30 Ocak 2014 Perşembe

PİSLİK ÖRTEYİM DERKEN…




           İktidarda bulundukları süre içinde onlara sayısız darbe girişimi oldu(!). Her birini başarılı bir biçimde atlattılar, hepsini yapılmadan engellediler! Elbette ki bu güzide iktidar AKP iktidarı…
            Milli irade diye diye, milletin iradesini tek adamda toplayan ve milli iradenin baş aktörü halk değil de Tayyip Erdoğan’mış gibi değişik bir atmosfer yaratan AKP iktidarı “darbe” ve “paralel devlet” argümanını ne zaman dara düşse, yaptıkları sorgulanmaya başlanıp yasa dışılıkları engellenmeye çalışsa kullandı. Rejime karşı girişilen operasyonlarda önlerine çıkabilecek engelleri temizlemekte, özelleştirilmeler ile işsiz kalan işçilerin direnişlerinde, bıçağın halk için kemiğe dayandığı Gezi Parkı olaylarında, rüşvet ve yolsuzluklarının ortaya çıkmasında paralel devletin parmağı vardı(!), amaç darbe idi(!)
            Halkı iyice aptal yerine koyan ve son olaylara karşı “darbe” argümanını öne süren AKP aslında darbenin ürünü bir iktidardır! 28 Şubatın ekmeğini çok yemiş, bu darbe(!) sonrasındaki süreç sayesinde iktidara gelebilmiş bir partidir. Her şeyi geçin, bu parti Türkiye’de bir sivil darbe gerçekleştirmiştir! Yasama, yürütme ve yargıyı tek elinde toplayarak gücüne güç katmış, medyayı susturmuş, muhalif yazarları elemine etmiş, karşısında örgütlü muhalefet bırakmamıştır! Bugün derin devlet olduğunu itiraf ettiği cemaatle, cemaatin cumhuriyet rejimi içine sızmış tüm odaklarıyla, yargısıyla polisiyle, bu ülkede bir sivil darbe gerçekleştirmiştir!
Başbakan Erdoğan dün “yedirtmem” dediği savcısını bugün “darbeci” ilan etmiş, Gezi Parkı’nda binlerce insanı yaralayan ve “destan yazdılar” dediği polisi ise görevden alma ve kararnameler ile telef etmiş durumda!
12 yıl boyunca kavramlarla oynayarak, toplum mühendisliğini çok iyi kullanıp bilinç şekillendirme operasyonları ile halkın “özgür iradesini” elinden alan iktidar partisi elbette ki artık bugüne değin “oynadığı” kirli siyasetin kokusunun ortaya çıkması evresine geldi, oynadıkları “ileri demokrasi” oyunu apolitik kişilerce bile anlaşılabilecek kadar çelişir hale geldi! Cemaat ile yaşadıkları savaş pisliklerin daha da ortaya dökülmesini sağladı! Mesela, bugün Tayyip Erdoğan’ın derin devletin darbeci savcısı olmakla suçladığı Zekeriya Öz, Ergenekon ve Balyoz davalarını açtığında, en büyük alkış tutan AKP’li güruhtu! Başbakan Erdoğan davanın “savcılığına” dahi soyunmuştu… Madem ki Zekeriya Öz derin devletin darbeci savcısı idi ve Başbakan Erdoğan da bunu biliyordu, o zaman AKP iktidarı “devlet içinde bir yapılanmanın yuvalandığını bildiği halde bu yapıyı tasfiye etmemiş, aksine, görüldüğü gibi, onlarla kol kola girmişti”! Üstelik, AKP’nin bu derin devlet yapılanması ile çıkar ilişkisi çok güçlü olacaktı ki, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki insan hakkı ihlalleri, sahte olduğu Tübitak tarafından dahi tescillenmiş suç delilleri, gizli tanık komedisi ve tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bir hukuk katline göz yumuldu!
Bunların yanı sıra, Zekeriya Öz ve cemaatin içerisinde yuvalandığı emniyet teşkilatı, kısaca derin devlet, bir darbeci ise açılan Ergenekon ve Balyoz davaları da bir darbe değil midir? Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarının geri dönülmez bir biçimde zedelendiği, aydınların darbeci yaftası yediği bu dava; halk arasında önüne geçilmez bir darbe paranoyasının ortaya çıktığı, muhalif kalemlerin kırılıp muhalif seslerin sustuğu Türkiye’yi geri dönülmez bir yola sokan bu süreç Cumhuriyet rejimine ve ona sahip çıkan insanlara karşı yapılan bir darbe değil midir?
Başbakan Erdoğan ve AKP’nin ileri gelenleri “yolsuzluk ve rüşvetin” üzerini örtmek için ileri sürdüğü argümanlarla daha da dibe batmaktadır, farkında olmadan başka suçlarını da itiraf etmektedirler! Ülkeyi 12 yıldır, bugün derin devlet dediği yapıyla yöneten Erdoğan; bugün darbeci denen savcıyla dün operasyonlara girişen iktidar darbecilerle, derin devlet ile kol kola girmiş bir iktidar olduğunu gözler önüne sermektedir! Üstelik  “Cemaat ne istedi de vermedik” diye açıklamalarda bulunan Başbakan, derin devletin kuklası bir iktidar olduklarını itiraf etmekte de bir beis görmemektedir!
Yolsuzluk ve rüşveti örteyim derken suç teşkil eden başka durumlar ortaya çıkmaktadır, darbe ve paralel devlet iddialarının hepsi ayrı bir dava konusudur! İnsanları aptal yerine koyan akıl dışı argümanların “ustası” AKP’ye konuştukça batmaması için önerimdir; iyisi mi Erdoğan artık “ paralel evrende de siz beni soyuyorsunuz” desin, helalleşelim!

                                                                                                         Gündem Gazetesi 21.01.2014

23 Ocak 2014 Perşembe

ÇANAKKALE’NİN PROVOKATÖR HABERCİLERİ




           Çanakkale son 3-4 yılda yepyeni bir gazetecilik anlayışıyla tanıştı. Belli bir partinin ideolojisini kendine rehber edinen ve basının tarafsızlığından nasibini almamış bu gazeteler çamur at izi kalsın anlayışıyla haberciliklerini sürdürüyor. Bazı kurumların açıklamalarıyla da köşe yazarlarıyla birlikte Çanakkale halkının yaşam tarzına, kentin laik ve demokratik yapısına dil uzatacak kadar da ileri gidiyorlar! Müstear isimle yazılar yazan bir yazar desteksiz iddialarla Çanakkale’deki yaşam tarzına dil uzatırken, bu yazarın yazdığı gazete aynı şekilde desteksiz atarak “Çanakkale’de grup seksin arttığı” gibi konularda garip ve amacı belli haberler yapıyor!
            Türkiye’de Gezi Parkı olaylarının başlamasıyla Çanakkale de sokaklara indi. Bu gazeteler Gezi Parkı protestocularını hedef gösterici nitelikte ve yalan haberler yaptı, halkı ayrıştırıcı bir dil kullanarak provokasyon yolunu seçti. Aynı anlayışla haber ve yazılara da devam ediyorlar!
            Gezi Parkı günlerinde desteksiz atan yazarlardan biri bu tutumunu B.T.İ’nin davası hakkında yazdığı yazıyla da devam ettirdi. B.T.İ’nin ailesi bu yazarın yazdığı yazı ile hedef gösterildi. Yazısında “Eğer sen çocuğuna iddia ettiğin gibi gerçekten yurt sevgisini aşılasaydın, değil o çocuk oradaki bir taşa yazı yazmayı öyle bir yerde seyirci dahi olmayı göze alamazdı” diyerek insanların gelecekleri ve yaşam şartlarıyla ilgili demokratik tepkilerini ortaya koymasıyla ilgili bakış açısını ortaya koyan yazar, “Ayrıca bu ailenin geçmişini bir küçük araştırdım. Çocuğun amcası, meşhur bir isim: Devrimci Yol militanı Soner İ. ailenin Gezi Parkı eylemlerindeki tavrı şimdi daha bir anlam kazandı. Armut dibine düşer hesabı” şeklindeki talihsiz sözleriyle B.T.İ’nin ailesini hedef gösterdi. 13 yaşında, cezai ehliyeti olmayan bir çocuğa, üstelik adli tıp kurumun “ işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp, davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş” olduğu şeklindeki raporuna rağmen B.T.İ’ye dava açılarak –dava sonradan düşse bile- hukukun ayaklar altına alınmasına bir insan nasıl bu şekilde çanak tutulabilir?
            Aynı yazar ve müstear isimle ortalığı geren köşe yazarı hedef gösterir nitelikteki yazılarını Gezi Parkı olayları sürerken de yazmıştı. Bu yazarların kaleme aldığı bir yazıya göre Çanakkale’deki Gezi Parkı eylemcileri 70 yaşındaki bir vatandaşı ağır bir biçimde darp etmişlerdi. O zaman yazılan bu yalan haberin gerçeği ise “bir kahvehane’de politik bir tartışmanın çıkması sonucu 70li yaşlardaki bir vatandaşın darp edilmesiymiş…” Yani olayın Çanakkale’deki Gezi Parkı protestocularıyla uzaktan yakından alakası yokmuş!
            Bu köşe yazarları ve gazetelerin yazdığı yalan haberlerden diğeri ise Gezi Parkı protestocularının iskele meydanında “AK” plakalı bir araca saldırıp, arabanın sağını solunu kırmasıydı. O dönemde bu haberi desteksiz bir şekilde kentteki ortamı provoke etmek için yazanların kaynağı neydi bilinmez, böyle bir olay yok! Kentin merkezi “iskele meydanında” bu olaya ait ne bir mobese görüntüsü mevcut, ne bir görgü tanığı. Her şeyi geçin bu olayla ilgili açılmış ne bir dava var ne de şikayet!
            Aynı gazeteler ve köşe yazarları, Gezi Parkı olaylarına dikkat çekmek isteyerek kentte yerlere ve duvarlara tebeşir ile ağaç çizip “diren gezi” yazan avukatların haberlerini manipüle ederek verdi, canlandırma resimler ile bu avukatları hedef gösterdi. Olayın aslı ağaç resimlerinin yerlere ve duvarlara çizilmesi iken bu gazeteler ve yazarlar çizilen bir ağaç figürünün pasaj kapısında olması ile “siyasi görüşü farklı avukatların fişlendiğini” iddia etti. Pasajın içinde birden fazla ofis ve birden fazla siyasi görüşe sahip meslek gruplarından insan olmasına rağmen bunun fişleme olarak sayfalara taşınması açık bir provokasyondur. Üstelik yazılan “diren gezi” sloganı, sanki Maraş’ta Alevilerin kapılarına yazılan “ölüm” yazısı ve koyulan çarpı işareti gibi okuyucuya aksettirildi, kamuoyu yanıltıldı. Bu gazeteler haberi,  yanına “canlandırma resmi” dahi yazmadan bireysel kapılara atılmış çarpı işaretleri olan resimler ile yayınladı, yalan habercilik anlayışlarını bu görseller ile destekledi!
            Provokatif gazetelerden biri de ortaya başka bir desteksiz iddia attı. Çanakkale’deki Gezi Parkı eylemleri için İstanbul’dan provokatörlerin getirildiğini, bu provokatörlerin Tıflı Camii’si karşısında bir evde kaldığını iddia etti. Emniyet’in de kısa süre içinde konu hakkında soruşturma açacağını yazdı. O günlerde ortamı provoke etmek için yazılan haberden hiç ses seda yok! Ne yürütülen bir operasyon var ne de o günlerde Tıflı Camii civarında “yabancı kiracılara” rastlayan mahalleli…
            B.T.İ ve ailesi hakkında bu yazıyı yazan zat özür dileyecek mi? Gezi Parkı sürecinde sayfalarına yalan oldukları tescilli haberler taşıyarak kenti provoke etmeye çalışan; sonuçları ciddi vakalar doğurabilecek olmasına rağmen bireysel ve kitlesel olarak “hedef göstermelerde” bulunan bu gazete ve yazarlar sizce Çanakkale halkından özür dileyecekler mi? Çanakkale halkının onurunu kırıcı ve kişileri zan altında bırakıcı haberler yapan bu gazeteler tutumlarını değiştirecek mi? Hiç sanmam! 
                                                                                                                     Gündem Gazetesi 23.01.2014

15 Ocak 2014 Çarşamba

HSYK DEPREMİ



  

          Değerli okurlar, ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet skandalı ve Suriye’ye kaçak yollardan sokulan silahlara artık göz yumulmaması ile hükümeti yargı korkusu sardı. Yolsuzlukları örtbas etmek için öncelikle operasyonu yürüten savcıları ve polisleri görevden alan hükümet, ikinci yolsuzluk dosyasının açılması ve bazı savcıların Suriye’deki terör gruplarına silah taşıyan tır ve otobüsleri kenara çekmesi üzerine yargıyla başa çıkamayacağını anladı, HYSK’yı Adalet Bakanına bağlamak için kolları sıvadı.
            Öncelikle, HSYK, yani “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” nedir? HSYK, kaba tabiri ile ülkede kimlerin hakim ve savcı olacağına; Hakim ve savcıların nereye ve hangi mahkemeye atanacağına; Bunların ne zaman ve hangi dereceye terfi edeceğine, başsavcının ve komisyon başkanının kimler olabileceğine; Terfiler sonucu kimlerin Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilebileceğine karar veren kurumdur.
            HSYK’nın başkanı Adalet Bakanıdır. Ancak AKP’nin 52 maddelik yasa teklifi ile 22 üyesi bulunan HSYK’nın aşağı yukarı tüm yetki ve görevleri Adalet Bakanı’na devrediliyor. Üstelik AKP’nin meclis başkanlığına sunduğu ve Adalet Komisyonunda görüşmeye açılan yasa teklifi Adalet Akademisi, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nde de değişlikleri öngörüyor! AKP’nin sunduğu yasa teklifi Anayasa’ya aykırı ve yargının bağımsızlığı ilkesine ters…
            AKP’nin sunduğu teklif uyarınca HSYK başkan vekili ve daire başkanlarının bu görevleri ile Kurul üyelerinin dairelerdeki görevleri sona eriyor. Ayrıca, HSYK’daki üyeler dışında kalan genel sekreter, genel sekreter yardımcıları, Teftiş Kurulu Başkanı, Teftiş Kurulu başkan yardımcıları, tüm Kurul müfettişleri, tetkik hakimleri ve idari personelin görevlerine de son veriliyor. Üstüne üstlük, HYSK’nın genelge ve yönetmelik çıkarma yetkisi de elinden alınıp Adalet Bakanına devrediliyor! Bunların yanı sıra HSYK’daki görev atamalarının tamamı Adalet Bakanına devrediliyor. Böylece HSYK’nın iktidarın istediği yönde şekillenmesi söz konusu. Buna göre, şu anda HSYK Genel Kurulu’nun atadığı, Teftiş Kurulu başkanını, Teftiş Kurulu başkan yardımcısını ve genel sekreter yardımcılarını Adalet Bakanı doğrudan kendisi atayacak. HSYK personelinin atamasını da HSYK başkan vekili yerine Adalet Bakanı yapacak. Genel Kurulun ve HSYK başkan vekillinin atamalar yapma yetkisi, yürütmenin HSYK üzerindeki mutlak etkisini kırmak üzere varken, bunun kaldırılmasıyla “HSYK başkan vekilinin ve Genel Kurulunun” aşağı yukarı tüm yetkileri adalet bakanına geçmiş olacak. Bu da HSYK’nın, dolayısıyla yargının denetiminin tamamıyla yürütmenin yani hükümetin eline geçmesine sebep olacak!
            AKP’nin yaptığı bu manevra yargının bağımsızlığını tamamen kırıp mutlak bir diktatörlük yaratmaktır. Güçler ayrılı ilkesinin Yasama, Yürütme ve Yargı organlarından yasama, meclis çoğunluğunun iktidar partisinin elinde olması ile “indir parmak-kaldır parmak” oyunlarıyla felç edilmiştir. Kendi tekliflerini CHP’nin yasa teklifi zannederek reddedecek kadar tek particilik oynayan AKP’nin karar yeter sayısına sahip olduğu bir mecliste sağlıklı bir yasamadan ve milli iradeden söz edilemez! Yürütme zaten hükümetin elinde… Geriye kalan yargı da HSYK’daki değişim ile hükümetin eline “tamamıyla” geçmiş olacak.
            AKP iktidarının HSYK’yı kendine bağlayarak yapmak istediği, öncelikle HSYK üyelerini tek tek Adalet Bakanı ile atayarak Hakimler-Savcılar Yüksek Kurulu içerisinde kadrolaşmak. Bu kadrolaşmanın akabinde, Türkiye’de AKP’ye yolsuzluklardan soruşturma açan hakim ve savcıların tümü hakkında soruşturma açmak ve onları mesleklerinden uzaklaştırmak diğer hedef. Bakan’ın atamalar ile kadrolaştıracağı HSYK’nın diğer hedefi de Türkiye’deki tüm savcıları ve hakimlerin büyük kısmını AKP’lileştirmek! Yani, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından Polis Teşkilatının kolayca şekillendirildiği gibi aynı operasyon ve kadrolaşma yargı mensupları üzerinde de yapılacak. Böylece AKP, açılan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını Deniz Feneri davası gibi hasır altına itecek, yeni yolsuzluk davalarının açılmasını da engellemiş olacak. Geçtiğimiz hafta Suriye’ye mühimmat taşırken yakalanan bir tır ve iki otobüs’ün ardından önceki gün İHH’nin Kilis ofisinin de aralarında bulunduğu ve 6 ilde eş zamanlı olarak yürütülen El-Kaide operasyonu da hükümetin Suriye içindeki silahlı gruplara verdiği desteğin ortaya çıkmaması için soruşturma büyümeden engellenebilir! Bu korku içinde olan bir hükümetin yasa dışılığını halktan saklama ve yaptıklarından dolayı hesap vermeme çabasıdır!
            Çivisi çıkan Türkiye’de HSYK düzenlemesi ile demokrasi ve hukuk devleti vasfı “tamamen” katledilmiş olacak, anayasaya aykırı olan bu düzenleme ile yargının bağımsızlığı elinden alınacaktır. AKP artık, sorgulanamayan, soruşturma açılamayan, güçler ayrılığı erklerinin tamamını ele geçirmiş bir iktidar olarak ülkeyi istediği gibi yönetebilecektir! 
                                                                                                                    Gündem Gazetesi 16.01.2014

9 Ocak 2014 Perşembe

2014 AK MI OLACAK KARA MI?



            ABD ve Batılı müttefiklerin Türkiye’yi ve bölgemizi şekillendirmek için iktidara getirdiği Tayyip Erdoğan ve hükümeti hızla batıyor. Batarken de Türkiye’yi kendileriyle birlikte dibe götürüyor!
            Sovyet Bloku ülkelerinde turuncu devrimlerle değişen yönetimlerin, seçim ile başa gelmiş versiyonu sayılabilecek Erdoğan, Türkiye’yi gizli bir turuncu devrim ile dönüştürdü. Aldığı yüksek faizli kredilerle ülkenin belini büküp “güçlü ekonomi” imajı çizerek, neo-liberal atılımlarla ülkeyi pazarlayıp talan etti. Batı ülkelerinin ve medyasının şişirmesiyle bölge lideri ilan edilen Erdoğan, turuncu devrimler yaşanan ve neo-liberal dönüşüm kıskacına alınan ülkelere de “yeni ekonomik ve siyasi model” uygulanırken ağabeylik yaptı. Türkiye’nin başta bankaları olmak üzere, resmi kurumları kullanılarak bu ülkelerde tüketim körüklendi; eski blok ülkeler AKP’nin yanında saf tutan iş adamları ve batılı yatırımcılar ile talan edildi. Turuncu devrimlerle hem blok ülkeleri dönüştürülmüş, hem de Türkiye dönüştürülmüştü. Turuncu devrim davası kapandı, ABD, Erdoğan’ın eliyle bu işi tamamlamıştı.
            Aynı yıllarda Ortadoğu da dönüştürülmekteydi. 2003 Irak işgali ile başlayan “Ortadoğu’yu diktatörlerden kurtarıp, demokrasi getirme” oyunu başladı, bölgeyi dönüştürmede, parçalayıp talan etmede yine başrol Erdoğan’daydı!
2013 yılının nisan ayı itibariyle Batı’nın ve müttefik sıfatlı Erdoğan Hükümeti’nin kontrolünden çıkan Suriye’deki kirli oyun ve tarihten bu yana ABD’nin Ortadoğu’yu dönüştürmek için kullandığı ancak her seferinde radikal islama kayan “Ilımlı İslam Projesi” çöktü. ABD’nin Ortadoğu’yu dönüştürme rüyası kabusa döndü! Obama yönetimi ve müttefikleri tüm dünyaya madara olurken, bu devletler Esad’a karşı yürüttükleri operasyona son verdi ve Suriye’deki terörist gruplar üzerindeki desteklerini çekti. Çakma halk devrimleri ithal edilen Tunus, Libya ve Mısır’da da “Ilımlı İslam’ın” radikal İslama kayması ile Batı kontrolünü kaybetmeye başladı ve Ilımlı İslam’ın bir kez daha üzeri çizildi. Ilımlı İslam’ın üzeri çizilirken tabi ki Erdoğan’ın da üzeri çizildi. Türkiye’deki gizli turuncu devrim tamamlanmış, eski Sovyet Bloku ülkeleri halledilmişti. Ortadoğu projesi de çökünce Erdoğan’a ihtiyaç kalmadı.
Batı Nisan 2013’ten bu yana Erdoğan’ı desteklemiyor! İktidara geldikten kısa bir süre sonra Türkiye için İslamcı bir kabusa dönüşen ve son beş yılda ülkeyi alenen diktatörlükle yöneten Erdoğan’ı, Türkiye’ye demokrasi getiren bir havari gibi gösteren batı medyası ancak son aylarda Türkiye gerçeklerini yazıyor. Batılı ekonomi uzmanları, son 11 yıldır Türkiye’nin ekonomisini överken, bugün 11 yıldır yazıp çizdiklerini çürütüyorlar! Türk ekonomisinin eskiden beri kırılgan bir yapıda olduğunu, önümüzdeki aylarda tepe taklak olacağını yazıyorlar!
Bugüne değin Erdoğan’ın sınırsız politik destek aldığı başta ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tamamen AKP hükümetine sırt dönmüş, bütün ilişiğini kesmiş vaziyette! Artık bankalardan Türkiye’ye kredi çıkmıyor; değil 3. havalimanı yapacak para, duble yol inşa edecek, hastane veya donanımlı okullar yapacak para dahi yok…
AKP-Cemaat kavgası ise batağın içine saplanan AKP’yi bitirecek nokta gibi! İki taraf da birbirlerine en sert şekilde saldırıyor. İlk operasyonla ortaya çıkan 87 milyar dolar, ikinci (yapılması engellenen) operasyonla ortaya çıkan 100 milyar dolarlık ucu belediye başkanlarından bürokratlara, bakanlardan başbakana kadar uzanan yolsuzluk operasyonu AKP’nin oylarını baya düşürdü. Üstüne üstlük AKP seçmen tabanının büyük bölümünü oluşturan cemaatçi tayfanın AKP’ye oy vermeyecek olması AKP oylarında çok ciddi düşüşlere sebep olacak… Tayyip Erdoğan’ın Cemaat’e yasa dışı örgüt kapsamından soruşturma başlatıp ülke içinde yuvalanmış kilit isimleri içeri alacağı, Cemaat’in para kaynağı tüm kurumlarına ve mal varlığına el koyması ihtimali ise 2014’te Türkiye’yi toza dumana katacak bir hamle olacak. Diğer taraftan Cemaatçi AKP’liler ile Erdoğancı AKP’lilerin ayrılmaması içten bile değil. Öyle ki şimdiden erken genel seçim ihtimali çok yüksek görülüyor. Bu süreçte çıkacak yeni partiler veya kurulacak yeni ittifaklar Türk siyasetine yeni bir boyut ve pamuk ipliğine bağlı geçici beraberlikler getirebilir.
İşin ekonomik durumu ise daha vahim. Yeni gelen zamlar ile vatandaşın beli şimdiden bükülmüş vaziyette. Maaşlara yapılan komik zamların yanında arttırılan vergiler ve elektrik, su doğalgaz zamları vatandaşın cebindeki parayı eritti. Türk Lirası ise sürekli değer kaybediyor. Ekonomistler faiz artırımını kaçınılmaz görürken enflasyonun yükselmesine de kesin gözüyle bakıyorlar!
Turuncu devrimin bir ürünü olan, yapay zenginlik kredi kartları da artık vatandaşa aldırdığı “suni nefesi” aldıramayacak. Şubattan itibaren kredi kartlarına yapılan taksitlerin kaldırılacak olması, zaten maaşı cebinde erimiş vatandaşın kazandığı kadarını harcamasına sebep olacak. Artması beklenen enflasyon da göz önüne alındığında vatandaşın geçim sıkıntısı içine düşeceği gün gibi ortada!
Kısaca, Tayyip Erdoğan’ın batı ile yaptığı işbirliği biterken yaşanacak siyasi istikrarsızlık ve ekonomik kriz bir yandan, fillerin tepişmesinden kaynaklanan kaos ortamı bir yandan Türkiye’yi 2014’te zorlu bir süreç bekliyor!
                        YAŞANANLAR ULUSLA ARASI KOMPLO MU?
Tüm siyasi başarısızlıklarını, Gezi Parkı olaylarını, yürütülen rüşvet operasyonunu uluslar arası komplonun üzerine yıkmak ve yaşananlardan hiçbir sorumluluğu üstlenmemek gibi bir adeti olan Başbakan Erdoğan yaşananlara uluslar arası komplo diyerek kendini Aklama derinde! Yaşananların uluslar arası komplo olabilmesi için “temiz” birinin yalan ve sahte olaylarla, delillerle kirletilmesi gereklidir. Oysa ki yolsuzluk operasyonunda 4.5 milyon doları ayakkabı kutusuna uluslar arası güçler koymadığına, rüşveti belgeleyen ve kesinleştiren telefon görüşmelerini Bakanlara ve iş adamlarına uluslar arası güçler silah zoruyla yaptırmadığına göre; Rıza Zarrab ile kirli ilişkileri AKP’li bakanlara, Erdoğan ve ailesine yaşatan uluslar arası güçler olmadığına göre tüm yaşananların sorumluluğu ismi geçen kişilerde olduğuna göre ve ortada tescilli, belgeli, delilli bir yolsuzluk varken bunun ortaya çıkması elbette ki haktır! Hem sizce de ortada (bilinen) 187 milyar dolarlık bir yolsuzluk ve rüşvet varken hangi uluslar arası güç Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için kılını kıpırdatır ki?
Asıl uluslar arası komplo, 12 yıldır Türkiye’nin kırılgan ekonomisini “sarsılmaz ekonomi” olarak tanıtan ve Türkiye’deki diktatöryal uygulamaları görmezden gelip Erdoğan’ı bir demokrasi havarisi ilan etmek değil midir? Bugün yaşanan, makyajı silinmiş bir liderin ve yeni kurduğu rejimle yönetilen ülkesinin desteklerini yitirmesinin akabinde gerçek, çıplak ve yalın bir şekilde ortada kalmasından ibarettir! Bugüne değin yaşanan ve bundan sonra yaşanılacakların sorumlusu ortadadır!..

                                                                                                         Gündem Gazetesi 09.01.2014