28 Kasım 2013 Perşembe

AKP ORTADOĞU BATAĞINDA KAYBOLDU!





      AKP’nin uzun yıllar ülke gündemini meşgul eden ABD’den ithal Ortadoğu politikası yerle bir oldu. ABD’nin Ortadoğu coğrafyasını paramparça ettiği, Ortadoğu’daki stratejik bölgeleri ve petrol yataklarını kurulacak kukla yönetimler ile denetim almayı hedeflediği ve çok uluslu şirketler ile coğrafyayı talan etmeyi planladığı Büyük Ortadoğu Projesine(BOP) eşbaşkanlık yapan Erdoğan hükümeti, batının baltayı taşa vurması ile ortada kalakaldı. İktidarlarını sağlamlaştırmak uğruna batıyla işbirliği yapmış liderlerin tarihte yaşadıklarından ders almayan; Saddam Hüseyin’in, Rıza Pehlevi’nin, Hüsnü Mübarek’in, Muammer Kaddafi’nin “müttefik” sıfatından düşman durumuna düşürülmesini önemsemeyen AKP iktidarı aynı son ile karşı karşıya kaldı.
            Esad’ın, büyük halk desteği ve Avrasya bloku diyebileceğimiz Rusya-İran-Çin ittifakının desteği sayesinde ayakta kalması ile çöken BOP’ta her türlü medya manipülasyonuna rağmen ABD’nin Türkiye ortaklığı ile El-Kaideci ve El-Nusracı örgütleri Suriye’ye soktuğu, Esad’ın sivil halkı değil teröristleri vurduğu gün gibi ortaya çıktı. Esad yönetiminin düzenli orduyla terörle mücadele ettiği, ABD, Avrupa ve “müttefik” sıfatındaki kukla yönetimlerin bu teröristleri desteklediği ortaya çıkınca Obama yönetimi büyük zan altına kaldı, Avrupalı devletler büyük prestij kaybına uğradı. Batı bloku, Esad’ı deviremeyince “diyalog” yolunu tercih etti, desteğini terörist gruplardan çekti. Ne var ki tüm dış ve iç politikasını Esad’ın düşüşüne bağlayan AKP hükümeti bu durumdan memnun olmadı. Batının diyalog yolunu seçmesi ile Ortadoğu’daki yapay liderlik imajı sönen ve bir dış politika zaferi olarak sunulacak “Esad’ın devrilmesi” planı tutmayınca, iç ve dış politikası hezimetle sonuçlanan Erdoğan hükümeti zor durumda kaldı. Üstelik batıdan alınan birçok teminatın elden gitmesi de cabası… AKP çareyi ise Özgür Suriye Ordusu’na desteği devam ettirmekte buldu.
            Tayyip Erdoğan hükümeti halen Suriye’deki uç grupları desteklemeye devam ediyor. Ancak başta ABD olmak üzere Avrupa devletleri ile ipler kopmuş vaziyette! Erdoğan hükümeti, verdiği teminatları yerine getirmemeleri ve Suriye meselesinde kendisini ortada bırakması sebebiyle ABD ve Avrupalı müttefiklerine ateş püskürüyor! El-Kaide desteği ortaya çıkan Obama yönetimi ve Avrupalı müttefikler AKP iktidarının Esad karşıtı grupları destekleyici politikasını açık ve sert dille eleştirmek zorunda kalıyor. Bu durum da Erdoğan ile ona bir zamanlar “müttefik” diyen ülkeler arasındaki ipler kopma seviyesine getiriyor!
            BOP’un mimarı ABD ve Avrupalı müttefiklerin ellerinde bulunan ve proje boyunca bilinç şekillendirici silah vazifesi görerek Ortadoğu’daki birçok yönetimin meşruiyetlerini ellerinden alıp terörist grupları “özgürlük savaşçısı” gibi gösteren uluslar arası basın da doğal olarak AKP iktidarı üzerindeki desteğini çekti. New York Times, Washington Post, Financial Times gibi gazetelerin yanında Times Dergisi gibi trajı yüksek basın organları ile çok uluslu reytingi yüksek haber kanalları artık eskisi gibi Erdoğan ve iktidarını övmüyor. Bir zamanlar Ortadoğu’nun en güçlü lideri, Ortadoğu’nun potansiyel halifesi, Türk demokrasisinin en başarılı lideri gibi sıfatlar ile Türkiye’deki kamuoyunu ve Ortadoğu halklarını etkilemek için Erdoğan’a konan etiketler kalktı. Yerine Erdoğan için “otoriter, İslamcı, laiklik karşıtı” gibi sıfatlar konuyor. Bir dönem “Türkiye’de sivil bir demokrasi kurdu, derin devleti yıktı. Türk demokrasisi güçlendi” şeklinde sayfalarına taşıdıkları Tayyip Erdoğan’ı artık “bireysel özgürlükleri yok eden, ülkedeki medya ve konuşma özgürlüğünü ortadan kaldıran, padişah mizaçlı bir lider” yorumuyla okurlarıyla buluşturuyorlar! Financial Times Gazetesi ise yıllardır Erdoğan yönetimini Türkiye ekonomisini şaha kaldırdı şeklinde desteklerken, bugün “Türkiye ekonomisi kırılgan bir yapıdaydı, artık altyapı için bile bütçe ayrılamıyor” şeklinde yazıyor. Aşk bitti, batı medyası üzerine makyaj yaptığı Erdoğan ve hükümetinin imajını artık makyajsız haliyle gösteriyor.      
            Ortadoğu’daki şişirilmiş liderlik imajı, başarısız olan BOP’un ardından kesilen medya desteği bir tarafa, politik olarak da bitti. Başbakan planladığı Filistin gezisini Filistinli yetkililerin itirazı ile askıya almak zorunda kaldı. Bugüne değin İsrail çıkışları ile gözü boyanan Filistin halkı, politik icraatları ile gerçekte kimin yanında yer aldığını anladığı Erdoğan’ı artık istemiyor. Mısır’da islamofaşist ideolojisiyle ile şaibeli bir biçimde başa geçmiş Mursi’nin devrilmesinden sonra AKP’nin sürdürmekte ısrarcı olduğu Müslüman Kardeşler desteği Mısırla gerginliği tırmandırıyor. AKP’nin kurduğu Müslüman Kardeşler ile yakın ittifakın çökmesi Türkiye için Ortadoğu’daki dengeleri büyük ölçüde etkiledi. Bu durumdan hınç alırcasına izlenen Mısır’ın yeni yönetimiyle ilişkiler Türkiye Büyükelçisini ülkeden kovduruncaya kadar gitti. Ortadoğu’da ABD’nin her daim müttefikliğini yapan kukla Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün’le de ipler gerildi. Türkiye’nin BOP’ta ortada bırakılması ile Katar, Suudi Arabistan ve Ürdün üçlüsü de Türkiye’yi bırakıverdi. Bir zamanlar bölge lideri nidaları atılırken bugün Erdoğan’ın Ortadoğu’da aşağı yukarı iyi ilişki içinde olduğu devlet kalmadı!
            AKP, girdiği Ortadoğu batağında kendi kayboldu. Tarihten ders almadan izlediği bu yolda iktidarının kaynaklarını bu yolu izlemiş diğer liderler gibi kaybetti ve ortada kaldı. Bugün iç politikada AKP’nin gittikçe radikalleşmesi ve islamo-faşist baskısını ölçüsüzce arttırması, hayal ürünü büyük ve çılgın projeler ile kamuoyunun oyalanması, basın ve muhalifler üzerinde baskının daha da artması gibi tanık olduğumuz olaylar iktidarın içinde bulunduğu telaşın tezahürüdür… Şu an Gülen Cemaati ile açık bir kavga içinde olan Erdoğan’ın, 2007’den beri uyutulan bir kavganın içinde kendini bulması Ortadoğu politikasıyla birlikte siyaset sahnesinde de iktidarının kaynaklarınca yalnız bırakılmasındandır! Kısaca AKP, BOP’a eşbaşkan olarak girdiği Ortadoğu bataklığına saplandı ve kayboldu. İktidarının kaynağı uluslar arası desteği finansal, politik ve medyatik açıdan yitirdi gitti… Kendi içlerindeki kavgalar ile parti küçülmeye devam ediyorlar. Batı tarafından yalnız bırakıldıkları bu süreçte muhalefet üzerinde kurdukları baskı da ters tepiyor. Ülke üzerindeki “mutlak hakimiyet” kaybediliyor! AKP, hızlıca eriyor… 

                                                                                                                      Gündem Gazetesi 28.11.2013

26 Kasım 2013 Salı

AKP’NİN FRENİ PATLADI!





            2002 yılında iktidara geldiklerinde “laik cumhuriyetimiz”, “demokrasimizin güçlüğü” gibi nutuklar atan AKP iktidarı, artık son dönemde kendini aştı. Müthiş bir toplum mühendisliği yöntemi ile insanların bilinçlerini şekillendirip “siyasal islamı” yavaş yavaş topluma empoze etti. Toplumda AKP’ye karşı bir önyargı oluşmasın, icraatlar tepki toplamasın diye ufak dozlarda başlayan islamo-faşist uygulamalar son dönemde tavan yaptı. AKP iktidarı toplumun kıvama geldiğini düşünüyor olacak ki, siyasal islamcı yapısını hiç gizlemiyor, islamo-faşist baskısını evlerimizin içine sokma cüretini bile gösteriyor!
            Özellikle son bir yıldır içki satışının belli saatler içinde yasaklanması, kamu kurum ve kuruluşlarının ve devlet dairlerinin isimlerinden T.C ibaresinin kaldırılması, ders kitaplarından Atatürk ilke ve devrimlerinin çıkartılıp yerine sunni islam öğretilerinin konması, Andımızın kaldırılıp Gençliğe Hitabenin hedef tahtasında olması, siyasal islamın mevcut düzene karşı ürettiği tek argüman türbanın meclis başta olmak üzere tüm devlet dairelerine sızması, kızlı-erkekli hanelere hukuksuzca Tayyip Erdoğan iktidarının baskınlar yapması ve daha birçok islamcı uygulama son bir yılda hayatımıza girdi. Artık açıkça Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde değil Tayyip Erdoğan’ın islamcı devletinde yaşıyoruz. İçinden geçtiğimiz süreç; özellikle son bir yıldır artan baskı ve faşizm İran’ın şah devrildikten şeriat devleti kuruluncaya kadarki süreciyle aynı!
            Bu siyasal islamcı zihniyet bu kez okullara elini atıyor! İslamo-faşist ideoloji tarafından kızlı-erkekli eğitim ayrılıyor! Meclis Başbakanı Sadık Yakut geçtiğimiz günlerde çocuklara hitap ettiği bir toplantıda “kızlı-erkekli eğitim batıcılık adına atılmış yanlış bir adımdır, bu yanlışı düzelteceğiz” dedi. Büyüyen tartışmalar üzerine AKP’den “Sadık Yakut’un kişisel görüşüdür” şeklinde bir açıklama gelse de durumun böyle olmadığı ortada… AKP’den türbanı kamuya sokacağız diyen milletvekili de daha önce disiplin cezası almış, alkole yasak getirilmeyeceğinin defalarca teminatı verilmiş, yaşam tarzlarına müdahale edilmeyeceği de çok kez vurgulanmıştı. Bugün Türkiye’nin geldiği noktayla AKP’nin bir zamanlar “milletvekilimizin kendi görüşü, programımızda yok” açıklamaları ve verilen teminatların bugün tamamen değiştirildiği ortada. AKP karma eğitim konusunu tepkiler üzerine kapatmaya çalışsa da önümüzdeki bir yıl içinde konunun ısıtılıp önümüze tekrar geleceği açıktır!
            AKP’nin bilinç şekillendirici yorumcuları ise hemen karma eğitimin kaldırılmasının faydalı olacağını savunmaya başladılar! Öne sürdükleri argüman ise bilimsellikten uzak, kızlı-erkekli eğitimin bitirilmesinin islami kaygılardan ötürü olduğunun üzerini örtmek üzerine! Bu “paralı askerlerin” tutundukları tek argüman “İtalyan Kız Lisesi ve Alman Erkek Lisesi gibi karma eğitim vermeyen eğitim kurumlarının en başarılı okullar olması”… Ancak bu liselerin geçmişine bakıldığında hepsi Osmanlı’dan bugüne eğitim veren köklü eğitim kurumları… Yani bu eğitim kurumlarının başarısı karma eğitim vermeyişinden değil, köklü okullar oluşundan. Aynı şekilde baktığımızda bu okullar kadar köklü ve başarılı bir çok eğitim kurumunun karma eğitim verdiği de ortadadır. Zaten sırf kız-erkek ayrı eğitim görüyor diye öğrenci başarısının artacağı savı baştan sona bilimsellikten uzak, sebep-sonuç ilişkisi doğru olmayan bir savdır!
            Aksine karma eğitimin kaldırılmasının çocuklar üzerinde çok ciddi pedagojik sonuçları olacaktır. Okul çocuklar için sosyalleşmenin ikinci adımıdır. Mahalle arkadaşlığının (ki genelde hemcinsleriyle arkadaşlık ederler) dışında ilk sosyal çevreleri okullarda oluşur. Karma eğitim çocuklara karşı cinsle iletişim kurmayı öğretir. Karşı cinsin kendilerinden farksız olduğunu öğretir. Çocuklar için kız-erkek kavramlarının farklılığı aşağı yukarı bu dönemde kalkar. Ergenlik döneminde de kız-erkek arasındaki iletişim çok önemlidir. İleriki yaşlarda karşı cinsle yaşanacak ilişkilerin (arkadaşlık, duygusal birliktelik vb.) sağlıklı ve sorunsuz yaşanması için bu dönem çok önemlidir. Ancak öğrencilerin ilkokuldan liseye hemcinsleriyle aynı ortamda okumaları ve karşı cinsle sağlıklı bir iletişim kurmadan gelişmeleri birey ve toplum için uzun vadede büyük problemlere sebebiyet verir. Küçük yaşta ve gençlik döneminde karşı cinsle kurulmamış sağlıklı ilişkiler toplumda cinsiyet ayrımcılığının körüklenmesine sebep olacaktır. Kadın-erkek arasındaki uçurumun artmasına, kadın hakları konusunda olduğumuzdan daha da geride olmamıza neden olacaktır. Bireylerin karşı cinsle ikili ilişkilerinde ve duygusal birlikteliklerinde iletişim kopukluğuna ve sağlıksız etkileşimlere sebebiyet verecektir. Bu durum doğrudan toplumun aile yapısını ve aile ilişkilerini de olumsuz yönde etkileyecektir. Ayrıca uzun vadede toplumda cinsel istismar ve saldırıların artması gibi durumların doğmasına da neden olacak bir uygulamadır bu. Toplumun şekillenmesinde önemli sosyal rolü olan okulların önemini, karma eğitimin olmadığı ılımlı islam ve şeriat ülkelerindeki kadın-erkek ilişkilerinin sağlıksızlığı ve toplumun cinsiyetler arasındaki etkileşimin bozukluğu gözler önüne sermektedir! Tüekiye’de de karma eğitimin kaldırılması bireyi ve toplumun yapısını geri dönülmez bir biçimde olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Bu AKP zihniyeti için ideal bir toplum düzeni olsa da 90 yıldır büyük inkişaf kaydetmiş Türk milleti için bir felakettir.
            Kız ve erkek öğrencilerin aynı merdiveni kullanmamasıyla başlayan bu sessiz ayrım, kız ve erkek öğrencilerin aynı kantini ve yemekhaneyi kullanmasının bazı okullarda yasaklanmasıyla devam etti. Hukuksuz bir şekilde, kız ve erkek “reşit” bireylerin evlerine, özel yaşam alanlarına müdahale de bunun ardından geldi. 11 yıllık tek partili iktidarı sırasında sinsi, ikiyüzlü, gerçek amacını gizleyen ve sabırla hedefine doğru ilerleyen bir strateji izleyen AKP’nin hedefindeki karma eğitim ise kız ver erkeklerin yaşam alanlarının ayrıştırılmasının okullarla kalmayacağını da göstermektedir. Sadık Yakut, “sadece okullarda ayrı olacaklar, dışarıda kafelerde yine birlikteler” sözleriyle çağ dışı zihniyetinin tezahürü “ayrı okullar” söylemine gelen tepkileri dindirmeye çalışsa da söylemde açıkça “geriye kalan ortak yaşam alanlarına razı olunması gerektiğini” vurguluyor!
Unutulmamalıdır ki içinde bulunduğumuz süreç çok vahimdir, her seferinde bir özgürlüğümüz elimizden alınırken geriye kalanlarla avutulmaya çalışıldığımızda bir süre sonra avunacak hiçbir özgürlüğümüzün kalmadığını göreceğiz!

                                                                                                          Gündem Gazetesi 26.11.2013

6 Kasım 2013 Çarşamba

TAYYİP’İN FRENİ PATLADI




          Tayyip’in freni iyice patladı, son bir aydır yaptığı konuşmalar ve icraatlarla gerçek yüzünü bariz bir biçimde ortaya çıkardı. Tayyip Efendi üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli aynı ortamda bulunmasından şikayetçiymiş… “Kızlı erkekli aynı evde kalıyorlar, bu bizim muhafazakar demokrat yapımıza ters. Valilere talimat verdim denetleyeceğiz” dedi.
            Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Anayasamızda ve kanunlarda kızlarla erkeklerin aynı evde bulunmaması gerektiğine dair hiçbir madde yok. Demokratik bir devlette de böyle bir madde olamaz zaten. Ancak sırf Tayyip Efendi rahatsız diye, sırf kendi dini görüşüne ters diye hiçbir hukuki dayanağı olmamasına rağmen “kızlarla erkeklerin aynı evde bulunmaması” için denetimler yapılacağından söz ediliyor! Bu hukuk devletinin katlidir, tek adamın sözünün kanun hükmünde sayılmasıyla eşdeğerdir! Bireysel özgürlüklerin, özel yaşamın, kişisel hakların hukuki bir dayanak olmaksızın “iktidara ters olduğu için” katlidir. Değerli okurlar, bu faşizm değil de, diktatörlük değil de nedir?
            Türkiye’de hukuk devleti çok zaman önce katledildi. AKP’nin Uluslar arası sözleşmelere aykırı çıkarttığı anayasa maddeleri ve yaptığı uygulamalar; anayasaya aykırı çıkarttığı kanunlar ve yaptığı uygulamalarla hukuk devleti yapısı bayağı çökertildi. Ancak hiçbir zaman hukuk devleti yapısı bir adamın ağzından çıkan lafın kanun yerine geçecek mahiyette olması kadar yerle bir edilmemişti! Gördüğünüz üzere ileri demokrasi havarisi AKP ile Türkiye, sırf Tayyip’e ters diye yaşam tarzlarının tek sözle şekillendirilmeye çalışıldığı, özgürlüklerin kısıtlandığı, demokrasi ve insan haklarının katledildiği bir ülke haline gelmiştir!
            Üstelik tüm bunlar AKP’nin islamo-faşist ideolojisiyle hayata geçmektedir! Bir diğer değişle, Türkiye hukuk devleti vasfını, yaşam tarzları ve özgürlükler üzerinde kurulan “İslami baskıdan” dolayı kaybetmektedir. Bu, AKP’nin ülkeyi hukuk yerine İslami normlarla şekillendirme ve yönetme çabasıdır. AKP’nin ülkeyi dönüştürme boyutu eksen kayması endişelerini çok geride bırakmış; artık rejim tehlikesi boyutlarına ulaşmıştır!
            Türkiye artık İslami bir dönemeçtedir! 11 yıldır atılan her İslamlaştırma adımına “demokrasi” kılıfı koyan AKP artık niyetini de gizlememektedir… Bugün kızlarla erkeklerin aynı ortamda, aynı evde bulunmalarının iktidar eliyle yasaklanıp denetlenmesi ihtimali bile korkunçtur! Üç ay önce kızlarla erkeklerin aynı merdiveni paylaşması tartışmalara konu iken, bugün aynı evde bulunmaları yasaklanmaya çalışılıyorsa, yakında “kızlı erkekli aynı asansördeler, aynı sınıftalar, aynı okuldalar, aynı otobüsteler, aynı kafedeler, aynı sinemadalar…” şeklinde uzayıp gidecek bir listenin tartışılmaya başlanacağı ve bu yaşam alanlarında da “İslami sebeplerle” bireylerin bir arada olmaması için çalışmalar yürütüleceği açıktır.
            Görülüyor ki Tayyip Erdoğan Gezi Parkı’ndan hiç ders almamış. Yaşam tarzlarına, bireysel hak ve özgürlüklere, ülkenin laik ve demokrat geleneğine tecavüz etmekte ısrarcı…
Pazartesi de yazdığım gibi, “meclise giren türban Türkiye’deki İslamlaşmanın en üst noktasıydı. Bundan sonra atılacak adımlar sosyal hayata İslami normların getirilmesi adımları olacaktır”. Nitekim de öyle oldu, üzerinden bir hafta geçmeden Tayyip evlerimize dahi karışabileceğini gösterdi. Ancak biz de buna Türk gençleri olarak izin vermeyeceğiz!
           Özgürlüklerimizi, demokrasimizi, laikliği kimseye yedirtmeyeceğiz. Bu da böyle biline!

                                                                                                                      Gündem Gazetesi 07.11.2013

3 Kasım 2013 Pazar

MECLİSE SOKULAN TÜRBANLA GELEN DEMOKRASİ




          Geçtiğimiz Perşembe günü meclise dört AKP’li hanım milletvekili türbanları ile girdi. Daha önce kılık kıyafet yönetmeliği ile ilgili verilen önergeleri reddeden, “türbanı her yere sokacağız” diyen vekilini disipline sevk eden AKP, türban kartını “tekrar” kullanmamın vakti geldiğine kanaat getirdi. AKP için durum vahim, oyları eriyor… Yerel seçimler yaklaşırken önemli kentleri kaybedecek gibi gözüküyor. Gezi Parkı’ndan beri birçok dindarın, merkez sağ ve liberal(!) ideolojideki insanın oylarını kaybeden AKP’nin oylarını geri toplaması gerekli. Bunun için de “nöbetçi oy deposu” türban sahneye konmalı. AKP meclise türbanı sokarken muhalefeti, özellikle de ana muhalefeti provoke etmeyi hedefliyordu. Böylece türban siyasetin gündemine oturtulabilecek, çok güzel mağdur siyaseti oynanabilecekti.
            Türbanı meclise sokarken okunan hikaye yine aynıydı: “Özgürlük ve demokrasi”. Meclise türbanla giren hanım milletvekilleri, “türbanla meclise girdikleri için” demokrasimizin bir kademe yükseldiğinden ve Türkiye’deki özgürlüklerin artık çok geniş olduğundan söz ediyorlardı. Bu dört hanım milletvekilinin siyaset geçmişlerine şöyle bir bakacak olursak, “demokrasi ve özgürlük” konusunda attıkları naralardaki riyayı görebiliriz. Bu dört hanım milletvekili türbanlarıyla meclise girmenin yaşam tarzlarına müdahale eden yapıyı yıktığını, dini inanç konusunda özgürlüklerin artmasına katkı sağladığını söylerken, kendileri inanç özgürlükleri dışında ve başka yaşam tarzlarına saygı konusunda hiçbir mücadele vermemişler. Kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti ülkedeki dini azınlıkların hakları için göstermemişler. Musevi, Hıristiyan, Alevi ve daha nice dini azınlığın hakları çiğnenirken bu hanım milletvekilleri hiçbir savaş vermemiş.
Ülkemizdeki Musevi vatandaşlarımız Başbakanın saldırgan İsrail politikası ve Anti-Semitist tutumu karşısında hop oturup, hop kalkarken ve kendilerine dinleri üzerinden hakaret edilirken türbanlı dört vekilin gıkları çıkmamış… Alevi vatandaşlarımızın ibadet hakları engellenirken, Alevilik AKP içindeki bazı hadsizlerce “mundar ve sapkınlık” olarak nitelendirilirken, Aleviler sapkındır diyen öğretmen AKlanırken bu hanım milletvekilleri iki çift laf etmemişler. Hıristiyan vatandaşlarımızın ibadet sorunları bu hanım milletvekilleri için kendi inançları kadar önemli olmamış. Tüm dini azınlıklar devlet okullarında dinlerini öğrenemezken bu dört hanım milletvekili buna karşı hiçbir savaş vermemiş. Kendi inanç özgürlüklerini demokrasi ile manipüle ederken niçin bu dinler için “demokrasinin tecelli etmesini istememişler?” Yoksa bu hanımlar için demokrasi sadece kendilerine demokrasi midir? Ya da Başbakan’ın tabiriyle bu demokrasi araç mıdır amaç mıdır? Bu hanım milletvekillerinin geçmişte yaptıklarına bakacak olursak demokrasiyi araç olarak gördükleri çok açıktır.
            Yaşam tarzlarına özgürlük noktasında, Cumhuriyet tarihinin yaşam tarzlarına en çok müdahale edilinen şu döneminde, buna öncülük eden partinin vekili bu dört hanım neden parti içi muhalefet yapmadılar? Demokrasi ve özgürlük her alanda, her kesime olur; tek kesime tanınırsa onun adı başkadır! Bu hanım vekiller demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyor iseler, niçin “hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik’in bir lafıyla ‘dekolte giydiği’ için işinden atılan sunucuya destek olmadılar? Niçin kısa etek giyen kızlara “ya davulcuya ya zurnacıya” diyen başbakanlarının sözlerine tepki göstermediler? İçki satışlarına getirilen kısıtlamalar, gençlerin sosyal hayatı üzerinde kurulan baskılar, eşcinsellerin AKP tarafından “ahlaksız ve sapkın” ilan edilmesi, açık giyim tarzındaki kadınların baskı, şiddet ve hakarete uğraması yaşam tarzlarına müdahale değil midir? Tüm bunların yanı sıra türbanlı vekillerden birinin sarf ettiği “Başımı açarak bir daha kirlenmeyeceğim” sözleri dehşet vericidir! Türbanlı kadın vekilimiz acaba meclise türbanla girmesini “demokrasi ve özgürlük” olarak nitelerken, “kirli” olarak adlandırdığı açık kadınların da demokratik haklarını koruyacak mıdır? Kendi inancı dışındaki inanç alanlarının dahi haklarını daha önce savunmamış bu vekillerin “kirli” olarak nitelediği giyim tarzındaki hanımlarımızın “demokratik” haklarını korumayacağı ve “özgürlüklerine” saygı duymayacağı açıktır. Yaşam tarzlarına özgürlüğü savunduğunu iddia eden bu dört taze türbanlı vekil görüldüğü gibi diğer yaşam tarzlarının kısıtlanması konusunda hiçbir savaş vermemiştir aksine kendi giyim tarzlarından olmayanlara “kirli” nitelemeler yapacak kadar ileri gitmişlerdir. Olan biten açıktır. Bu dört hanımın ve AKP’nin derdi ne demokrasidir, ne yaşam tarzlarına gösterilen saygının geliştirilmesidir ne de dini özgürlüklerdir. AKP’nin ve başlangıç olarak vitrine dizdiği dört türbanlı vekilin hedefi, kurulu düzene karşı alternatif siyasetin tek argümanı haline gelen, AKP’nin iktidar mücadelesinin kilit taşı ve biricik sembolü türbanı üniversiteler, kamu kuruluşları ve okulların ardından meclise de sokarak “istedikleri İslami yaşam tarzını kademe kademe geldiklerinin” mesajını vermektir ve ileride sosyal yaşamda türban dışındaki giyim tarzına ne denli müdahale edileceğinin göstergesidir. Bu kuru bir paranoya değildir, zira şu zamana kadar geldiğimiz süreçte türban dışındaki giyim tarzları üzerindeki baskı artarken türbanın ‘demokrasi’ diye yutturularak her alana sokulması bunun kanıtıdır.
. AKP şu zamana kadar laiklikten intikam alır nitelikteki siyasi hamlelerini demokrasi ve özgürlük kavramları ile manipüle ederek yutturmuştur. Bundan sonra sıra sosyal hayata türban ve siyasal islamını empoze etme girişimlerine gelmiştir. AKP şunu bilmelidir ki, türbanı meclise sokarak gelebileceği en üst seviyeye gelmiştir, bundan sonrasına hiçbir “demokratik” kılıf uyduracak pozisyonda değildir ve buna izin vermeyeceğimizi bilmelidir!
                                   MUHALEFETİN TUTUMU
AKP’nin meclise türbanı sokarak çıkmasını umduğu kargaşa ile elde edeceği mağduriyet kozunu muhalefet vermedi. Meclisteki hiçbir parti provoke olmadı. Bir Merwe Kawakçı vakası daha yaşanması için avucunu ovuşturan AKP’nin hevesi kursağında kaldı. CHP çok yerinde tepki vererek AKP’nin planını ayağına doladı. CHP milletvekilleri Şafak Pavey ve Muharrem İnce’nin yaptığı konuşmalar yerli yerindeydi. Pavey’in konuşması AKP’nin tüm türban-demokrasi argümanlarını çökertir nitelikte ve “anlayana ince mesajlar” verir nitelikteydi. Türbanı meclise sokmanın "özgürlük" olarak manipüle edilip, demokrasi olarak yutturulması numarası ancak bu kadar güzel çökertilebilirdi. Türbanın hangi bağlamlarda özgürlük olduğu ve AKP'nin bunun ticaretini yapması arasındaki fark ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. CHP’nin verdiği bu tepki AKP tarafından manipüle ve provoke edilmeyecek düzeydeydi. MHP ve BDP vekillerinin tepkisi erkeklerin kadın üzerinden siyaset yapmaması üzerineydi. AKP o genel kurulda umduğunu bulamadı, darısı yerel seçime kadar atacağı yeni hamlelere, belediye baskınlarına, mağdur rollerine ve üreteceği komplo teorilerine…

                                                                                                          Gündem Gazetesi 04.11.2013