29 Mart 2015 Pazar

AKP ÇATLAĞI



           AKP’deki çatlak gün geçtikçe büyüyor. Son olarak Bülent Arınç’ın Melih Gökçek hakkındaki söylemleri ile karışan parti, basına birebir aynısı yansımasa da derin kavga ve ayrışmalar içinde. Önce Gülen Cemaati ile patlamış gibi gözüken, daha sonra Abdullah Gül’ün görev süresi bitiminde yaşanan tartışmalar ve AKP kongresinin Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı süresinin bitiminden bir gün önce yapılıp Gül’ün politika dışı bırakılması daha sonra Ahmet Davutoğlu ile Erdoğan arasında yaşanan çatlak AKP’de ciddi sorunlar doğuruyor.
            Peki, AKP bu sürece nasıl geldi? Olaylar ne zaman patlak verdi?
            AKP’nin başına geçtikten sonra kademeli olarak, oy oranları da arttıkça bir güç zehirlenmesine teslim olan Erdoğan, aslında parti propagandasının kemiğine oturttuğu “davasını” ve “dava arkadaşlarını” kolayca harcamaya başladı. AKP kurucularından ve Erdoğan’a yakın isimlerden gelen ( Abdüllatif Şener, Turhan Çömez gibi isimler) istifalar ve AKP’ye yönelik suçlamalar Erdoğan’da ilk alerjiyi başlattı. Parti güç kazandıkça ve Erdoğan çevresine duyduğu güvensizlik; senelik dava arkadaşlarına karşı duyduğu “beni alaşağı etmek istiyorlar” sanısıyla parti dengelerini ciddi oranda değiştirdi.
            İlk yıllarında her şey sorunsuzca ilerlerken 13 yıl içinde iyice hantallaştı ve bir partinin siyasi ömrü için kısa sayılacak 13 yılda kendi “küskün” kitlesini oluşturdu.
            Abdullah Gül’ün ardından Başbakan olan Erdoğan, 2007 senesinde o günün şartları içinde Cumhurbaşkanlığına aday olamamış, köşke de Gül çıkmıştı. Gül ve Erdoğan aileleri arasında daha o günden oluşmuş, zıtlaşma zaten mevcut idi. Kavgalarını ve iç karışıklıklarını basından gizlemeyi becerebilen AKP’de buna rağmen bu husumetin kıvılcımları basında geniş yer bulabilmişti.
            Erdoğan, Gül’ün köşke çıkışından bir süre parti kademelerinde ciddi değişikliklere gitti. Mehmet Ali Şahin, Ali Babacan ve Bülent Arınç gibi partinin ağır topları yavaş yavaş kenara itilirken, Beşir Atalaycı grup onların yerine geldi.
            Özellikle 2012-2014 arasında parti içindeki güç dengelerinin değişimi hızlandı, Erdoğan köşke çıktığında adeta gölge başbakan olmak için hazırlık yapıyordu. Bu süreçte Cemaat ile aralarında patlak veren güç kavgası Erdoğan’ı derinden sarstı ve parti içindeki dava arkadaşlarına güvensizliği gittikçe arttı, Erdoğan’ın önlemleri de sıkılaştı. Bu sürede parti içindeki çatlak derinleşti, küskünler dişlerini daha fazla gösterdi. En son yapılan kabine revizyonu ile Erdoğan ilk AKP’den çok farklı bir AKP yaratmıştı.  
            Gül’ün görev süresi biterken tekrar siyasete dönmesi söz konusu olduğunda Erdoğan, Abdullah Gül’ü devre dışı bırakmak için AKP kongresinin tarihini Gül’ün görev süresinden bir gün önceye çekerek Abdullah Gül’ü devre dışı bıraktı. Bu durum parti içindeki küskünlerin daha da bilenmesine sebep olurken özellikle Beşir Atalaycı grubun ön plana çıkması akabinde kenarda kalan AKP’nin eski ağır topları duruma çok bozuldular. O dönem ve öncesinde Arınç’ın açıklamaları bu süreci ciddi şekilde belli ediyordu.
            Erdoğan köşke çıktıktan sonra partili cumhurbaşkanı gibi davranarak ve bakanlar kurulu toplantılarını Ak-Saray’da yaparak parti içinde ciddi tartışmalara sebep oldu. Güvenerek koltuğunu devrettiği Davutoğlu ile arasında ayrı bir çatlağa sebep oldu.
            Ve son yaşanan gelişmelerle birlikte Bülent Arınç, Melih Gökçek üzerinden patladı.
            AKP’de yaşanan çatlak sanıldığından eski ve partinin kısa sürede hantallaştığının, yaşlandığının ve yıprandığının bir göstergesi. Bunda tabi ki hassas bir emir komuta ile oluşturuşmuş çıkar ilişkilerinin, Erdoğan’ın siyasi hırsları sebebiyle partilerinin tüm motivasyon kaynağı “davalarına” zarar vermesinin payı var. AKP’de uzun süredir sallanan taşlar, The Cemaatle girişilen çıkar kavgası ve Erdoğan’ın son hamleleri ile hepten yıkıldı ve devamı da gelecek gibi. Özellikle seçim arifesinde, adaylar belirlenirken, seçim vaatleri verilirken ve Erdoğan’ın mı Davutoğlu’nun mu daha fazla görünülürlüğü söz konusu olduğunda daha fazla çatlak, daha fazla ayrışma ve daha fazla itiraf gelecektir AKP’den… 

                                                                                                                   Gündem Gazetesi  29.032015

20 Mart 2015 Cuma

ÜLGÜR GÖKHAN’IN 18 MART KONUŞMASI



         18 Mart Deniz Zaferi’nin 100. yılını geride bıraktık. Yazımda zaferin ne kadar muhteşem bir zafer olduğundan, nasıl gelişip nasıl sonuçlandığından bahsetmeyeceğim. Zira 18 Mart Deniz Zaferinin 100. yılı dolayısıyla yaptığı konuşmada Belediye Başkanı Ülgür Gökhan bunlardan çok fazlasını bizlere aktardı.
            Konuşma tam anlamıyla muhteşemdi. Çanakkale Ruhu’nun emsalsiz bir örneğiydi, Türkiye’nin geçmişi ile bugününün birbirinden ne kadar koptuğunu yüzümüze acı şekilde vuran bir konuşmaydı.
            Çanakkale’de alevlenip, bütün Anadolu’yu kasıp kavuran kurtuluş mücadelesinin ve tüm Ortadoğu halklarına örnek olan emperyalizme karşı verilmiş ilk ve en güçlü direnişi yad ederken aslında bugün o emperyalistlerin “dümen suyuna” girdiğimizi ifade eden Gökhan, sözlerine “polise emri ben verdim” diyenlerin yüzlerine karşı Gezi Parkına göndermeler yaparak devam etti. Konuşmasında sık sık barış ve kardeşlik vurgusu yapan Ülgür Gökhan en çok da bugünlerde protokolün değinmeyi tercih etmediği Atatürk vurguları ile bizleri derinden etkilerdi. “Çanakkale’de 250.000 şehit vermemizin hemen akabinde bir imza ile düşman ordularını İstanbul’a sokan Vahdettin’in 10 Kasımlarda doğum gününü kutlama gafletine düşen Ankara protokolünün” yüzüne Atatürk’ün 100. yıl kutlamalarında vurulması ziyadesiyle anlamlıydı.
            Biz Çanakkalelilerin bam teline vuran 18 Mart konuşmasından ötürü Ülgür Gökhan’ı kutluyorum.
           

CUMHURBAŞKANININ SABUN SEVDASI
            Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz cumartesi günü Çanakkale’deydi. Erdoğan’ın Çanakkale ziyareti renkli görüntülere sahne oldu. Toplu açılış töreni için Çanakkale’de bulunan Erdoğan, Çanakkale valiliği önünde 300 kişilik bir gruba seslenendi. 300 kişiden “Başkanlık sözü” alan Erdoğan pek de heyecanlı değildi.
            Erdoğan’ın sesindeki heyecansızlık sizce sadece 300 kişilik bir grubun kendisini dinlemeye gelmesinin hezeyanı mı yoksa sabah istediği sabunu bulamadığından mıdır? Belki ikisi de…
            Kolin Otel’de kalan Cumhurbaşkanı, söylenene göre sürekli kullandığı “yeşil köpük- biberiye sabunu” otelde bulunmadığı için biraz üzülmüş. Sabun tüm Çanakkale’de sorup soruşturulmuş ancak Erdoğan’ın cildinin canlılığının sırrı sabun Çanakkale’de bulunamamış…
            Söylentiye göre Erdoğan’ın çok sevdiği efsanevi yeşil köpük-biberiye sabunu havayolu ile yakın bir kentten getirtilmiş.
            Çocukluk alışkanlıkları pek değişmez. Küçüklüğünden beri aynı sabunla büyüdüğünü tahmin ettiğim Erdoğan’ın alışkanlıklarından vazgeçmemesini, kurmaylarının da sabunu bulmak için sarf ettikleri üstün çabayı takdir ettim. 

                                                                                                                   20.03.2015 Gündem Gazetesi

14 Mart 2015 Cumartesi

İKTİDARIN YALANCI KALEMŞÖRLERİ



           
          Ergenekon davası sürecinde Türkiye geri dönülmez bir istibdat dönemine girmişti. Birçoğumuzun aslında gerçek olmadığını yürekten bildiği ancak birçok çanak yalayıcı yazarın, çizerin, iktidar yalakasının televizyonlarda bizim beynimize örgütün eylemlerini, tehlikesini ve bağlantıları desteksiz ve dayanaksızca zerk edişine tanık olduk.
            Dava sonuçlandı ve Ergenekon diye bir terör örgütünün olmadığına karar verildi. Ancak cadı avı şeklinde gerçekleşen sürecin amacı sadece birçok aydını ve askeri hapsetmek değil aynı zamanda cumhuriyeti yerle bir etmekti. Dün Atatürkçü kesimi en sade vatandaşa kadar susturan, yasadışı dinlemelerle telefonda dahi konuşturmayan sürecin sonunda davadaki delillerin aşağı yukarı hepsi “sahte” çıktı. Yargı sonunda Ergenekon diye bir örgütün olmadığına hükmetti.
            O dönemde “Ergenekon Terör Örgütü” uzmanı diye televizyonlara çıkan, şu an AKP milletvekilliğini sürdüren Şamil Tayyar neyin uzmanıydı? Kamuoyunu yanıltan, yalan ve sahte belgelerle ortaya çıkan bu zat hakkında herhangi bir yasal işlem yapılmayacak mı? Örgütün bağlantılarını çok iyi bildiğini söyleyen, olmayan örgütün belgeleriyle televizyonlara çıkıp bunları köşelerine yazan AKP kalemşörleri hakkında “bağımsız yargı” harekete geçmeyecek mi? Oradan buradan belge bulup, manşetlerine taşıyan gazetelere hiçbir işlem uygulanmayacak mı? Bugün artık bir kumpas olduğu kabul edilen Ergenekon davasının “savcısı” olduğunu açık açık dile getiren Erdoğan’a hiçbir savcı dokunamayacak mı?
            Aydınların susturulduğu, medyanın himaye edildiği, üniversitelerin ve profesörlerin susturulduğu, ordunun paramparça edilmeye çalışıldığı ve en büyük motivasyonunun çöktüğü bu sürecin suçluları ve aslında gerçek derin – olmayan- devlet ortadadır! Dilleri yalan, dolan ve kumpastır!
            Bakın, Kabataş yalancısı bir gazeteci… Ortaya bir iftira atıldı, dünyanın en barışçıl eylemini gerçekleştiren Gezi Parkı eylemcilerine “Kabataş’ta türbanlı bir kadını ve bebeğini taciz edip, üzerine işediler” dedi. Kabataş görüntüleri çıktı, yalan ortaya çıktı. Şimdi “ben görüntüleri izledim” diyen dönemin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan; yalanı ortaya atan gazeteci hanım ve yine görüntüleri izlediklerini iddia eden Bakanlar ve diğer AKP kalemşörü gazeteciler hakkında “kamuoyunu yanıltmak, halkı kin ve düşmanlığa sevketmek falan suçlarından” hiçbir soruşturma açılmayacak! Çünkü bu ülkenin üzerinden Ergenekon süreci gibi bir istibdat dönemi ve ardından gelen mutlak iktidar baskısı geçti, geçiyor!
            “Bunlar” yalanla geldi, yalanla güçleniyorlar! Hatırlayınız Çanakkale gibi ufacık kentte, herkesin gözü önünde yapılan ve yoğun katılımla gerçekleştirilen Gezi Parkı eylemlerine dahi onlarca yalanla karalama kampanyası yapılmıştı. Biri müstear isimle köşe yazacak kadar cesur, diğeri şalvarımsı pantolonlarla Çanakkale sokaklarında gezip kendini belli eden ve bir kuruma sırtını dayayıp birkaç gazetede birden yazabilecek kadar idealist köşe yazarlarının Çanakkale’deki Gezi Parkı eylemleri için ortaya attıkları iddiaları “Çanakkale’nin Provokatör Gazetecileri” yazımda bazı belgelerle yalanlamıştım.
            Hep darbe dönemlerine ağlıyorlar, demokrasi diye bağırıp duruyorlar! Halbuki şöyle bir bakın, Türkiye’nin başına gelmiş tüm cuntalardan farksızlar! Gerek en üsttekinden gerek de Çanakkale’de saçma sapan yazılar yazan yazarlarına kadar… Bilmiyorum, bir gün iktidardaki “babaları” seçilemeyince halleri nice olur!  

                                                                                                                   Gündem Gazetesi 13.03.2015

YAŞAM ODASI



            Geçtiğimiz günlerde İsveç’in en eski madenlerinden biri olan ve 8 asırdır faaliyette bulunan bir kömür madeninde yangın çıktı. İçeride 166 maden işçisi vardı. Maden işçilerinin şansı Türkiye’de madencilik yapmıyor olmalarıydı. Madendeki elektrik tesisatından tutun da yükseklik ve genişlik ölçülerine kadar tüm maden işletmeleri kuralları “insanca çalışma” ölçütleri içindeydi. Üstelik madenlerdeki işçi güvenliğinin en önemli unsuru olan “yaşam odaları” mevcuttu. Bu sayede 166 maden işçisinin tamamı sağ olarak kurtarıldı. Bir facia yaşanmadı.
            Bizlere sanayi devrimi İngiltere’sinden, kölelik dönemi ABD’sinden örnekler vererek 301 maden işçimizi kaybettiğimiz Soma Faciasını aklamaya çalışan Recep Tayyip Erdoğan şimdi 21. yüzyılda bir madenin nasıl dizayn edilmesi gerektiğini idrak etmiş midir?
            Yandaş şirketlere peşkeş çekmek uğruna faciaya göz göre göre davetiye çıkarılan Soma’da ve halen birçok madende, madencilik kuralları hiçe sayılıyor. İktidar “özrü kabahatinden büyük” olarak “yaşam odalarının gereksiz bir önlem olduğunu” savunuyor. İsveç’te yaşanan yangının ardından Yaşam Odalarının ne denli hayati öneme sahip olduğunu herhalde artık herkes görmüştür.
Soma Faciasının ardından “yaşam odası” tartışması hemen iktidar tarafından saçma sapan ve işin ehli olmayan kişilerce kesildiyse de Soma faciasındaki ölümleri arttırıcı etkenin madende yaşam odası bulunmadığından kaynaklandığı gün gibi ortada. Üstelik iktidarın üstünü örtmeyi yeğlediği ihmaller ve yandaş basının “Ergenekon’u, Gezicileri, İsrail’i” suçlayarak madendeki ihmallerin önüne geçmek için oluşturduğu kamuoyu, yeni bir Soma Faciası olmaması için bize alınması gereken önlemleri tartışma fırsatı bırakmadı. Türkiye’de halen birçok madende yaşam odası yok. İktidarın Soma faciası ardından “yaşam odalarının gereksizliğine dair çıkışları” maden denetimcilerinin de konuya nasıl baktığını ve maden işçilerimizin güvenliğinin kimlerin elinde olduğunu bizlere gösteriyor. İşçi güvenliğini hiçe sayıp “iç güvenlik” peşinde koşanların yeryüzüne dahi “yaşam odası” ihtiyacı yarattığı bu ülkede sanırım hiç birimizin can güvenliği öncelik değil, zannederiz ki Sümeyye Erdoğan’ın güveliği 77 milyonunkinden artık daha önemli… 

                                                                                                       06.03.2015 Gündem Gazetesi