19 Haziran 2014 Perşembe

TÜRKİYE “IŞİD” TEHDİTİ İLE KARŞI KARŞIYA




            IŞİD, Musul işgalinin ardından Kerkük kentine ilerliyor. Bağdat tehlikede, dışişleri bakanlığı Basra’daki Türkiye konsolosluğunu boşaltıyor. IŞİD, gün geçtikçe Irak’ta ilerliyor, Türkiye için büyük bir tehdit oluşturuyor.
            IŞİD’i daha iyi anlamak için öncelikle tarihine bakmamız ve Arap Baharını bütün olarak irdelememiz gerekir. IŞİD, yani Irak-Şam İslam Devleti adlı terör örgütü 2004 yılında ABD'nin Irak'ı işgali üzerine direniş örgütlemek için kurulan ancak Suriye iç savaşında asıl gücüne kavuşan Aşırı İslamcı, vahabi bir örgüt. Özgür Suriye Ordusu bileşenlerinden biri olan El-Kaide’nin alt grubu şeklinde Suriye iç savaşında rol oynadı. Birçok kentte Alevi ve Türkmen katliamı gerçekleştirdi. Ancak, Suriye’de Esad’a karşı savaşan ÖSO’nun bileşenleri hakimiyet alanı sebebiyle kendi içinde çatışmaya başlar başlamaz El-Kaide IŞİD’i kendi içinden attı. Esad’ın devrilmesi için körfez ülkelerinden ve Türkiye’nin de dahil olduğu batılı devletlerden silah, para, tıbbi malzeme ve gıda yardımı alan örgüt, Esad’ın askerlerinden ele geçirdiği askeri teçhizatlarla da ciddi bir güce kavuştu. Suriye-Türkiye sınırının batısında Esad birlikleri, Doğusunda YPG hakimiyet kurmuş iken doğu-batı yönündeki sınırın yaklaşık %70’i bu örgütün kontrolünde kaldı. ÖSO bileşenleriyle girdiği çatışmalar ile Suriye içlerinde ilerleyişini sürdüren IŞİD, Irak sınırını geçerek Felluce’ye kadar Anbar Vilayetini aldı. Şimdi ise kuzeyden Musul’u işgal ederek Kerkük’e ilerliyor. IŞİD, Musul’u işgali ile kazanabileceği en büyük güce kavuştu. Askeri birliklerin Musul’dan çekilmesi ile geride kalan yüzlerce tanka ve ağır silaha el koydu. Bunun yanı sıra Musul Merkez Bankasını da yağmalayarak servetini iki katına katladı. Ele geçirdiği petrol kuyuları da cabası…
            Arap Baharının bütüne de bakarsak bu grupların kimler tarafından beslenilip büyütüldüğünü, kontrolden nasıl çıktığını daha iyi anlayabiliriz. Bu köşeden sayısız Arap Baharı konulu yazı yazdım. Sizlere Arap Baharı’nda Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’deki muhaliflerin ABD, diğer batılı devletler ve Türkiye ortaklığıyla nasıl desteklendiğini kanıtlarıyla anlatmıştım. Aslında öyle gizli bilgi ve belgeye de gerek yoktu. ABD ve Türkiye tüm desteği göstere göstere, medyadan da gizlemeden veriyordu. Hafızanızı biraz yoklarsanız eğer, Libya’da savaşan “muhaliflere” bakanların havaalanlarında bavullar içinde milyonlarca dolar taşıdığını hatırlarsınız. Hatta, ülkeye feribotlarla ve THY’nin ek seferleri ile taşınan “Libyalı” mücahitlerin Türkiye’deki hastanelerde tedavi altına alınması, Başbakan Erdoğan’ın hastane ziyaretleri, uçakla Almanya’ya tedaviye yollanan teröristlerin haberleri boy boy haber bültenlerinde yayınlanıyordu. Libya iç savaşındaki Türkiye desteği hiç gizlenmiyordu… Yine hafızanızı biraz yoklarsanız, ambulansların Hatay’dan ve Kilis’ten Suriye’ye geçerek yaralı muhalifleri taşıdığını, ÖSO lideri Riyad Musa El-Esad’ın Şanlıurfa’da bir hastanede tedavi altına aldığını da haberlerden izliyor, sözde özgürlük savaşçılarını ülkemizin desteklemesinden gurur duymaya teşvik ediliyorduk. Arap Baharı’nın kemiğini oluşturan ve ABD’nin düşünce kuruluşlarında geliştirilen “Ilımlı İslam” taktiği, yani “İslamcı, olsun bizim olsun; anti emperyalist, radikal olmayan, kontrol edilebilir islam” tekniği önce Libya’da çöktü. Kaddafi devrilir devrilmez ülkede katı bir şeriat ilan edildi. Silahlı gruplar, ABD’nin eğittiği düşünce takımının önüne geçti, yeni hükümet ABD karşıtı idi… Şu an medyadan beynimize kelepçe geçirilircesine Libya’dan haber alamıyor olsak da Libya ikinci bir iç savaş yaşıyor, İslamcı gruplar temizlenmeye çalışılıyor. İkinci tokat Mısır’dan geldi. İhvancı Mursi ABD’ye taahhüt ettiği Ilımlı İslamcı politikadan uzaklaşarak radikalizme kaydı, Müslüman Kardeşlerden batı karşıtı sesler yükseldi. Yine ABD desteği ile bu kez Sisi aşırı İslamcılara bir darbe patlattı, ABD Mısır’ı İran gibi kontrolünden çıkmadan kurtardı.
            Hatırlayın, aynı dönemde ABD-Türkiye arası ilişkiler gerildikçe gerildi. Dış politikada çok senkron adımlar atan AKP hükümeti ve ABD arasında büyük bir çatlak meydana geldi. Bunun sebebi, ABD’nin bölgeyi yeniden şekillendirmek ve kontrol etmek için tertiplediği Arap Baharı’nda kemik stratejiyi oluşturan Ilımlı İslam’ın kenara bırakılması ve Ortadoğu’nun yeni sultanı olma vaadi ile Arap Baharı’nda desteği alınan Erdoğan’ın dımdızlak ortada bırakılmasıdır. Tüm politik başarılarını ve propagandasını Suriye ve Mısır dış politikalarına endeksleyen Erdoğan bu hezimet ile hem Ilımlı İslam’ın kenara bırakılmasıyla kendinin de kenara bırakıldığını acı bir biçimde anladı, hem de Suriye’de desteklenen gruplar ile baş başa kaldı. Şu an hükümet tarafından bu muhalif güçlere veya terör örgütlerine herhangi bir destek sağlanmadığı söylense de bir, bir buçuk yıl önce izlediğimiz ve yukarıda da örneğini verdiğim televizyon haberleri veya gazete kupürleri verilen desteğin sadece küçük bir kısmını kanıtlamaya yetecektir. Ancak, ABD’nin AKP hükümetine verdiği Ortadoğu desteğinin bitmesi ile Türkiye buradaki gruplara eski finansal, askeri ve tıbbi desteğini sağlayamadı. Bu sayede IŞİD’in şimşeklerini üzerine çekti. IŞİD lideri Bağdadi’nin “Erdoğan bize bağlılık yemini etsin, aksi halde Türk askeri öldürmek bizim için zevkli olacaktır” sözleri de Türkiye’nin beslediği ve büyüttüğü IŞİD’in hedefi haline geldiğini ortaya koyuyor. IŞİD militanlarının Türk tır şoförlerini kaçırarak fidye istemesi, Türk şantiye çalışanlarını kaçırması ve her şeyden vahimi, Türk topraklarına saldırı ile eş sayılabilecek konsolosluk baskını IŞİD için hedef olduğumuzu kanıtlıyor!
            Almanya dahi 50 kadar vatandaşını Musul’dan bir operasyon ile tahliye edebilirken Türkiye’nin eli kolu bağlı... Bunun en önemli sebebi, tamamen erimiş vaziyette bulunan Türkiye-Suriye geçiş kapılarıdır. Türkiye’de ne kadar IŞİD militanı olduğu bilinmemekle beraber, ayrıca IŞİD’in Türkiye’de faaliyet gösteren dernekleri ile ülkede kök salmış olması Türkiye’yi kısa vadede eşi görülmez bir İslami terör tehdidi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu sebepledir ki AKP hükümeti hele de cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce IŞİD’e tek kurşun sıkacak riski almayacak, IŞİD’e herhangi bir operasyon yürütemeyecektir. Öte yandan IŞİD’in Irak’ta ilerlemesi ve Kerkük ile Bağdat kentlerinin hedef olması IŞİD’in gücüne güç katmasıyla birlikte Ortadoğu’da güç dengelerini inanılmaz derecede değiştirecektir. Özellikle, Kerkük ve Bağdat’ın muhtemel düşüşü, IŞİD’in Irak’ın Şii bölgelerine geçişini sağlayacak ve mezhepsel temelde bölgede kanlı kıyımların yaşanmasına sebep olacaktır. Bu ihtimal dahilinde IŞİD’in bölgede kemikleşerek Talibanvari bir devlet yapılanması oluşturması söz konusudur. Uzun vadede bu durum Türkiye’yi zora sokacak, Pakistanlaştıracaktır! 

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 19.06.2014

11 Haziran 2014 Çarşamba

IŞİD'in Türkiye'yi Hedef Alan Saldırıları



( IŞİD'İN KONSOLOSLUK SALDIRISI ÜZERİNE KISA BİR ANALİZ)
Güneydoğu'da yaşanan gerginliğin hemen akabinde PKK'nın Öcalan'a rest çekerek eylem çağrısı yapması ve IŞİD'in Musul'u işgali ile sürecin ne şekilde şekilleneceğini söylemiştim. Türk sınırında geniş hakimiyet alanı bulunanan IŞİD, Türkiye için tehlike arz ediyor, saldırı söz konusu şeklinde yazmıştım. PKK'nın da yaptığı son eylem çağrısı "Türkiye'nin 2 terör örgütü ile birden başa çıkamayacağı" stratejisine dayanarak yapılmıştı.

Nitekim, dün Musul'un işgali ile eli güçlenen IŞİD, tam da öngördüğüm gibi ancak hiç beklemediğim kadar erken Türkiye'yi hedef alan saldırılarına başladı. Dün 32 tır şoförü, bugün 31 elektrik santrali işçisi ve 49 konsolosluk görevlisi olmak üzere 112 Türk vatandaşı rehin alındı. Musul'daki Türk büyükelçiliğine yapılan baskın ise Türk topraklarına yapılan bir saldırı mahiyeti taşımakta. Bundan da öte IŞİD terör örgütünce "Topraklarınız tehlike altında" mesajı...

Peki nedir bu IŞİD? Açılımı "Irak Şam İslam Devleti" olan terör örgütü 2004 yılında ABD'nin Irak'ı işgali üzerine direniş örgütlemek için kurulan ancak Suriye iç savaşında asıl gücünü kazanarak nam salan Aşırı sunni islamcı bir örgüt. Öyle ki hakimiyet alanlarında ilan ettikleri şeriat düzeninde müzik dinlemek dahi yasak!

Peki, IŞİD'in hedefinde neden Türkiye var? Bu soruya anaakım birçok analist cevap vermekten kaçınıyor, Türkiye’nin alelade bir hedef olduğu savını destekliyorlar. Söylemeye korktukları asıl sebep ise AKP iktidarının Suriye iç savaşı boyunca desteklediği bu gruba para desteğini kesmesi… IŞİD, Suriye iç savaşında diğer islamcı gruplar gibi Türkiye'den büyük silah, para, gıda, sağlık gibi birçok destek gördü. Ancak Suriye'deki iç savaşta rüzgarın Esad'dan yana dönmesi ile ABD tarafından desteğin kesilmesi ve AKP'nin satılmasının akabinde Türkiye diğer terörist gruplara olan desteğini uzun sürdüremedi, IŞİD'in de aralarında bulunduğu El Nusra, El Kaide gibi gruplara olan desteğini kesti. İlk çıngar Mayıs 2013'te Reyhanlı'nın bombalanması ile çıktı. El Nusra ve IŞİD'in ( henüz iki terörist grup kendi içinde çatışmıyorken) ortaklaşa düzenlediği Reyhanlı saldırısı Türkiye'ye "sadece" bir uyarı niteliği taşımaktaydı. Bu nedenledir ki Tayyip Erdoğan Reyhanlı bombalanır bombalanmaz, kendini yüzüstü bırakan ABD'ye gitti, oraya sığındı ancak "sadık müttefik" Erdoğan'ı saldırılar ile başbaşa bıraktı. Uyarı saldırısının ardından "Türkiye'nin bu örgüt için kara listede olduğu" gün gibi ortadaydı. Bu sebepledir ki IŞİD'in hedefinde Türkiye var! Musul'un işgali ile güçlenen ve Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi iklimi çok iyi koklayan IŞİD, saldırılarını kendince doğru zamanda başlattı.

Türk Hükümetinin karşılığı nasıl olur? Konsolosluk baskının hemen akabinde toplanan bakanlar kurulu NATO'yu göreve çağırdı. Bu savaş demek! Ancak Kuzey Suriye'de ve Kuzey Irak'da hakimiyet alanı bulunan IŞİD, ne düzenli bir orduya sahiptir ( adı üzerinde "terör örgütü") ne de bilindik anlamda bir devlet yapılanmasına! Bu sepeledir ki hakimiyet alanı çok geniş olan bu gayrı nizami örgüte karşı yürütülecek savaş çok zordur ve imkan dahilinde değildir. NATO'nun ve Türkiye'nin IŞİD'le savaşabilmesi için Irak ve Suriye'nin ilgili kısımlarını işgal edip gayrı nizami bir savaş sürdürmesi gerekmektedir. NATO'nun böyle bir operasyona sıcak bakması neredeyse imkan dahilinde değildir. Türkiye'nin de tek başına bu tarz bir operasyona girişecek askeri, stratejik veya ekonomik hiçbir gücü bulunmamaktadır.

Bundan sonraki süreç nasıl ilerler? NATO'nun böyle bir operasyona girişmeyeceği büyük olasılıktır. Bu olasılık dahilinde IŞİD'in kara listesinde bulunan Türkiye için IŞİD sorun teşkil etmeye devam eder. Suriye sınırında veya bazı büyük kentlerde terör saldırılarına maruz kalabilir, İslamcı terörün ne demek olduğunu, Suriye iç savaşındaki AKP'nin beslemesi IŞİD'den öğrenebiliriz.

                                                                                                                 Ulaş Pehlivan 11.06.2014-20.15

4 Haziran 2014 Çarşamba

YALOVA CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNE MODEL Mİ?




            Geçtiğimiz pazar günü, 30 Mart yerel seçiminin ardından yapılan çeşitli itirazlar sebebiyle iptal edilen bazı il ve ilçelerdeki seçimler yenilendi. Gözler, AKP’nin itirazı doğrultusunda seçimlerin iptal edildiği Yalova ve Ağrı’da idi. Ağrı’daki BDP ve AKP arasındaki %0.1’lik farkın, 30 Mart’ın ardından kentte yaşanan gerginlik sebebiyle ve bazı seçmenin BDP’ye desteği ile açıldığı gözlendi ve Ağrı’yı BDP aldı.
            Asıl çekişme ise muhalefetin bir nebze de olsa birleşmeye çalıştığı Yalova’da idi. 30 Mart yerel seçimlerinde 6 oy fark ile kazanan CHP’nin oylarını attırdığı görüldü. AKP ve CHP’nin 30 Mart yerel seçiminde aldığı %43’lük oran, MHP’li seçmenin CHP’yi desteklemesi ile değişti. Yalova’da %5.41 oy alan MHP, 1 Haziran’da tekrarlanan seçimde seçmeninin %4’ünün CHP’yi desteklemesi ile %1 oy aldı.
            Muhalif seçmenin bu tutumu 30 Mart seçimine ait aslında. Birçok kentte, parti örgütlerinden bağımsız bir şekilde, bazı aydınların ve köşe yazarlarının girişimi ve sosyal medya üzerinden bireylerin çağrıları ile 30 Mart yerel seçiminde CHP’li seçmen MHP’nin güçlü olduğu belediyelerde MHP’ye, MHP’li seçmen ise CHP’nin adayının güçlü olduğu belediyelerde CHP’ye oy verdi. 30 Martta Ankara ve Antalya başta olmak üzere birçok kentte adı seçim hileleri ile anılan AKP’nin Yalova’daki itirazı muhalif seçmenleri birbirine daha da yaklaştırdı ve MHP seçmeni oylarını daha fazla CHP’ye kaydırdı. Bu durumda Yalova’da sandıktan yine CHP çıktı.
            Yalova’daki bu durumun partiler düzeyinde varılacak bir mutabakat ile Cumhurbaşkanlığı seçiminde de uygulanması gerektiği bazı yazarlar tarafından yazılıp çiziliyor. Yalova belediye başkanı seçilen Vefa Salman ise bunu “Yalova modeli” olarak adlandırarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarının bu şekilde sağlanacağını savunuyor. Çatı aday formülü aslında muhalefet partilerinin uzunca süredir düşündüğü bir formül. Ancak “Yalova seçiminin model alınması” muhalefet partilerini ne derece başarıya ulaştırır, bu çıkış yolu ne derece seçimi kazandırır bundan şüphelerim var. Özellikle “Yalova modeli” denilen hadise birçok yazar tarafından “Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmanın tek formülü” olarak kamuoyu önüne servis ediliyor. AKP’nin muhtemel hatta neredeyse kesinleşmiş Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’a karşı “kesin zaferin formülü” olarak lanse ediliyor.
            Ancak bu çok “hayalperest” bir tutumdur. İki turda yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir yerel seçim zaferini model olarak almak başlı başına yanlıştır. Ayrıca yelpazesi çok geniş olan solun ve sağın tek adayda birleşmesi neredeyse imkansızdır. Çatı aday formülü yalnızca ve yalnızca sol ve sağın belli kesimlerini birleştirebilir, bu da Yalova seçimindeki gibi bir başarıyı iki seçim turu şeklinde yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminde getirmez.
            Üstelik ortada bir de BDP faktörü bulunmaktadır. %6 ila %7’lik bir oy oranına sahip BDP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kilit rol oynayacaktır. Zira AKP ile BDP’nin oy oranları “salt çoğunluğu” sağlamaya yetmekte ve seçimin ilk turunda “malum şahsı” ya da namı diğer “dönemin başbakanını” cumhurbaşkanı seçmeye yetmektedir. 2007’den bu yana cumhurbaşkanlığını kontrolsüzce arzulayan Başbakan, cumhurbaşkanlığını garantilemek için Kürtler ile anlaşmaya gidecektir. Doğu’da yaşanan gelişmelere baktığımızda; çocukların kaçırılmaları üzerine Başbakan Erdoğan’ın devlet imkanlarını kullanmak yerine BDP’li vekillere yetki vermesi “adeta bir adı konmamış özerklik” durumudur. Üstelik PKK terör örgütünün kendi kurduğu sözde asayiş timleri ile Yugoslavya’nın parçalanma sürecini anımsatan yol kontrolleri ve bunlara müdahalede bulunulmaması “adı konmamış özerklik” savını destekler niteliktedir. Üstelik terörist başının “yeniden yargılanması” ve “ev hapsine çarptırılması gerektiği” hikayeleri Erdoğan’ın kontrolündeki çanak yalayıcı yazarlar tarafından yavaş yavaş kamuoyuna fısıldanmaktadır. Bu bir mesaj, “yaptıklarım, yapacaklarımın teminatıdır” demektir. Buradan yola çıkarak cumhurbaşkanlığı seçiminde mutlak zafer için iktidar partisinin doğuda ne denli vahim tavizler vereceğini kestirmek hiç de zor değildir.
            Evet, çatı aday formülü muhalefeti birleştirerek Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda AKP’yi zorlayacaktır ancak “mutlak zafer” için yeterli görünmemektedir. Bazı aydınların bu hadiseye “kesin çıkış yolu” gözüyle bakması biraz saflık, bugünkü siyasi ortamın okumasıyla Türkiye’deki muhalefetin cesaretini kırmaya, umutlarını tüketmeye sebep olacak bir safsatadır. 

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 05.06.2014