddi bir
otosansürün kucağında bulması ile başladı. Bugünlerde ise otosansür kendini
resmi sansüre bırakmış durumda.
Geçtiğimiz
gün 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna da yayın yasağı getirildi.
Yasağın gerekçesi adil yargılamanın etkilenmemesi, sanıkların masumiyetlerinin
zedelenmemesi ve adil yargılama ilkesinin ihlal edilmemesi idi. Ancak halihazırda
bulunan yasalar zaten adil yargılamayı etkileyecek veya adil yargılamayı ihlal
edecek yayınlar yapan kişi veya kurumlara cezai işlem uygulanması yönünde.
Mahkeme kararı kesinleşene kadar bulunan “sanıkların masumiyet karinesinin”
ihlali de aynı şekilde hukuki yollarla engelleniyor. Yani 17 Aralık
soruşturmasına topyekün yayın yasağı getirilmesi yukarıdaki yayın yasağı
gerekçesini aklamıyor. Yayın yasağına duyurulan gerekçe tamamen hukuk sistemini
kendi boyunduruğu altına almış iktidar partisinin bir sonraki seçime kadar
yolsuzluk ve rüşvet skandalını halka unutturmaya yönelik hamlesidir.
Bu yayın
yasağına uymayacağını duyuran ve tek dik duran gazete ise Cumhuriyet Gazetesi
olmuştur. Hatırlayalım, Cumhuriyet gazetesi daha önce de MİT müsteşarı, dönemin
Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve dönemin başbakanı Erdoğan’ın avanesinin
toplantığı ve bizi Suriye ile savaşa sokmak için komplo teorileri üretilen
toplantının ses kayıtları ortaya çıktığında da yayın yasağına uymayacağını
belirtmiş ve uymamıştı. Reyhanlı saldırısı gerçekleştiğinde uygulanan yayın
yasağı bugün Türkiye’de IŞİD’in ne denli ve nasıl kök saldığını anlamamızı
engellemiş, Ortadoğu’da geçtiğimiz Nisan ayından beri yaşanan ve Türkiye’nin
geleceğini korkunç derecede etkileyecek olan dış politikamızın bize ne denli
zarar vereceğinden bihaber bırakmıştır. MİT tırlarına getirilen yayın yasağı
ise AKP hükümetinin dış politikasının kime hizmet ettiğini bize göstermeyi
engellemiştir. Cumhuriyet Gazetesini getirilen yayın yasağına dik duruş sergilediği
Dışişleri toplantısı da keza öyle. Geçmişte, Ergenekon ile başlayan otosansüre
dik duran medya kuruluşları bir iki gazeteden daha fazla olsaydı, halkın haber
alma özgürlüğünü ihlal eden ve tamamen politik yararlar için alınan yayın
yasaklarına da Cumhuriyet Gazetesi gibi dik duran önemli medya organları
olsaydı bugün artan ve tamamen kitle iletişimi felç eden resmi medya
karartmaları uygulanmayacak, bir diktatörlük rejimine geldiğimiz ve bayırdan
aşağıya hızla sürüklendiğimiz sonu belirsiz dönem bu kadar uzun sürmüş
olmayacaktı.
Medyaya
uygulanan sansür hiçbir dönemde başarıya ulaşmamış, kamuoyundan saklanan
gerçekler zamanı gelince ortaya çıkmıştır. Bugün otosansürün kucağına oturan ve
resmi sansüre “meslek etiklerini” hiçe sayıp tepki göstermeyen medya
kuruluşları ve gazeteciler her diktatörün fıtratında olan iktidarının çöktüğü
gün diktatöre arkasını dönen ilk cenah olacaklardır. Tarih bize bunu hep
göstermiştir.
Gündem Gazetesi 28.11.2014