24 Temmuz 2012 Salı

ARAP BAHARI TÜRKİYE’YE SIÇRIYOR!




               Arap Baharı başladığından bu yana tüm yazılarımda “baharın” Türkiye’ye de sıçrayacağını söylemiş, 2003 yılından bu yana Ortadoğu’da değişen tüm askeri, siyasi ve ekonomik dengelerin Arap Baharına ortam hazırlamak için yapıldığını vurgulamış ve ABD başkanları, dış işleri bakanlarının Ortadoğu’daki emellerini korkusuzca kaleme aldıkları makaleleri, çizdikleri haritaları sizlerle paylaşmıştım.
                Bugün ise tam da yazılanlar, “çizilenler” gibi Arap Baharı ya da namı diyar “Büyük Ortadoğu Projesi” tam Türkiye sınırında! Suriyeli Kürtler, Suriye’nin Kuzeydoğusunda kontrolü ele geçirdiler. Ele geçirdikleri şehirleri bayraklarla donattılar; adeta Suriye’den bağımsızlıklarını ilan ettiler!
                PKK ile bağlantılı Suriye Demokratik Birlik Partisi, Kürt Ulusal Konseyi ve Gençlik Koordinasyon Konseyi geçtiğimiz hafta Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimiyle güçlerini birleştirmiş, adeta “birleşme” kararı almıştı!
                Ben ve benim gibi büyük resmi görebilen ulusal yazarlar ve Ortadoğu’daki muhaliflerin kim tarafından fonlandığını bilen Ortadoğu uzmanları bunun gerçekleşeceğini çok uzun zaman önce söylemiştik.
                Condaleezza Rice da Washington Post gazetesinde yazdığı makalesinde Büyük Ortadoğu Projesini ayrıntılarıyla anlatırken, rejim değişikliklerinin yanı sıra sınırların da değişeceğini ayrıntılarıyla açıklamıştı. Büyük Ortadoğu Projesi için çizilen ve yanda gösterilen haritada “Özgür Kürdistan” olarak işaretlenmiş bölge Proje’nin Türkiye ayağı…
                Türkiye’nin Başbakanı’nın üstlendiği Büyük Ortadoğu eşbaşkanlığı görevi ise ayağına dolanmak üzere! Zeynel Bin Abidin’e, Kaddafi’ye, Mübarek’e ve Esad’a demokrasi dersi vermeye çalışan Erdoğan için demokrasi sınavı hiç de uzak değil! Öngörüldüğü gibi Suriyeli Kürtlerle, Kuzey Irak Kürtleri birleştiler; Türk sınırına kendi bayraklarını çektiler! Ve yine öngörüldüğü gibi bölücü Kürt provokatörlerin saldırılarına başlaması an meselesi…
                Suriye’de, Libya’da olduğu gibi sokaklara dökülecek silahlı çetelere;  azılı teröristlere uluslararası basında “siviller muhalifler ” denmesi ve Türkiye’nin uluslar arasında jet hızıyla yalnızlaştırılması hiç şaşırtıcı olmayacak! ABD, birçok AB ülkesi, BM, NATO ve Türkiye’nin;  Suriye’ye, Libya’ya, Mısır’a, Tunus’a yaptığı siyasi baskının aynısını kendi ensesinde görmesi de beklenmeyen bir şey değildir. Hatta Büyük Ortadoğu Projesi başlayana kadar ABD ile sıkı ilişkiler içersinde olan, ABD tarafından “önemli müttefik” sıfatıyla şak şaklanan Kaddafi, Mübarek ve Esad gibi eşbaşkan Erdoğan’ın da BOP’un Türkiye ayağının başlamasıyla ABD’den bir şamar yemesi tüm olasılıkların içerisindedir.


                                                                                                       Çanakkale Haber Gazetesi 25.07.2012

11 Temmuz 2012 Çarşamba

CAMİLER KIŞLA, MİNARELER SÜNGÜ, DİN EN KARLI TİCARETTİR!



Taksim camisi için çizilen proje, söylendiği gibi ufak bir
mescidin yerine değil; meydanın hemen yanına
 ve meydanı tamamen kaplayacak şekilde tasarlanıyor.
  Aşırı İslamcı kesimlerin İstanbul'un göbeğine
dikeceği İrtica Abidesi, hem Taksime "Mekke'yi"
  aratmayan bir görüntü katacak, hem de
 yıllardır hayalini kurdukları "Cumhuriyet putları
 yerine "irtica abideleri" rüyasını da gerçekleştirmiş olacak.
              Türkiye'de uzun yıllardan beri "Taksime cami dikme" konusu tartışılıyordu. Özellikle Erbakan ile alevlenen konu, o dönemde çok eleştiri almış, uyutulmuştu. Bugün ise konu tekrar gündeme geldi, Taksim'e cami dikmek için ciddi ciddi projeler hazırlandı. Erbakan döneminde yapılmaya çalışılıp da "halk hazır olmadığı için" ertelenen her proje gibi bunun da Erdoğan döneminde hayata geçirilmesi sağlandı.
              Taksim'de cami yetersizliği olduğu için, meydandaki mescide de insanlar sığmadığından bu karar alınmış(?)
              Peki Türkiye'de cami yetersizliği mi varmış? Okullardan, hastanelerden daha çok caminin olduğu bir ülkede Taksim'de ibadet sokaklara mı taşmış?
             Halbuki Taksim'in az ilerisinde, İstiklal'de koca bir cami, Taksim'in iki üç sokak aşağılarında, az ötelerinde bir sürü cami mevcut... Ha Taksim, ha İstiklal; ha iki sokak aşağıda kılmışsın, ha iki sokak yukarıda... Yürümek mi zor, Taksimde ibadet iki kat mı sevap?
Ticari islam son yıllarda öyle bir hal aldı ki ibadet şekillerini
"gerçekten" ibadet etmek için değil, gösteriş ve simgeselleştirme
amacıyla kullanmaya başladı. İslam hoşgörüsü yerini namazla
nefret aşılamaya bıraktı...
            Peki neden illa ki Taksim, inadına cami?Cevabı basit... Ülkede İslam ticaretten siyasete terfi etti edeli İslam dininin kutsalları siyasetçiler tarafından pek güzel sömürülmeye başlandı. Camiler abide, basın önünde yapılan ibadetler "kendi partilerinin" işaretli olduğu oy pusulası haline geldi. Özellikle de abideleştirilen camiler işlek, simgeleşmiş ve turistik yerlere dikilirse kazanılmış bir zafer, rejime atılmış önemli bir gol olarak addedilir oldu!
          Dinler arası barış ve kardeşliğin sembolü Ayasofya'da namaz kılma aşkı da, güzel tabiatıyla İstanbul'da yükselen Çamlıca Tepesi'ni bozup cami yapma rüyası da bundan kaynaklanıyor!
Kızılay metrosunda namaz kılan "gösterişçi islamcıların"
tek amacı irtica ile özdeşleştirmeye çalıştıkları Müslüman
ibadetlerini insanlara göstere göstere yapmak! Kızılay'daki
camiler dolmazken metro baştan sona "gösteriş mangasıyla"
dolu!
          İnsanların tüm bu yaşananlara prim vermesi de işin en korkunç kısmı... Kendi zaaflarıyla, inançlarıyla fütursuzca oynayarak zenginliklerine zenginlik, güçlerine güç katanların peşinden bu denli koşmaları, aydınlanamayan bilinçleri; eğitimdeki büyük boşluğu gösteriyor. Ama insanlar yine de 67 adet olup da sınıfları ortalama 50 mevcutlu okulların iyileştirilmesi yerine, 81 bin adet olup da içi asla dolmayan camilere yenisinin eklenmesini yeğliyorlar...




                                                                                                         
                                                                                            Çanakkale Haber Gazetesi 10.07.2012


5 Temmuz 2012 Perşembe

SAVAŞ MELTEMLERİ




                Yaklaşık 1 yıldır savaşla tehdit ettiğimiz, iç işlerine kayıtsızca müdahale ettiğimiz, ülkelerindeki isyancıları desteklediğimiz Suriye uçağımızı düşürdü, ipler iyice gerildi. Bunun yaşanacağı belliydi, Amerika’nın istediği bu tür bir sıcak temas idi.
"ABD dışişleri bakanı Condalize Rice 2003 yılında Washington Post
gazetesinde yayınladığı "Ortadoğuyu Dönüştürmek" adlı makalesinde
Fas'tan Pakistan'a kadar 22 ülkenin sınır ve rejimlerinin değişeceğini
söylüyordu"
                Türk “keşif uçağı” Suriye tarafından vuruldu, geriye uçağın nerede vurulduğu muamması kaldı. Uçağın Suriye hava sahasına girdiği ve burada belli bir süre kaldığı çok açık. Uçağın tespit edilip, gerekli izinler alınarak vurulması arasında geçen sürede uçak Suriye hava sahasını ihlal etmiş… Başbakan Erdoğan ve bakanları uçağın silahsız olduğunu söyleyip hem acıtasyon hem manipülasyon yapsalar da uçak “askeri” bir keşif uçağı. Silahsız olması hiçbir masumiyet işareti olmamakla birlikte keşif mahiyetli bir uçağın başka bir devletin hava sahasında uçması, açıklaması olmayan bir yanlıştır.
                Suriye, hava sahalarını aşsak da uluslar arası hukuk gereğince uçağı vurmadan önce uyarmalı, Türkiye ile temas kurmalıydı. Ancak köşeye sıkışmış Esad Rejimi’nin her an savaş açmasını beklediği Türkiye’nin sınır ihlali yapan uçağını güllerle karşılamayacağı da çok açıktı. Esad Rejimi burada köşeye sıkışmış kedi misali aceleci davrandı ve tırmaladı. Düşmanlarının eline geri dönüşü olmayan bir koz verdi.
"El Cezire'den CBS'E; Yediot Ahronot'dan Washington Post'a
kadar Ortadoğu'dan Batıya dünya gündemine yön veren
basın ve yayın kuruluşları savaş çığlıkları atıyor!"
( Daha önce diktatörlerin devrilmesi için her türlü silahı kullanan
basının Türkiye'yi Arap Baharı'nın ileriki günlerinde ne duruma
sokacağı ise tam bir muamma) 
Keşif uçağının Suriye ile ilişkilerin bu denli gerildiği bir dönemde sınır ihlali yapmasının amacı neydi peki? Bu tür ihlal veya askeri manevraların bölgede sıcak temaslara neden olacağı çok açık değil mi? Özellikle bir yıldır “savaş açarım haa” tehditleri savurduğumuz bir devletin sınırlarında uçarken daha dikkatli olmamız gerekmez mi? Ayrıca 1 yıldır savaşın eşiğinde olduğumuz bir ülkenin sınırını söylendiği gibi “yanlışlıkla” aşıyorsak bu çok büyük bir askeri eğitim zafiyeti değil midir?
Ya da uçağın sınırı aşmasının amacı bir yıldır Amerika ile birlikte neden aradığımız savaşa bir kılıf bulmak mı? Zira, Arap Baharı’nı yöneten Amerika ve eşbaşkan’ı Türkiye’nin çalıştığı Ortadoğu uzmanları ve askeri strateji uzmanlarının bu tür ihlal ve askeri maveraların bölgede sıcak temaslara neden olacağını ve istenilen gerginliklere sebep olacağını bildiği kesindir. Bahar başladığından beri üç diktatör devirip, üç ülke şekillendiren uzmanların bunu göz ardı etmesi imkansızdır.
Emperyalist devletlerin ve uluslar arası örgütlerin tek amacı
bölgedeki ekonomik ve politik çıkarlarını elde etmek! İster bir liderin
kellesiyle ister bir savaşla ister bir soykırımla...
Yugoslavya'da Ukrayna'da Polonya'da olduğu gibi!
Kapalı kapılar ardında yapılan, adı “Suriye Zirvesi” olup da Suriye temsilcilerinin bulunmadığı toplantılarla, Suriye’nin kaderi çizilmektedir. Arap Baharı’nı yöneten Amerika Suriye’deki rejimi devirmek için Türkiye’yi sonuna kadar kullanacaktır. Esad’ı “Libya” modeli ile devirmek için elinden geleni ardına koymayacaktır. Belki sınırda Suriyeli muhaliflerin “ordu” rölüyle yaptığı provakasyonlar  ( muhaliflerin köylerde katliam yapıp suçu orduya atması gibi) ya da buna benzer sıcak temaslarla Türkiye’nin Suriye’ye savaş açması sağlanacak ve NATO ile Esad Rejimi devrilecektir.
Ancak unutulmasın ki Suriye düşerse Türkiye düşer. Esad rejimi devrilirse Arap Baharı’nda sıra Türkiye’ye gelir. Irak’ın Kuzeyinde fiilen ayrılmış vaziyette bulunan Kürt bölgesi ile Suriye’deki Kürtler birleşirlerle, Kürt kökenli Türkler de bağımsızlık türküsüne kendilerini iyice kaptırırlar. O zaman da Türkiye’nin yaptığı her müdahale yabancı basında “sivil katliamı” olarak adlandırılır; Tunus’a, Mısır’a, Libya’ya ve Suriye’ye yapıldığı gibi Türkiye de dünya kamuoyunda yapayalnız kalır!



                                                                                            Çanakkale Haber Gazetesi 03.07.2012