31 Temmuz 2015 Cuma

ÇÖZÜMÜ BİZ BULURDUK



            Çözüm nasıl olurdu?
Geçerdin Kürt vatandaşlarımızın karşına; konuşur, dertleşirdin. Sorunları ne önce onu öğrenirdin. Araştırırdın, hem de derinlemesine. Köy köy, şehir şehir araştırma yapardın; girilmedik köy, fikri alınmayan insan bırakmazdın.
Sivil toplum örgütleri ne güne? Hepsiyle tek tek görüşür bir yol haritası belirlerdin. Yeter mi? Yetmez!   
Tamamen halktan oluşan kurullarla, komitelerle adımlarını atar, sürece halkın yön vermesini sağlar, her aşamasında barışı kendilerinin inşa etmesine ön ayak olurdun.
Sonra Batıdaki insanımızla ortak bir çalışmaya başlardın. Madem bir arada yaşayacağız, hep birlikte barışa kaynaşa, iç içe yepyeni bir inşa süreci başlatırdık. Birlikte yaşayabileceğimiz, siyasilerin bugüne değin oluşturduğu önyargıları kıran bir sosyolojik temelde buluşurduk.
En sonunda, süreç içerisinde çözerdik aramızda ne varsa. Şeffaf, bizzat toplumun katıldığı, yapıcı, mükemmel bir sürecin her birimiz parçası olurduk böylece. Barışı “bütün Türkiye” olarak kurardık.
Amma siz, kapalı kapılar ardında görüşerek sürecin neyi kapsadığını, nelerin değişeceğini gizlice ve sinsice planladınız. Amacınız barış veya uzlaşı değil, siyasi çıkardı. Nitekim Kürtlerin yegane temsilcisini HDP, diğer uzlaşı tabanının tek önderini AKP gibi lanse ettiniz. İmralı-Ankara-Kandil hattında “barışçılık” oynadınız. Herkese kan ağlattınız. Tüm Türkiye’yi kandırdınız
Yazdığınız metinleri ağızlarında geveletmek için “akil” toplantıları düzenleyerek toplumu germekten öteye gitmediniz. Öte yandan askere polise silah bıraktırıp doğudaki vatandaşlarımızın üzerinde çetelerin, terör örgütlerinin tahakküm kurmasına izin verdiniz. PKK kendini meşru yönetim kaynağı olarak görüp doğudaki vatandaşlarımıza kök söktürürken PKK’yı himaye edenler batıda sevinç çığlıkları atıyor, siz sevinç gözyaşları döküyordunuz.
Zerre kadar şeffaf olmayan, halka tek bir fikir bile danışmadan başladığınız; maskaralık ve soytarılıklarla süslediğiniz sadece ama sadece siyasi çıkar için giriştiğiniz bu sözde “barış” süreciyle nereye kadar ilerleyebilecektiniz ki? Al, ilk çıkar kavgasında her şeyi riske attınız. Kırdınız, döktünüz, kan akmasına sebep oldunuz! Herkesi diken üstüne oturttunuz.
E haydi yeter bu maskaralık, soytarılık. Sözü vekillerden alıp asillere vermenin vakti geldi de geçiyor bile!  
                                                                                                      Gündem Gazetesi 31.07.2015

30 Temmuz 2015 Perşembe

“NE İSTEDİLER DE VERMEDİK”



             IŞİD’in Suruç’taki intihar saldırısı ve hemen akabinde PKK’nın asker ve polislerimize yönelik saldırılarının ardından başlayan Kandil’de PKK’ya yönelik, Kuzey Suriye’de ise IŞİD’e yönelik operasyonlarda en çok tartışılmaya başlanan konu PKK ve çözüm süreci oldu.
            AKP, HDP ile olan oy ve çözüm sürecinin taviz verme-boyun eğdirme safhasında birbirine girince olanlar oldu. Adeta birbirlerinin suçlarını itiraf etmeye başladılar. Cemaat-AKP çekişmesi gibi bir sürece girdik.
            Erdoğan bir kez daha “ne istediler de vermedik” sendromuna tutulmuş durumda! HDP’nin 7 Haziran seçimlerine parti olarak girerek Güneydoğu Bölgesinde, bölge bazında, AKP’den %50 civarı oy devşirmesi, böylece AKP’yi tek başına iktidar olacağı aritmetikten uzak bırakması ipleri koparan nokta oldu diye yazmıştık.
            Şimdi yaşanan olaylar işte bunun patlaması. AKP Kandil operasyonlarında samimi mi diye sormuştuk ancak görülüyor ki AKP’nin ağzından düşürmediği “Kasım’da erken seçim” planına uygun biçimde bir kaos planı devrede!  Zira, önceki akşam Haber Türk canlı yayınına konuk olan Burhan  Kuzu  "Koalisyon lafı duyunca midem bulanıyor, erken seçim kasımda! Bizi seçmezlerse kaos olur. Türkiye geriye gider. Doğu'ya yatırım yaptık ama seçilemezsek durur. HDP'ye oy veren muhafazakar Kürtler ve beyaz Türkler eski partilerine oy versinler” minvalinde açıklamalarda bulundu. Meali “ne istediniz de vermedik, öyleyse böyle” bu açıklamanın.
            Fuat Avni yine mi haklı çıktı diye sormadan edemiyoruz… 
                                                                                                                   Gündem Gazetesi 30.07.2015

29 Temmuz 2015 Çarşamba

OPERASYONLAR BİR DEMET TİYATRO



           Bu IŞİD’le savaş, PKK’ya operasyonlar samimi mi, değil mi diye sormuştum dünkü yazımda. Süreç gösterecek demiştik. İşte  o sürecin şimdiden “ucu göründü”. IŞİD’e karşı alınan önlemler, PKK ile mücadele, çözüm sürecinde tamam mı devam mı tartışmaları ile Başbakan ve Bakanlarından gelen açıklamalar artık tüm niyetleri belli etti.
            Öncelikle birden parlayıveren IŞİD düşmanlığı, ABD ile bölge politikaları hususunda sağlanan mutabakatlar ve askeri operasyonlarda varılan antlaşmalar IŞİD ile mücadelenin samimi olmadığını, dünkü yazımda belirttiğim tüm o müsamahakar IŞİD politikasının aslında tam manasıyla terk edilmediğini ortaya koydu.
            ABD, İncirlik başta olmak üzere Güneydoğu’da koalisyona açılan diğer hava meydanları ( tahminen Malatya ve Diyarbakır) karşılığında Türkiye’nin “tampon bölge önerisini” kabul etti. AKP hükümeti Ortadoğu bataklığında ABD’nin kendisini yalnız bırakmasının ardından, 2013 yılından beri, ilk kez dış politikada yeniden batı ile senkron hareket şansını yakaladı. Tampon bölge mutabakatı uyarınca, IŞİD’ten temizlenen bölgeye mültecilerin dönmesi planlanıyor. Tampon bölge oluşturulmak istenen yer Cerablus-Azaz kentleri arasında, yani Kuzey Suriye Kürtlerini birbirinden ayıran koridorda. Tüm uluslar arası desteği arkasına almış ve Kuzey Suriye’de bağımsızlık ilan etmek için kolları sıvamış PKK’nın Suriye kolu PYD’nin bu bölgede Körfez Savaşındaki “çekiç güç” tecrübesiyle sabit 90’ların Kuzey Irak senaryosunu yeniden sergileyeceği çok açık. Kısaca, Suriye iç savaşıyla ilgili başından beri söylediklerimizde sona gelindi, Kuzey Irak ile Kuzey Suriye’nin birleşmesi demek, Güneydoğu’yu kaybetmemiz demektir.
            Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ’un geçtiğimiz pazartesi günü Sözcü Gazetesinde yayınlanan röportajında çok çarpıcı bir tespiti var. “IŞİD, Suriye rejiminden nereyi alsa, hemen ardından koalisyon bombardımanı ile PYD’ye hediye ediliyor. IŞİD ile mücadele başladığından beri şablon aynı” diyor. Bu yorum çok şeyi birden anlatıyor. Suriye iç savaşında IŞİD’e biçilmiş rolden Batı’nın Esad ile direkt savaşmadan Kürtlere nasıl bir vatan hediye ettiğine kadar Suriye iç savaşını çok güzel özetliyor.
            Öte yandan tüm bu PKK ile mücadele ve Kandil operasyonu tartışmalarının getirildiği zemine bakarsak tüm bu tantananın kapıdaki erken seçime yönelik olduğunu göreceğiz. Tek başına iktidar şansını arttırmak için HDP’yi ekarte edip çözüm denen bölünme sürecine başka muhataplar veya istek ve arzuları daha dizginlenmiş bir Demirtaş ile devam etmek istiyor Erdoğan.
            Hani dün operasyonlar samimi mi diye sormuştuk ya, zerre kadar değil! 
                                                                                                                  Gündem Gazetesi 29.07.2015

28 Temmuz 2015 Salı

OPERASYONLAR MÜSAMAHAKAR POLİTİKALARIN BİTİŞİ Mİ



           Bir ülkenin sınırlarını kontrol edememesi, giriş-çıkışlara hakim olamaması; özellikle o sınırda tüm dünyayı tehdit eden ve kontrol altında tuttuğu 12 milyonluk bir nüfusu olan yapılanma varsa sınırını kontrol altında tutmaması imkansız. Aksini yapıyor ise bir taviz, bir müsamaha söz konusudur.
IŞİD teröristlerinin bugüne değin sınır hattımızdan istedikleri gibi giriş-çıkış yapması göz yummanın eseridir. Sınır kapılarımızda kontrolü ele geçirmesi, sınır nöbeti tutan askerimize laf atıp el kol yapması bir müsamahanın sonucudur. IŞİD’in şehirlerimizin göbeğinde alenen savaşçı topladığı yerler açması, kendi bayraklarıyla alenen giyim mağazaları açması ayrı bir müsamahakarlıktır. İstanbul’da IŞİD namazları kılınması, bağlantılı örgütlerin İstanbul’un göbeğinde “Hilafet Yürüyüşleri” yapması bu yapılanmaya açık bir göz kırpmaktır. Sınır kentlerimizdeki hastanelerde sakallı ve silahlı militanların tedavi edildiğin video ve fotoğraflar ile belgelendi, görgü tanıkları mevcut.  Can Dündar’ın oraya çıkardığı MİT TIR’ları skandalı da devlet eliyle IŞİD’e kuryeciliğin belgesidir. Bunun daha da ötesi yoktur!
Şimdi, IŞİD operasyonlarının başlamasıyla “AKP IŞİD’e karşı işlediği yanlış politikalardan döndü” diyebilir miyiz? Muamma. Ancak şu ihtimaller daha yüksek; ya IŞİD’e bu denli müsamahakar davranışların üzerini örtmek ve operasyonları erken genel seçim öncesi bir AKP zaferi olarak lanse etmek için ya da IŞİD’e karşı savaş verme karşılığında ABD ile Esad’a yeniden ortak politikalar üretebilmek için başlatıldı bu operasyon. Veya her ikisi de geçerli. AKP’nin IŞİD ile mücadelesinin samimi olup olmadığını süreç gösterecek(!).
            Öte yandan çözüm süreci ile askerlerin kışlalarına dönmesi, polisin merkezlerine hapsedilip araçlarına benzin kotalarının konması, operasyon izinlerinin valilerin inisiyatiflerine verilip hiç yaptırılmaması hem PKK’nın dağ yapılanmasını güçlendiren ve gelişmesine sebep olan hem de şehir yapılanlarının hakimiyetini, söz hakkını arttırıp bölge halkı üzerindeki etkilerini güçlendiren bir süreçti. Çözüm süreci adı altındaki süreçte Kürtlerin hangi sorunlarının iyileşeceği kimse tarafından bilinmiyordu ancak yaşananlar şunlar oldu; Asker kışlasında, polis de merkezinde iken PKK’nın dağ yapılanması güçlendi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde askerlerimiz pusuya düşürülmeye devam etti. Türk bayrağını gönderinden indirdiler. “Ne Mutlu Türküm Diyene” tabelaları da indirildi, yenide sözde Kürdistan bayrakları dikildi, sokaklar terörist başı Abdullah Öcalan posterleri ile bezendi. PKK, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sözde asayiş birimleri kurdu. Sözde valiler atadı. Kendi yargı sistemini kurdu, üst mahkemelerine kadar yapılandırdı. Vergi dairelerini kurdu, sözde askerlik şubeleri açarak PKK’ya adam topladı. Türk askeri ve polisi silah bıraktı ancak PKK bırakmadı. Aksine otonom bir bölge inşa etti.
             7 Haziran seçimlerinin ardından AKP ile HDP’nin arasında çatlak gün yüzüne çıkmıştı. Meğer HDP parti olarak seçime girip AKP’nin başkanlığını verip kendi federe idaresini alıp yeni anayasayı ihya etmek için değil, aralarındaki “çözüm süreci” tavizlerinde “tavizleri yükseltmek” için parti olarak seçime girmiş. Şimdi, AKP’nin giriştiği PKK operasyonlarına Türkiye’deki PKK terörünü bitirmek için başladı diyebilir miyiz? Muamma. Ancak şu ihtimaller daha yüksek ki; kapıdaki erken seçim hesaplarında HDP’nin Türkiyeleşmediğini kristalize edip operasyonlar sürecinde provoke olan seçmen tabanıyla oylarını düşürmek ve HDP’nin parti olarak seçime girmesiyle yükselttiği tavizlerin üstüne bahsi görerek hamle yapmak olarak değerlendirebiliriz. Kısaca PKK operasyonlarının AKP-HDP ortaklığındaki çatlakta siyasi bir hamle olarak görebiliriz.
            IŞİD’e giden silahların bize döneceği, IŞİD’in Türkiye’yi hedef alacağı en başından belliydi. PKK’nın çözüm sürecinden güçlenerek çıkacağı ve ya bağımsızlık ilan edeceği ya da Türkiye’de yeniden eylem yapacakları belliydi, hep yazdık… Bugün, Türkiye’nin IŞİD ve PKK’ya giriştiği operasyonlar seneler önce başlamalı ve bitirilmeliydi. Zaten teröre karşı bu tavrın takınılması gerekliydi. Ancak bu operasyonlar dahi samimiyet içermiyor, Türk halkı yaşananlardan kuşku duyuyor. Operasyonlar senelerdir süregelen gelen yanlış politikaların sonu, terör örgütlerine gösterilen müsamahakarlığın bitişi demek isterdik ancak ne yazık ki…
Süreç gösterecek(!).
                                                                                                                  Gündem Gazetesi 28.07.2015

25 Temmuz 2015 Cumartesi

KAOTİK BİR SÜRECİN KAPISINDAYIZ



           11 Haziran 2014 tarihli, internet bloğumdaki analiz yazısında IŞİD ve PKK’nın Türkiye’yi eş zamanlı hedef alacağı saldırıların yaşanabileceğini ve bu saldırıların öncelikle Suriye sınırındaki illerimizde gerçekleşeceğini yazmıştım.
            Bugün gelinen noktada Suruç’ta gerçekleştirilen kanlı saldırı ve PKK’nın kolluk kuvvetlerimize giriştiği operasyonlar maalesef ki öngörümü haklı çıkarıyor. Genel seçimlerden çıkan koalisyon ve HDP ile AKP arasındaki çatlak Türkiye’yi farklı bir politik atmosfere sokmuştu. Çözüm sürecinin rölantiye alındığı ve Güneydoğu’da askerin kışlalara kapatıldığı atmosferin tam anlamıyla tersine dönme eşiğindeki politik durum IŞİD tarafından iyi değerlendirildi. Kuzey Irak’taki ve Türkiye içindeki PKK hareketliliği Ankara’nın PKK ile mücadeleyi arttıracağı izlenimini doğurduğu geçtiğimiz iki haftada IŞİD Suriye sınırımıza ağır silahlarla yığınaklar inşa etmeye başlamıştı. Geçtiğimiz pazartesi meydana gelen Suruç saldırısı IŞİD’in çok stratejik bir kitleye, çok kollu ses getirecek ve iç politikada dengeleri değiştirecek bir hamlesi idi. PKK’nın kolluk kuvvetlerimize saldırılarının başlaması üzerine IŞİD eş zamanlı olarak sınırda Türk Silahlı Kuvvetleri ile çatışmaya girdi. 2014’teki konsolosluk baskınından bu yana Türkiye’yi PKK ile eş zamanlı vurma hedefi olan IŞİD bu sayede stratejisini devreye soktu.
            Yazıyı kaleme aldığım saatlerde Hava Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’taki PKK kamplarını vurduğu ve Suriye’deki IŞİD hedeflerine de aynı anda hava operasyonu düzenlediği bilgileri geliyor. Öte yandan haber ajanslarının geçtiği bilgilere göre TSK’nın kırmızı alarm durumunda olduğu ve kara operasyonunun da önümüzdeki günlerde söz konusu olabileceği belirtiliyor.
            PKK ve IŞİD’e yönelik hava operasyonları için “yazıyı kaleme aldığım saatlerde” henüz bir resmi açıklama söz konusu değil ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Başbakan Davutoğlu’nun son günlerdeki açıklamalarına bakarak bu operasyonların aratarak devam edeceğini anlıyoruz. ABD ile varılan IŞİD’e karşı operasyon mutabakatı ve İncirlik başta olmak üzere Güneydoğu’daki diğer hava meydanlarının koalisyon güçlerine açılması uzun sürecek bir operasyonun habercisi. Öte yandan Türkiye’nin Kuzey Suriye’de oluşturulması için çaba sarf ettiği “güvenli bölge’nin” oluşturulması önündeki engeller de kalktı. Zira ABD’nin güvenli bölge için Türkiye’ye şart koştuğu “koalisyon harekatlarına katılma ve İncirlik üssünün” açılması şartları yerine getirilmiş oldu. IŞİD’e karşı süren hava operasyonları devam ederken Kara Kuvvetlerindeki hareketlilik ve alarm durumu, hava operasyonları ile temizlenen bölgeye Türk askerinin girmesi ihtimalini arttırıyor. 
Bu süreçte Türkiye’de sandığımızdan daha fazla sempatizanı ve hücreleri bulunan IŞİD’in sınırımızdaki sıcak çatışmaların yanı sıra büyük kentlerde terör eylemleri yapması büyük bir ihtimal. IŞİD’e destek bizi Pakistanlaştıracaktır diyordum, bugün geldiğimiz nokta Taliban-Pakistan noktasıdır.
Öte yandan PKK sempatizanlarının Güneydoğu’da Eylül 2014’teki gibi kaos planlarını devreye sokarak sokakları hareketlendirmesi ve PKK’nın eylemlerine hız vermesi kuvvetle muhtemel. Çözüm süreci adı altındaki askerin kışlalara dönmesi sürecinin yanlış olduğundan, dağda teröristin sadece “mola verdiğinden” bahsediyordum. Çözüm sürecinin hediyesi olarak bugün gelinen noktada Güneydoğu’da kendi bürokrasisini kurmuş, vergi idaresini ve mahkemelerini oluşturmuş bir yapılanma var. Haliyle, Türkiye içinde ciddi bir sosyolojik tabanı bulunan ve siyasi kolu dahi olan bu yapılanmanın batı illerinde de sokak hareketlerine imza atabileceğini, bu hareketler süresince de son dönemde kitleselleşme çabalarından gelen ancak Kürt hareketinin kemiğini oluşturmayan yeni kitlesini de provoke edeceği bugünden görülüyor.
Yaşanan Kuzey Irak operasyonu ile çözüm sürecinin de rafa kalktığını hatta tamamen ortadan kalktığını söyleyebiliriz.
Türkiye geride bıraktığımız hafta sonunda, uygulanan yanlış Suriye politikası ve çözüm sürecindeki hatalardan ötürü ciddi bir yola girdi. Önümüzdeki günlerde daha da netleşecek olan bu süreç, çift kollu olarak yürütülen terör operasyonları, iç politikada ağır bir havanın, sokaklarda ise kargaşa ve kaosun tetikleneceği bir sürecin başlangıcı gibi duruyor. 
                                                                                                    Gündem Gazetesi 27.07.2015

24 Temmuz 2015 Cuma

YAPMAYIN EFENDİLER



            Televizyon kanallarındaki yorumcular, gazete köşeleri, sosyal medyadaki paylaşımlar ülkece akıl tutulması yaşadığımıza işaret ediyor. Suruç’taki intihar saldırısı, Adıyaman ve Şanlıurfa’daki terör saldırıları görülüyor ki kıyısından köşesinden farklı farklı kesimleri sevindiriyor. Yaşanan bu terör olayları kutuplaşmanın getirdiği nefret ile bireyleri endişe verici şekilde rahatlatıyor.
            Türkiye’nin terör deneyimleri çok eskiye dayanır aslında! Bir dönemler Asala vardı, o bitince PKK başladı. 2000’li yılların başında El-Kaide Türkiye’de eylemler yaptı. Asala terörü sürerken Ermeni vatandaşlarımızdan hiç biri “oh” çekmedi. Komşusu Türk idi, müşterisi Türk idi, ekmeğini, sevincini ve acısını paylaştığı Türk idi. Asala eylem yaptığında komşusuyla acısını paylaşır; Asala’nın diplomat oğlunu öldürdüğü Hüseyin’in cenazesine koşardı kuyumcu Agop. Ayrışma yoktu, kimse kimseye bilenmemişti. Bilenmezdi de…
            PKK eylemlerine başlayıp askerlerimizi, polislerimizi şehit ettiğinde, terör örgütü sempatizanlarını hariç tutarak söylüyorum, hiçbir Kürt vatandaşımızın “iç yağları erimedi”. Hiçbiri kendini Türkiye’ye gol atmış gibi hissetmedi. Sadece ama sadece daha fazla baskı altında olacağını bildi. Zira 90’larda, devlet Kürt demek PKK’lı demektir siyaseti güttüğü günlerde, TMOBB’un araştırması Güneydoğu halkının %60’dan fazlasının PKK’yı temsilcisi olarak görmediği sonucunu ortaya koyan bir sosyolojik araştırma yayınlamıştı ( Araştırmaya dönemin devlet ideolojisi soruşturma başlattı, o ayrı). Aksini algılasak da Güneydoğu’daki vatandaşlarımız da PKK’nın şehit ettiği asker ve polisler için acı duydu.
            El Kaide’nin Musevi vatandaşlarımızı hedef aldığı saldırılarda Müslüman’ı, Hıristiyan’ı acı duydu. Hiçbiri “ne işleri varmış Sinagogta” demedi. Saldırıya alenen veya ucundan köşesinden sevinmedi.
            Çünkü eskiden bu denli kutuplaşmamıştık. Bir arada yaşamayı bilirdik. Bir diğerini sevmesek bile bu denli nefret ile birbirimize bakmıyor, diş bilemiyorduk. Terör saldırılarına kurban gidenlere koca bir oh çekecek kadar nefret etmiyorduk birbirimizden!
            Suruç’ta yaşamını yitirenlere “orada ne işleri varmış” demek, diğer taraftan Suruç’taki saldırıdaki ihmalleri eleştirirken “katil devlet” diyip PKK’nın şehit ettiği jandarma ve polislerimiz için “Katil PKK” diyememek... İnsanlar birbirlerine o kadar bilenmiş, o kadar ayrışmış ki sanki herkesin tuttuğu takım gibi tuttuğu bir terör örgütü var.
            Ne oldu da değişti? “Affedersiniz ama Ermeni…”, “Yahudi dölü” gibi söylemlerle ayrıştırıldık, dıdısının dıdısındaki etnik gruplara kadar bölündük. Dinlere ayrıldık, yetmedi mezheplere de bölündük. Açılımlarla saçılımlarla her birimiz diğerinden ayrıştırıldık. Ülkenin başındakilerin nevrotik tavırları, ofansif söylemleri, güttükleri çapsız siyaset bizi bu hallere getirdi.
            Bu nefret dalgasından ya birbirimizi kırarak çıkacağız ya da zincirlerimizi kırarak… 
                                                                                                                Gündem Gazetesi 24.07.2015

22 Temmuz 2015 Çarşamba

SURUÇ



           Değerli okurlar, geçtiğimiz Pazartesi günü Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde korkunç bir terör saldırısı meydana geldi. Ayn El Arab ( Kobani) kentine yardım ve oyuncak götürecek olan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi gençlere intihar saldırısı düzenlendi. Ben yazıyı kaleme aldığım saatlerde ölü sayısı 30, yaralı sayısı ise 104 olarak belirtiliyor. Bu korkunç terör saldırısında yaşamını yitiren gençlerimizin ailelerine başsağlığı, yaralılara ise acil şifalar diliyorum.
            Saldırının gerçekleştirildiği Suruç ilçesinde günlerden beri intihar saldırısı söylentisi gezinip duruyor. Hatırlarsanız, Reyhanlı saldırısından önce de bölge halkı Reyhanlı’da terör saldırısının gerçekleşeceğiyle ilgili duyumlar almıştı. Suruç’ta da aynı durum söz konusu. Sokak söylentileri çıkacak kadar yayılmış bir saldırı ihtimali güvenlik güçlerimiz veya istihbarat birimlerince haber alınmamış olabilir mi? Eğer öyleyse vay Türkiye’nin haline! Yarın öbür gün Boğaz Köprüsünü söküp götürseler demek ki kimsenin haberi olmayacak.
            Davutoğlu yaptığı açıklamasında “zamanlama manidar” dedi, “birlik ve beraberlik” günü dedi ve AKP iktidarını AKlamaya çalıştı. “AKP’nin İŞİD ile ortak olduğunu savunanlar, IŞİD ile aynı saftadırlar. Bunlara itibar etmeyiniz” dedi. Davutoğlu, Fransa’daki Charlie Hebdo saldırısında olduğu gibi tüm ülkenin kenetlenmesi gerektiğinden bahsetti, muhalefet partilerine de dörtlü mutabakat metni imzalanması yönünde çağrıda bulundu.
            Şimdi Davutoğlu’na soruyorum;
            Suriye’de terör olayları ilk çıkmaya başladığında AKP hükümetinin gözcülüğünde Antalya’da ve İstanbul’da Suriyeli gruplara toplantılar yaptırılırken AKP’nin terörü desteklemediğini nasıl düşünmemizi beklersiniz?
            Suriye iç savaşı başladığında konu hakkında yazdığım ilk köşe yazsını 17 yaşında yazmıştım ve “Suriye’deki yangının Türkiye’ye sıçrayacağını” söyleyip durmuştum. Stratejik derinliğiniz 17 yaşındaki bir gencin dünya görüşü kadar derin değil miydi? Madem bu kadar sığ değildiniz, Suriye’den bize sıçrayacağı kesin bu terör yumağına göz yummanızın bir sebebi olmalı. Bu sebep nedir?
            Suruç’taki gençleri taşıyan ambulansların üzerindeki etiketlerde bile Arapça yazılar varken ve Türk ambulanslarının Suriye’de cirit attığı bilinip, Türkiye hastanelerinde çekilmiş terör örgütü kıyafetli kişilerin fotoğrafları varken AKP’nin Türkiye’yi terör batağına batırmadığını nasıl söyleyebilirisiniz?
            MİT TIR’ları hadisesini ortaya çıkaran Can Dündar’ı tehdit ettiniz. Delil kararttınız, aksini ispat edemediniz. Gazeteciyi niçin tehdit ettiğinizi ve niçin bu konuda alelacele medya karartması uyguladığınızı izah edebilir misiniz? Suriye’ye kaçırılmaya çalışılan o silahları “şimdi” açıklayabilir misiniz?
            Geçtiğimiz Cuma günü, Ramazan Bayramı’nın ilk günü İstanbul’da, Türkiye’nin kalbinde IŞİD Bayram namazı kılarken devlet niçin orada değildi? Eşcinsellere, Gezi Eylemcilerine, hak arayan işçilere gaz esirgemezken, Suruç saldırısı üzerine İstiklal Caddesi’nde Anayasamıza uygun eylem yapan kitlelere polis orantısız güç kullanırken IŞİD’e niye müsamaha gösterdiniz?
            Tüm bunlar yaşanmışken Sayın Davutoğlu, Türkiye’nin sizin arkanızda durmasını nasıl beklersiniz? Suriye politikası konusunda sizi senelerdir uyaran muhalefet partilerinin, başını AKP’nin çektiği bir mutabakat metnine imza atacağına güveniniz nereden gelmektedir? Fransa’daki gibi bir milli birlik beklerken bu kadar kuşku ve şüphe üzerine halkın halen arkanızda durmasını mı beklersiniz? Güldürmeyin beni… 
                                                                                                                   Gündem Gazetesi 22.07.2015

21 Temmuz 2015 Salı

GÜNAH ÇIKARMA



           Adalet ve Kalkınma Partisi’nde tedirginlik hakim. Ufukta bir erken genel seçim var. Bu yüzden AKP’liler günah çıkarma turlarına başladı. Milletvekilinin biri geliyor, “biz zorbalaştık” diyor, diğeri “gücün suhuletine kapıldıklarından” bahsediyor. Erdoğan emrini verdiği Dolmabahçe Görüşmelerini tanımadığını ifade ediyor. Etekler tutuştu, kaybedilen oyların geri kazanılması hesaplanıyor.
            Koalisyon görüşmelerinden de anlaşıldığı üzere süreçten bir koalisyonun çıkmayacağı kuvvetle muhtemel. AKP’de eriyen oylar bir bir toparlanmaya çalışılıyor. Liberallerin oyları altı boş “demokrasi” söylemleriyle geri kazanılmaya çalışılırken, kaybedilen milliyetçi oyları, HDP ile AKP’nin çözüm süreci ortaklığının oy kavgası sebebiyle bitmesiyle, açılımın çöpe atıldığının sinyalleri verilerek alınmaya çalışılıyor.
            Öte yandan senelerce muhalefetin düşürülmesi için çaba sarf ettiği seçim barajı mevzusu bu kez Davutoğlu tarafından gündeme getirildi, erken seçim ihtimaline karşılık seçim barajının düşürülmesini istiyor. 7 Haziran genel seçimlerinde seçim barajı ilk kez AKP’nin alehine işlemişti, ancak hesap sadece seçim barajının %5 ila %7 bandına çekilmesi değil, bu değişiklikle birlikte daraltılmış bölge uygulamasının da seçim sisteminde yer edinmesi yönünde. Daraltılmış Bölge uygulaması daha önce de gündeme gelmiş ve AKP’nin öngördüğü “bölge ve milletvekili sayılarına” bakarsak Daraltılmış Bölge sistemini diğer partilerin milletvekili üstünlüğü olduğu bölgeleri AKP’nin yutması olarak kısaca özetleyebiliriz.
            Ufukta bir koalisyon uzlaşması veya uzlaşı sağlansa dahi uzun ömürlü bir koalisyon ihtimali görünmüyor. AKP ise şimdiden erken seçim ihtimaline karşın çalışmalarını başlatmış ve ince hesaplarını yapmış halde yoluna devam ediyor. Bayramda Davutoğlu’nun 81 il başkanını arayarak, erken seçim için teyakkuzda bulunmalarını telkin etmesi de süreç hakkında ipucu veriyor. Seçimden bu yana süregelen süreci iyi yönetemeyen ve deyim yerindeyse “madara” olan muhalefet umarım ki erken seçim için aynı basiretsizliği göstermez de AKP’ye olası bir erken seçimde “tek başına iktidarı” hediye etmez. 
                                                                                                                Gündem Gazetesi 21.07.2015

16 Temmuz 2015 Perşembe

DALKAVUKLAR DEVRİ



             Cumhurbaşkanı Erdoğan, genel seçim sürecinde bir parti lideri edasıyla kendisini meydanlara atmış, kontrol hırsını elden bırakmamıştı. Seçimin ardından bir süre sarayına gömüldü, kulaklarımız tam rahat etmişti ki Ramazan ayının gelmesi ile İftar Mitinglerine başladı. 29 gün boyunca, her iftarda birileriyle buluştu, iftarları AK Parti mitingine çevirdi.
            Geçtiğimiz gece ise en çok ses getiren iftar yapıldı. Erdoğan sanatçılar(!) ve sporcular ile bir araya geldi. Kimler yoktu ki o gecede. İş bulma kaygısıyla kendini AKP’ye yamamış şarkıcılar, parodileri gerçek yaşamları kadar güldürmeyen komedyen bozmaları, muhabirken sırtını Erdoğan’a dayayıp televizyon kanalı sahibi olan omurgasızlar, gevşek ağızlı modacılar, milli takım kadrosu kaygısı güden sporcular…
            Gezi Parkının ön saflarında yürüyüp daha sonra Erdoğan’a yağ çekenler de vardı içlerinde, süper minisi ve göğüs dekoltesiyle kameralar karşısına geçip Erdoğan’ın İslamcı ideolojisine güzellemeler yapan sanatçı bozmaları da, muhalif görüşleri yüzünden milli takım kadrosundan çıkartılan basketbolcu Cenk Akyol’un takım arkadaşları da!
            Bunları bir akil görürsünüz kendilerine akılları yetmezken, bir bakarsınız saray müdavimi bir de bakarsınız din alimi oluvermişler. Hiçbiri ne sanatçının hasıdır bunların ne de sporcunun zeki çevik ve ahlaklısı.
            İlginçtir bu ilkesizler, yağcılar, yağdanlıklar her devrin adamıdır. Kim iktidara gelse yamanırlar, yağ çekerler. Sevdikleri dik bir duruş değil paradır. Bu sefer parayı sevene gönül vermişler, hh ne de olsa para parayı çeker!
            Bu yüzleri unutmamak gerek, bugün başka yarın başka oluverdiklerinde toplumdan güzelce bir şamarı yemeleri gerek! 
                                                                                                                 Gündem Gazetesi 16.07.2015

15 Temmuz 2015 Çarşamba

DERSHANELER



           AKP ve Gülen Cemaati arasındaki çatlağı kristalize eden “dershanelerin kapatılması” süreci, Anayasa Mahkemesi’nin dershanelerin kapatılmasına ilişkin kanunu iptal etmesiyle son buldu. Böylece dershaneler kapatılamayacak.
            Kararı yerinde buldum zira eğitim sisteminde maalesef ki büyük bir yer edinmiş dershaneler bu şekilde öfke nöbetleri geçirilerek, eğitim sistemi revize edilip gerekli düzenlemeler yapılmadan ve istihdam sıkıntısına çare bulunmadan yalap şalap bir yasa teklifi ile kapatılamazdı.
            Bugüne kadar köşe yazılarımda dershanelerin varlığını eleştirdim. Çünkü kendi gücüne inanmayan bir eğitim sistemi güçlü nesiller yetiştiremezdi. Milli Eğitim Bakanlığının hazırladığı sınavlar, Milli Eğitim Bakanlığının müfredatını belirlediği okullarla asla geçilemiyordu. Okullar bilerek içi boş bırakılmış veya sınav sistemi öğrencileri dershanelere mecbur edecek kadar sıkıştırılmıştı. Hatta deyim yerindeyse devletin okulları yasak savmak için, dershaneler ise sınavları geçebilmek için vardı. Üstelik dershanelerin varlığı çocuk ve genç yaştaki bireylerin sosyalleşme vakitlerini çalıyor, sosyal becerilerini gerçekleştirmelerini engelliyordu.
            Bu sebeplerle dershanelerin çok önceden kapatılması gerekirdi ancak bunun için güç zehirlenmesi yaşayan Erdoğan’ın nöbet geçirmesi beklendi. Neredeyse çok güzel bir hadise olacak “dershanelerin kapatılması” bu yüzden ele yüze bulaştı.
            Alelacele bu kadar büyük ve geniş bir sektör, eğitim sisteminin içine bu denli entegre olmuş ve istihdam sayısı gayet yüksek kurumlar plansız programsız bu şekilde kapatılamazlar idi.
            Türkiye’de dershaneler faaliyetteyken dahi 400 bine yakın atanamayan öğretmen var. Dershanelerin kapatılması üzerine bu sayı katlanarak artacaktı. Çünkü dershanelerin özel okullara çevrilmesi ve yasanın KPSS zorunluluğu getirmesi mevcut atanamayan öğretmen yarasını daha da kanatacak ve ciddi bir istihdam sıkıntısına sebep olacaktı.
            Birçoğu apartman daireleri birleştirerek oluşturulmuş, sokak aralarında, bahçesi dahi olmayan dershane binalarının özel okullara çevrilmesi de ayrı bir eğitim felaketine sebep olacaktı. Hiçbir fiziki yeterliliği bulunmayan dershane binaları okullara çevrilesi idi laboratuarsız, spor salonsuz, bahçesiz binalar Erdoğan’ın hırsı sebebiyle çocukları yutacaktı.
            Diğer yandan dershanelere bağımlı hale gelmiş sınav sistemi elbette ki çocuklarda bir kafa karışıklığına ve başarısızlığa sebep olacaktı. Zira devlet okullarında okutulan müfredat ve ders saatleri değiştirilmeden dershanesiz bir sınav başarısı maalesef ki mevcut eğitim sistemimizde mümkün değil. Sınav sisteminin de buna göre revize edilmesi zorunluydu. Ancak bu hazırlıklar yapılmadan, ani ve baskıcı bir tutum ile dershanelere kilit vurulmak istendi.
            Dershanelerin kapatılmasını halen savunuyor ve bu sistemin öğrencilere ciddi zararları olduğunu düşünüyorum. Ancak bu iş müfredat değiştirilmeden, ders saatleri yeniden ayarlanmadan, sınav sistemi revize edilmeden gerçekleştirilemez. Mevcut atanamayan öğretmen sıkıntısı varken üstüne bir de dershane öğretmenlerinin iş garantisi sağlanmadan dershanelerin kapatılmaya kalkışılması bir facia olurdu. Dershaneler kapatılmalıdır ancak siyasi hırs ve öfke nöbetleri ile değil, eğitim sistemi ve öğretmenlerin bekaları düşünülerek sistemli ve akılcı bir çalışma ile yapılmalıdır. 
                                                                                                                  Gündem Gazetesi, 15.07.2015

14 Temmuz 2015 Salı

TAYYİP RADYO TELEVİZYON



            AKP iktidarıyla Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir kadrolaşmanın başladığı bu dönemde TRT de kadrolaşmaya kurban gitti. 1964’ten beri yayın yapan TRT, darbe dönemleri hariç hiçbir dönemde bir iktidarın boyunduruğu altına bu denli girmemiş, tarafsızlığını yitirmemişti. Bir zamanlar tek kanal olan, o dönemde dahi yayıncılık ilkelerinden taviz vermeyen, Türkiye medya sektöründe bugün yer alan yüzlerce kanala bir altyapı ve format öncülüğü yapmış TRT bugün yayıncılık ilkelerini çöpe atmış, medya etiğinden nasibini almamış bir televizyon kanalına döndü. AKP’nin çiftliği haline gelen ve devlet televizyonu olmaktan çıkıp “iktidar televizyonu” halini alan TRT skandal yayınlar yapıyor.
            Geçtiğimiz gün Atatürk, İsmet İnönü ve Türk devrimlerine hakaretler savuran bir belgesel yayınladı. Belgesel, Türkiye’yi yöneten ve cumhuriyetin altını oymaya yemin etmiş cenahın tarih palavralarından oluşuyordu. Atatürk ve Türk Devrimleriyle ilgili şu bilindik, tarih okuyuculuyla alakası olmayan, dönemi dönemin şartlarında incelemekten yoksun, manipülatif tarih yazıcılığının örneği sergilendi TRT’de. Yayınlanan belgeselde bugün bazı kesimlerin ilah kabul ettiği Adalet Partisinin milletvekili, cumhuriyet düşmanlarının ilk nesli, Osman Yüksel Serdegeçti’nin bir konuşmasına yer verilmişti. Konuşmada Atatürk devrimlerinin halkta alerji oluşturduğu, rejimin batı hayranlarınca halka zorla dayatıldığı, Osmanlı’nın Atatürk ve silah arkadaşlarınca yıkıldığı anlatılıyordu. Yeni rejimin kendini yaratıcı olarak gördüğünden ve Allah’a şirk koştuğundan bahsediliyordu.
            Türkiye’deki siyasal İslamcı kesimin cumhuriyetin ilk yıllarındaki muhalif ideolojik söylemleri ve rejim düşmanlarının ilk nesli zatları tek başına birer tarihi resmi belge kabul ettiği ve bugün tarih bilimini ayaklar altına alarak meczup tarihçilerce yazılmış bir tarihi doğru kabul etmesi, bunları halkın beynine zerk etmeye çalışması beyhude bir çaba. Zira, tarih bilimi yasa değiştirip, delil karartmaya benzemez; tek gecede değiştirilip onun üzerine doğrular inşa edebilecek bir alan değildir.
İslamcı bir fanatizme dönüşen, karnını şişirdikçe hınçları önü alınamaz bir şekilde kabaran bu kesimin millet tarafından kabul edilmeyen bu tarih anlayışı ancak siyasi ömürleri kadardır. Tarihi tahrip edip kendi tarihini yazan dünyanın en tehlikeli, en otoriter diktatöryal rejimleri dahi kendi yazdıkları yalan tarih içinde kaybolup gitmiştir. Gerçek tarih içinde karanlık icraatları nesiller boyunca okunmuştur. 
                                                                                                       Gündem Gazetesi 14.07.2015

13 Temmuz 2015 Pazartesi

TÜRKİYE’DEKİ SESSİZ DİRENİŞ



            Gezi Parkı bitti direniş bitti demeyin. Yoğun seçim gündemi, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının ve kaçak sarayının meşruiyeti, Suriye politikası, koalisyon senaryoları arasında kaynayıp gidiyor ancak Anadolu’nun her yerinde halk direniyor. Ormanını, suyunu, ekmeğini, mahsulünü, gelir kapısını korumak için direniyor.
Merkezde değiller, sesleri az çıkıyor. Derelerinin kenarında, yaylalarının ortalarında, dağlarının tepelerinde, kasabalarındaki fabrikalarının önlerindeler! İstanbul’un göbeğinde bir gecede iki milyon kişi isyan bayrağını çekmişken dahi penguen yumurtalarını gösteren medya haliyle onları duyurmuyor. Sosyal medya oralarda tek tük kullanılıyor. Bir iki idealist gazetecinin, kibrit kutusu büyüklüğündeki haberlerinden duyuruluyor haberleri Türkiye’ye!
Kaz Dağları’nda siyanürle altın aranmasına karşın köylü direniyor. 30’u aşkın köy ve ahalisi ormanlarını tahrip ettirmemek, sularını temiz tutmak, verimli tarımı korumak için hukuk mücadelelerini sürdürüyor. Toplantılar düzenliyor, çözüm arıyor. Kenetlenmiş, tek yumruk olmuş doğalarını, çevrelerini, ekmek kapılarını koruyorlar. Bazen yerel görevlilerce bazen de maden şirketinin özel güvenlikçileri tarafından tartaklanıyorlar. Yılmıyorlar, mücadele ediyorlar!
            Sadece Doğu Karadeniz’de 271 HES inşaatının yapımı devam ediyor. Birçoğu hakkında mahkemeler yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak yapımları devam ediyor. Karadenizli köylüler, kasabalılar derelerinin kurumaması için direniyor. Tek yumruk olmuş vaziyette protesto ediyor, yürüyorlar. Yürütmeyi durdurma kararını uygulaması gereken jandarma HES’lere dokunmuyor, direnen ve hakkını savunan yerel halkı tartaklıyor.
            Yine Karadeniz’de 8 kenti birbirine bağlayacak olan ve yayları tahrip ederek ortalarından geçecek olan Yeşil Yol projesine direniyor yayla ahalisi. İş makinelerinin önünde nöbet tutuyorlar. Doğayı tahrip edecek olan yol projesine geçit vermiyorlar. Makineler çalıştığında bastonunu kapan nine, dede; kadın erkek eşi görülmemiş bir biçimde direniyor. Öyle ki Rize Valisi çığırından çıktı, Gezi Eylemlerindeki iftira gibi “lüks araçlarla bölgeye gelenlerin halkı kışkırttığını” iddia etti. Kararlı bölge halkı jandarmaya ve iş imkanı tehditleri gibi diğer baskı mekanizmalarına boyun eğmeden direnişlerini sürdürüyorlar.
            Bunun gibi Anadolu’nun her noktasında halk bir şeylere direniyor. Mersin Akkuyu’da nükleer santrale karşı, Yatağan’da termik santral işçileri otoriteye karşı, Türkiye’nin dört bir yanında Metal İş sendikasına bağlı işçiler çalışma koşullarına karşı, İztuzu plajını kurtarmak için bölge halkı, Batman’da iş akitlerinin fes edileceğini öğrenen Türkiye Petrolleri işçileri ve daha birçok doğasını, çevresini, ormanını, suyunu, ekmeğini korumaya çalışan Türkiye’nin dört bir yanından insan direniyor! Sesleri yüksek çıkıyor ama duyurulmuyor, bilen destek veriyor, gittikçe kitleselleşiyor. Türkiye “birilerine karşı” durmaksızın direniyor!
                                                                                                              Gündem Gazetesi, 13.07.2015

10 Temmuz 2015 Cuma

BASİRETSİZ MUHALEFET



            Koalisyon tartışmaları en çok muhalefeti yıprattı. Son birkaç dönemdir basiretsiz bir parlamenter muhalefete sahip Türkiye, tek başına iktidar dönemi biten AKP’nin tekrardan güçlenmesi ile karşı karşıya. Oysaki 13 yıllık tek adam ve tek parti iktidarının sonu ile birçok diktatöryal uygulamanın ve baskının son bulmasını ümit eden Türk halkı kısa süreli de olsa bir rahatlama yaşamıştı.
            Halkın iradesini ortaya koyup tek adam iktidarını sırtından atarak ciddi bir misyon yüklediği muhalefet, seçmenden gelen mesajı bu kez de alamadı. Muhalefet 7 Hazirandan bu yana ufak hesaplar peşinde, parti ayın oyunlarıyla birbirlerini yıpratma şerefine tek başına iktidarı yeniden AKP’ye ikram ediyor. Meclis başkanlığı seçimi ve koalisyon ortaklığı tartışmaları içinde muhalefet kendi kendini yok ediyor. Hiçbir politik taktik geliştiremedi, bugünkü moda deyim olan “siyaset sanatını” beceremedi. Son kamuoyu yoklamaları gösteriyor ki CHP, MHP ve HDP’nin seçimin ardından oyları 2 ila 3 puan arasında düşmüş. Bu da demektir ki bugün seçim yapılsa AKP yeniden iktidar olacak. 
            Eğri oturup doğru konuşalım. Kitle partisi olmuş ve demokrasiler içinde en önemli yere sahip “muhalefet kavramı” bu partilerce bugüne değin hiçbir surette işletilemedi. Demokrasilerde bu denli baskı, istibdat, yolsuzluk ve usulsüzlük muhalefet partilerini güçlendiren olgulardır. Oturup baktığımızda Türkiye’deki onca baskı, zulüm, istibdat, yolsuzluk ve usulsüzlük süreçleri Adalet ve Kalkınma Partisini güçlendirdi. Bunun en önemli sorumlusu son birkaç dönemdir AKP’nin karşısına muhalefet iddiasıyla dikilen partilerdir.
            Türkiye bugün açık bir çıkmaza girmiştir. Dönemlerdir bulunan muhalefet açığı bugün telafi edilemez boyutlara gelmiştir. Meclis kürsüsünden atılan bir iki nutukla halkın gazını alarak muhalefet yaptığını zanneden, ileri görüşlülüğü ve sistemli programları bulunmayan bu partilerle artık daha ileriye gidilememektedir. 
            Demokrasilerde, böyle dönemlerde ortaya çıkan radikal partiler ve radikal söylemler genellikle rüzgarı arkasına alarak yürür. Türkiye’deki parlamenter muhalefet denklemi aynı zamanda bazı merkez oluşumların da ivme kazanacağına işaret etmekte. Geç kalınsa da Türkiye’nin yeni kitlesel oluşumlara ihtiyacı var!
                                                                                                                Gündem Gazetesi 10.07.2015

9 Temmuz 2015 Perşembe

TEMEL ATMA



             Türkiye son 13 yıldır çok ilginçlikler ve komediler gördü ancak son dönemde seçim çalışmaları ve seçim vaatlerindeki kadar komediyle hiçbir zaman karşı karşıya kalmamıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde ve cumhurbaşkanı olduktan sonra meydanlara çıkan Erdoğan’ın aynı binayı 20 kez açması, taksi durağının boyanan cephesini dahi açılışlarına dahil etmesi veya boş arazilerdeki olmayan binaları açmasının ardından AKP yepyeni bir açılış taktiği geliştirdi. 70’lerdeki belde belediyesi ve muhtar adaylarının “köprü yaptıracağım, deniz getireceğim” minvalindeki söylemlerini adeta hayalcilikte ikiye katladı.
            7 Haziran seçimlerinden on yedi gün önce İzmit’te Sağlık Bakanı Müezzinoğlu ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Işık’ın temelini attıkları İzmit Şehir Hastanesinin temeli kayboldu. Skandalı ortaya çıkaran CHP milletvekili Haydar Akar, şaşalı temel atma töreninden 38 gün sonra gittiği hastane inşaatında hiçbir çalışma göremedi. Üstelik atılan temel de kapatılmıştı. İl Sağlık Müdürlüğü ise kem küm ederek “vallaha biz de anlamadık” diyip işin içinden sıyrılıverdi.
            Aziz Nesin’in Zübük romanını aratmayan bu olay Türkiye’de siyasi partilerin oy toplamak için halen halkı nasıl kandırdığını gözler önüne seriyor. Daha önce de AB’ye girdik diyerekten gündüz vakti havai fişek patlatan, övündükleri üçüncü köprünün yerini yanlış hesaplayan, boyanan taksi durağı cephesi ile otobüs durağı tabelasını toplu açılışla açıp halkın gözünü boyamaya çalışan AKP bu seçimde de geleneğini bozmamış gibi duruyor.
            Buharlaşıp uçuveren hastane temelinden de anlıyoruz ki “Yeni Türkiye’nin” temelini attıklarını iddia eden bu oluşumun temelleri hiç de sağlam değil…  
                                                                                                                   Gündem Gazetesi 09.07.2015
           

8 Temmuz 2015 Çarşamba

DOĞU TÜRKİSTAN



           Geçtiğimiz hafta delinin biri kuyuya bir taş attı, kimse çıkaramıyor. Sosyal medya üzerinden Çin’in Özerk Bölgesi Sincan Eyaleti’nde( Doğu Türkistan) devletin bölgede yaşayan Müslüman ve Türk nüfusa katliam uyguladığına dair haber ve görseller paylaşıldı. Paylaşılan haberde Çin’in Doğu Türkistan’da oruç tutan kişilere baskısının olduğu ve Çin Devletinin bölgede katliam yaptığı yazıyordu. Haberlere ek olarak bazı katliam resimleri vardı ancak habere kaynak gösterilmiyordu.
            Kısa süre içinde anlaşıldı ki Çin’in Ramazan Ayı içerisinde Sincan Bölgesine hiçbir askeri operasyonu söz konusu değildi. Gerek resmi kaynaklar gerek de Sincan Bölgesindeki yerel kaynaklar ile yerel halk durumu yalanladı. Ancak iş işten geçmişti. ABD’nin Vietnam işgalinde uyguladığı işkencelerin fotoğrafları dahi sosyal medyada Sincan Bölgesindenmiş gibi yer alıyordu.
            Gerek Türkiye’nin gerek de Çin’in yanlış anlaşılmaları düzeltmek için yaptığı hiçbir açıklama işe yaramadı. Önce durumu araştırma zahmetine bile girmeden galeyana gelenler Çin yemeği yapan restoranlara saldırdılar. Üstelik saldırdıkları restoranların mutfaklarına çalışanlar Uygur Türkleriydi, onları da darp ettiler. Üstüne üstlük Çinli zannettikleri Koreli turistleri de darp ettiler.  Halen de bu asparagas haber üzerine Türkiye’nin çeşitli kentlerinde eylem ve protestolar düzenliyorlar. Ulusal medyada yer alan düzeltme haberleri de işe yaramamış gibi görünüyor.
            Sincan Uygur Eyaletinde Çin ile halkın bir kısmı arasında gerginlik olduğu doğru. Özellikle 2009 senesinde Urumçi Kalkışmasında birçok Doğu Türkistanlı hayatını kaybetmişti. Bu olayların arkasında Türk kamuoyunun bir kahraman olarak tanıdığı ancak ABD fonlarından beslenen ve ABD için servis yapan Rabia Kadeer vardı. Kadeer ve oluşumu halkı manipüle ederek sokağa dökmüş ve ölümlere sebebiyet vermişti.
            Yer altı kaynakları ve zengin petrol yatakları ile Batı’nın gözdesi olan Doğu Türkistan aslında bu dönemde maşa olarak kullanılmak isteniyor. Özellikle de Arap Baharı ve Ukrayna sorunları gibi sebeplerle Çin, İran ve Rusya’nın saflarını sıkılaştırdığı bu dönemde Batı Koalisyonu bu coğrafyalara da salvolarını yapıyor. Rabia  Kadeer ve oluşumu bizim yakın tarihimizden de aşina olduğumuz işbirlikçilerle aynı görevi yürütmektedirler. Ne Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı ne de baskılara karşı ilkeli bir mücadele dertleri değildir. Ucuz kahramanlık yapıp yanlış anlaşılmalar üzerine, 6-7 Eylül olayları gibi yakın tarihimizden aşina olduğumuz “linç kültürünü” diriltmeyelim.

Sincan Eyaletinde yaşananlara dair doğru bilgilere ulaşmak için bölgede yayın yapan haber ajanları;
            Aki Ajans; http://www.akipress.com/
            Trend Haber Ajansı; http://en.trend.az/casia/
            Fergana Haber Ajansı; http://enews.fergananews.com/

                                                                                                                 Gündem Gazetesi 08.07.2015 

7 Temmuz 2015 Salı

KÜRESEL ŞEKİLLENDİRME



             2011 Sonbaharında Tunus’da Zeynel Abidin, Mısır’da Hüsnü Mübarek ve Libya’da Muammer Kaddafi iktidarları düşmüş ve buralardaki iktidarlar ılımlı İslamcıların eline yeni geçmişti. Suriye’de ise silahlı değil, sivil halk hareketleri yeni başlamıştı. Avrasya’daki güç odakları Rusya, Çin ve İran Ortadoğu’daki yalancı bahar karşısında saflarını sıkılaştırıp Batı’daki güç odaklarına rest çektiği sırada Yunanistan’dan bir darbe haberi geldi. 16 general Papandreu iktidarına darbeye kalkışmıştı. Darbe CIA tarafından engellenmişti. 16 Kasım 2011 tarihli köşe yazımda dünyada bilinen tek darbe ihracatçısı CIA’nin nasıl olup da askeri darbeyi engellediğini anlatmıştım. Cevabı, Papandreu’nun istifaya zorlanmasından sonra Yunanistan’ın başına “atanan” başbakan Papadapulos idi. Papadapulos Arap Baharını tertip eden ABD-Avrupa koalisyonunun has isimlerinden biri idi. Amerika’da gördüğü eğitim ve ABD’de geçirdiği uzun vakit ile Mısır’daki darbede kullanılan isim Vael Gonim ile neredeyse aynı geçmişe sahipti. ABD’den Yunanistan’a döndüğünde Yunanistan’ı hale yola sokan Batılı dayatmalarının başını çekiyordu. Açık Toplum Vakfının başındaki adam, Yugoslavya’nın parçalanmasını, Gürcistan’daki Gül Devrimini ve Arap Baharını tertipleyen George Soros’un “Avrupa ülkelerindeki krize çözüm olarak Yunanistan, İtalya ve İspanya’daki büyük bankaların Avrupa Merkez Bankası kontrolüne verilmesi önerisi” üzerine Yunanistan Merkez Bankası görevine başlamış ve Yunanistan’ı Euro bölgesine sokmak başta olmak üzere “Küresel Odakların” çıkarlarına uygun bir biçimde Yunanistan’ı hale yola sokmuştu. Ortadoğu’da değişen dengeler ile de Avrupa’nın Akdeniz kıyılarında yaşanan değişimin neferi olarak Yunanistan’ın başında oturtuldu.
            Aynı dönemde İtalya’da Berlusconni, tıpkı Papandreu gibi medya tarafından küçük düşürülüp istifaya zorlandı. Akdeniz kıyılarındaki domino etkisinde Berlusconni’nin yerine geçen isim Enrico Lettise de tıpkı Papadapulos gibi bir ekonomistti ve görevine “atanmıştı”. ABD’de geçirdiği uzun yılların ardından küresel çetenin en önemli kolu olan Amerikan Dış İlişkiler Konseyi’nin alt kuruluşu “Bilderberg Grubu’nun” önde gelen bir üyesi oldu. Arap Baharı ile Ortadoğu değişirken Avrupa’nın Akdeniz kıyılarındaki değişimin İtalyan ayağı oldu.
            Öte yandan yine 2011’de İspanya’da Başbakan José Luis Rodríguez Zapatero görevinden istifa ettirildi. Yerine atanan başbakan Mariano Rajoy ABD-AB koalisyonunun yine has isimlerindendi. Arap Baharının ön saflarda yer alan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Almanya Başbakanı Merkel’in ağırlığını koyması ve desteği ile İspanya Başbakanlığına atanmıştı. Atanan Başbakan Mariano Rajoy Arap Baharı ile Ortadoğu değişirken Avrupa’nın Akdeniz kıyılarındaki değişimin İspanyol ayağı oldu.
            2011’de Ortadoğu’da ve Avrupa’nın Akdeniz kıyılarındaki bu değişim ve Batı destekli darbeler bugün yerle bir oldu. Ortadoğu’da ılımlı İslamcı ideoloji ile kurulmak istenen Amerikancı, mandacı hükümetler Tunus’ta laik Nida Partinin eline geçti. Libya’da Amerikan karşıtı aşırı İslamcılar başa geçti. Mısır’da da Ilımlı İslam çöktü, Suriye ise direniyor.
            2011’de Akdeniz kıyılarında Arap Baharını tertipleyen odaklarca yapılan şekillendirme operasyonu da çöktü. Yunanistan’da SİRİZA, atanan başbakan Papadapulos üzerine zafer kazandı. İtalya’daki atanan başbakanın yerine gelen Matteo Renzi  halkçı partidendi, SİRİZA benzeri politikaları ile Batı’yı kızdırıyor. İspanya’da ise atanan başbakan halen iktidarda ancak yapılan son yerel seçimlerde oyları çok düştü. İspanya’da kurulan SİRİZA benzeri “Radikal Sol Koalisyon” önümüzdeki genel seçimlerde iktidara gelecek gibi duruyor.
            ABD ve Avrupa’daki müttefikleri Ortadoğu’daki “Arap Baharı” hezimetinden rahatsız, Ortadoğu için savaş tamtamları çalıyor. Özellikle Rusya ve İran açıklama üzerine açıklama yapıyor. 2011’de Arap Baharının en karanlık günlerinde olduğu gibi Batı ve Avrasya güçleri arasındaki gerilim artıyor. Arap Baharı için kilit olan Akdeniz kıyıları Batılı Küresel Odaklarca kaybedilirken Yunanistan, İtalya ve İspanya için ise “darbe” çanları çalıyor.
            Her zaman için 3. paylaşım savaşı olarak adlandırdığım Arap Baharı ve Akdeniz kıyılarının şekillendirilmesinde yeni bir şok dalgası geliyor. Türkiye konumu ve Arap Baharı’nda izlediği politikalar ile kritik konumda. Tam ortasında kaldığımız bu paylaşım geriliminde kapıdaki “şok dalgasının” bizi vurmaması ise imkansız. 
                                                                                                                  Gündem Gazetesi 07.07.2015

GÜVENOYU



           Koalisyon senaryolarını seçim gününden beri dinledik. Benden de AKP ile HDP senaryosu üzerine yazılar okudunuz. Ancak HDP’nin parti olarak seçime girip %10 barajını aşması üzerine Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan bölge bazında AKP’den %50 civarında oy kaymasına sebep olması ikilinin arasının açılmasına sebep oldu. HDP’nin ver başkanlık, al federasyon denklemindeki fazla taviz koparma senaryosu güç zehirlenmesi yaşayan zatı ortaklığı bitirmeye itti. Zira, açılım adı altındaki bölünme sürecinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan fazla oy bekleyen Erdoğan, oyların HDP’ye akması ile açılım dahil birçok ikili ortaklığı çöpe attı. Yeni anayasa için başka formüller üretiyor.
            Erken seçim istemediğini deklare etse de Erdoğan’ın planı erken seçim ile partisini tekrar tek başına iktidar yapmak. Erdoğan ve AKP’nin ileri gelenleri koalisyona ortak olacak partinin oylarının eriyeceğinin farkındalar. Zira, dış politikası çıkmaza girmiş, iç politikası onarılamaz zarar görmüş ve ekonomisi en ufak bir sallantıda yıkılacak olan Türkiye’de AKP’nin izleyeceği herhangi bir yol, CHP, MHP veya HDP tabanında alerjiye sebep olacak ve bu partilerin oylarının düşüşüne sebep olacak cinsten.
            Seçimin ardından koalisyon ortaklığı için ibre bir CHP’yi bir MHP’yi gösterse de CHP’nin parti içinden gelen sesler ve Parti Meclisindeki ateşli tartışmalar AKP ile koalisyondan partiyi uzaklaştırdı.
            Geriye ise sadece MHP ihtimali ve MHP’nin dışarıdan desteklediği AKP’nin azınlık hükümeti ihtimalleri kalıyor. Kırmızı çizgileri ve izlediği katı yol ile Meclis Başkanlığı seçiminde dahi muhalefet ile işbirliğine gitmeyip, AKP’yi ihya eden MHP koalisyona ortak olabilir. Bugünlerde sıkça konuşulan MHP’nin desteği ile AKP’nin bir azınlık hükümeti kurması senaryosu olsa MHP ya koalisyon ortağı olacaktır ya da azınlık hükümeti için AKP’ye destek vermeyecektir.
Öte yandan Anayasanın 114. ve 116. maddelerine göre başkanlık divanının seçilmesinin ardından 45 gün içinde bir hükümet kurulamaz veya güvenoyu alamaz ise kurulacak geçici hükümette bakanlar kurulu sandalyeleri meclisteki dört partiye eşit olarak dağıtılmış olacak.
Meclis başkanlığı seçiminde bile HDP ile aynı “karede” gözükmek istemeyen MHP bu durumda geçici kabine dışında kalmayı da HDP ile aynı kabinede olmayı da kabul etmeyeceğine göre ve ayrıca AKP’ye dışarıdan destek vererek azınlık hükümeti kurulmasına sıcak bakmadığına göre MHP için AKP ile koalisyon ortaklığı ehveni şer olarak kalıyor. 
                                                                                                      Gündem Gazetesi 06.07.2015

3 Temmuz 2015 Cuma

YENİ MUHALEFET DENKLEMİ ÇUVALLADI



             Meclis başkanlığı seçimi yapıldı. Yeni meclis başkanı AKP’nin adayı İsmet Yılmaz oldu. Koalisyon tartışmaları sürecinde bir türlü ortak noktayı bulmayan muhalefet partileri meclis başkanı seçilirken de ortayı bulamadı. Halbuki meclisteki 3 partinin toplam vekil sayısı sandıktan birinci parti çıkan AKP’nin vekil sayısından fazla…
            7 Haziran seçimlerinde AKP sandıktan tek başına iktidar olarak çıkamadı ancak yeni muhalefet denklemi, meclis çoğunluğunu oluşturan üç parti, asla bir araya gelemeyecek gibi duruyor.  
Meclis başkanlığı seçiminin 4. turunda AKP fire vermeden 258 oy ile adayını başkan seçti. CHP’nin adayı ise 182 oy aldı. 132 vekili bulunan CHP’ye 50 oy desteğin HDP’den geldiği açıklandı. HDP, “MHP’nin Deniz Baykal’ı az da olsa destekleyeceği izlenimine kapılsaydık Baykal’a tam destek verecektik” açıklamasında bulundu.  
Meclis başkanlığı seçiminin 4. turunda MHP boş oy kullanmayıp, taktik bir adım izleseydi, AKP’nin adayı Yılmaz meclis başkanı seçilemeyecekti.
            MHP’nin HDP ile aynı görüşleri paylaşmaması ve mantık sınırlarını aşan kırmızı çizgileri, bu dönem meclisinde de AKP’nin tahta bacaklığını yapacağını gösteriyor. Daha önceki dönemlerde de AKP ne zaman sıkışsa ve oylamalarda fazladan parmağa ihtiyacı olsa destek veren MHP, muhalefetin çoğunlukta olduğu bir parlamentoda AKP ile işbirliği yapacakmış gibi duruyor.
            Meclis başkanlığı seçiminin koalisyon ortakları için bir işaret vereceğini yazmıştım. Ancak meclis başkanlığı seçiminin ardından koalisyon ortaklığı konusunda “net” bir işaret göremesek de hangi partinin diğerini ne şartlar altında destekleyeceği hakkında ipuçları edindik. Görünen o ki, 25. dönem meclisinde vekil sayısı AKP’ninkinden çoğunlukta olan muhalefet pek bir araya gelip AKP’ye karşı sistemli bir muhalefet yürütemeyecek. MHP’nin yalnız adam tavırları ile aslında AKP’ye destek olacağı, CHP ve HDP’nin de sol oy paylaşımındaki gizli savaşı nedeniyle birbirlerine kısıtlı destek vererek kör topal bir muhalefet sürdüreceği ve AKP’nin birçok konuda kazançlı çıkacağı bir meclis dönemi olacak gibi duruyor.    
                                                                                                                   Gündem Gazetesi 03.07.2015

2 Temmuz 2015 Perşembe

BİR DİKTATÖR



           Fakir mahallelerden gelmişti. Yaşadığı yetersiz ve fakir hayat kendisinde tarifi olmayan bir öfke ve rejime karşı intikam duygusu besliyordu. Bu intikam onu politikaya itti. Politikaya atıldığında, gençti ancak iktidar hırsı her şeyin önüne geçiyordu. Hoca dediği bir adamın peşinden gidiyor, içindeki “lider olma hırsı” artık ülke çapında konuşuluyordu. Ülkesinin içinde bulunduğu siyasi çalkantılar ve ekonomik kriz, bu tutucu ideolojinin destekçilerini her geçen gün arttırıyordu. Ancak onun hayalinde kendi partisini kurmak vardı. Nitekim, içindeki siyasi hırs onun kendi partisini kurmasını sağladı.
            Ancak, kısa süre sonra tutucu görüşleri ve rejime tehdit oluşturduğu gerekçesiyle yargılandı ve hapis cezasına çarptırıldı. 7 ay sonra serbest kaldı. Genç yaşta genel başkan olan bu zatın hapse atılması halk arasındaki popülaritesini arttırmıştı. Bir sonraki seçimlerde %37 oy alarak seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Seçim kampanyasında endüstri, finans ve sigorta devlerinden büyük mali destek almıştı. Ülkesi için yeni bir umuttu.
            Başa geçer geçmez sırayla tüm yetkileri kendinde topladı. Ülkedeki tek adam ve halkının tek lideriydi. Yasamayı, yürütmeyi kendine bağladı. Artık karşı ses kalmamıştı. Muhalefet değişen dünya dengeleri içinde kendi dengesini bulamamışken, yine de muhalefet partilerine eşi görülmemiş bir baskı uyguladı ve seslerini kıstı. Yargı içinde eşi görülmemiş bir kadrolaşma ile yargıyı ele geçirdi. Bir yandan yargıçları ile muhaliflerini toplu yargılamalar ve toplu tutuklamalar ile sustururken diğer yandan mükemmel hitabet ve ikna yeteneği ile halkın desteğini alıyordu.
            Bir gecede ordu mensuplarına düzenlediği operasyon ile ordunun kontrolünü eline aldı. Orduyu kısa sürede susturmuş oldu.
            Öte yandan yargıçlarının toplu mahkemeleri ve tutuklamaları medyanın da gözünü korkutmuştu. Artık medyada aleyhine hiçbir şey yazılıp çizilemiyor; kendi partinin basın ofisi gibi çalışıyorlardı.
Eğitim alanında kendi parti ideolojisini dayatmıştı çocuklara. Laik eğitimden nefret ettiği için kendi yolunda, safsatalarla dolu bir eğitim sistemi kurdu. Nitekim fazla çocuğu her zaman çok isterdi. Kadınların her zaman fazla çocuk doğurmasını istedi. Çok çocuk yapan ailelere yardım ederdi.
            Ülkenin dört bir yanına karayolu yaptı, binalar dikti. Ekonomik krizin ardından halk “yol yaptığı için” bu adamın siyasi baskısını ve istibdadını görmezden geliveriyordu.
            Artık kendini kanıtlamış bir yönetici, halkını peşinden koşturan bir karizmatik liderdi. Kendini dinsel bir imparatorluğun başındaki uhrevi ve seçilmiş kişi zannediyordu. Halkı ise onu “dünya lideri” addediyordu.
            Dış politikada önce dünyanın süper güçlerine yamandı, ardından komşularıyla 0 sorunu sağladı. Ancak savaşı o kadar çok severdi ki her zaman komşularıyla savaşmak isterdi. Savaş hırsı onu önce komşularına saldırmaya itti. Bir dönem dostum dediği, antlaşmalar imzaladığı komşularına saldırdı. Artık önünü göremiyor, çevresindeki yalakalardan dolayı gerçeklerden bihaber kalıyordu. Son döneminde en çok “yanlış yönlendirildim” diyordu. Bu savaş dizilerinin ardından kaybetti ve o uhrevi lider kafasına tek kurşun sıkarak intihar etti.
            Bu diktatör Hitler’dir. Bizlere çok tanıdık geldi öyle değil mi? 
                                                                                                                   Gündem Gazetesi 02.07.2015