28 Mayıs 2012 Pazartesi

ASIL KATLİAM KÜRTAJ DEĞİL NİTELİKSİZ NÜFUSTUR!



                
                Nüfus bir ülke için güçtür. Ancak niteliksiz nüfus bir ülke için güç değil yüktür. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan, kaynakları eşit ( veya eşite yakın) dağıtılmayan ülkelerde, ülkenin kalkınması için “nüfusun nitelik ve niceliklerini arttırıcı” veya “nüfusu azaltmaya yönelik” politikalar izlenir.
                Türkiye’nin aşağı yukarı 20 yıldır nüfus politikası “ nüfusun nitelik ve niceliklerini” arttırmaya yönelikti. Nüfus artış hızını kontrol altına almak üzere birimler kurulmuş, özellikle doğum oranının en fazla olduğu doğu illerinde “Aile Planlaması” kampanyaları başlatılmıştı. Tüm bunların başlıca sebebi yetersiz kalan eğitim, sağlık, altyapı gibi başlıca hizmetleri tolere etmek; kişi başına düşen milli geliri arttırmaktı. Amaç daha nitelikli, refah seviyesi yüksek nesiller yetiştirmekti.
                Ancak gelin görün ki son dönemde nüfus politikaları hızla değişti. Nitelikli, bilgili, refah içinde yaşayan nesiller hedefinden birden şaşıldı, sanki ülkenin kaynakları yetecekmiş gibi nüfusu arttırma çabaları başladı.
                Başbakanın “en az 3 çocuk”la başlayan “refah seviyesi, yaşam kalitesi yerlerde, niteliksiz nüfus politikası” yolculuğu 5 çocukla ivme kazandı; “her kürtaj bir Uludere’dir” incisiyle son durağa ulaştı.
                Sanki 70 milyon’a gerektiği kadar eğitim hizmeti, sağlık hizmeti verilebiliyormuş gibi, alt yapı, ulaşım imkanları eksiksiz sağlanabiliyormuş gibi, halk refah içinde yaşayabiliyormuş; üst ve alt tabaka iyice daralmış orta tabaka kabarmış gibi 2020 hedefi 90 milyon nüfus kabul edilmiş!
                Eğitim seviyesinin gün be gün düştüğü, ortalama yaşam süresinin 70’lerde dolaştığı bir ülke 90 milyon nüfusla ne kadar gelişir bilinmez ancak “cahil, düşünmeyen, önüne gelene şükreden, gelmeyene boyun eğen, sadece tüketmeye yarayan” bir toplum birilerinin  işine daha çok geliyor.
                Tarihte de birçok lider nüfus gücü olarak niteliksiz, sadece biat etmeye yarayan ve tüketen kitleler yaratmış; onlara “kara gömlekliler”, “kahverengi gömlekliler” gibi isimler takmışlardı. Ancak bu liderlerin de kontrollerindeki “kontrolsüz” kitlelerin de sonu tam bir facia olmuştu.
                Artık neyin Uludere olacağını, neyin katliam olmayacağını oturup düşünmek gerek!


                                                                                                      Çanakkale Haber Gazetesi 28.05.2012

21 Mayıs 2012 Pazartesi

19 MAYIS “KURTULUŞ” MÜCADELESİ


               

                19 Mayıs kutlamaları stadyumlardan neden çekildi? Sıkıcı, resmi törenlere son vermek, bayramı halkla kaynaştırmak için… Yerseniz tabi!..
                                                                               ***
                Bayramın sorumluluğunu üstlenen Gençlik ve Spor Bakanlığı ne etkinlik düzenledi? Halkı bayramla kaynaştırabildi mi? 19 Mayıs’ı stadyumlardaki sıkıcılığından kurtarabildi mi? Yoksa “19 Mayıs coşkusunu” insanlara yaşatabildi mi?
                                                                               ***
                Hiçbirini yapamadığı gibi 19 Mayıs’ın stadyumlardan kaldırılma nedeni olan “bayramı sıkıcılıktan kurtarma, 19 Mayıs coşkusunu yaşatma, bayramı halka kaynaştırma” amacını (amaç mı bahane mi yorum sizin) da gerçekleştir(e)medi!
                                                                               ***
                Meydanlarda yapılan çelenk koyma törenlerinde sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin çelenk koymasına; belli bir isim altında bu törenlere katılmasına da izin verilmedi! Kutlamalardan herkesin eli eteği çektirildi. Sadece birilerinin vicdanı rahat etti! Peki halkı bayramdan, kutlama yapmaktan, ATATÜRK’ü anmaktan alıkoyabildiler mi?
                                                                               ***
                İstanbul’da, İzmir’de, Antalya’da, Samsun’da ve daha birçok kentte insanlar ATATÜRK’ü andı, milli dirilişin yıl dönümünü kutladı. Konserler verildi, 19 Mayıs’ın hakkı verildi! Tabi sadece belli belediyeler; Atatürk’e ve laik cumhuriyet’e sahip çıkan kitlelerce!
                                                                               ***
                Kısaca Türk halkı Atatürk’ü anmak için kimsenin iznine tabi olmadığını, “zaten kendilerini olan bayramlarının” izinle değil yürekle nasıl kutlanacağını dosta düşmana gösterdi! 19 Mayıs 1919’da emperyalistlere verilen ders gibi 19 Mayıs 2012’de de ders verilmesi gerekenlere “dersleri verildi!


                                                                                                      Çanakkale Haber Gazetesi 21.05.2012
                 

20 Mayıs 2012 Pazar

1. YIL

   


            Tam bir yıl önce bugün başladım yazın hayatıma "Bir Elimde Cımbız, Bir Elimde Ayna" yazısıyla... O günden bu güne bayramların yasaklandığı, insanların hukuksuzca hapislere atıldığı, fikirlerin suçlu sayıldığı, halkın temsilcilerinin yasaklandığı, heykellerin yıkıldığı, parlamenter sistemin o güne kadar karşılaşmadığı tehlikelerle burun buruna geldiği, günden güne Atatürk'ün ve ilkelerinin teker teker yıkıldığı bir Türkiye'ye birlikte tanıklık ettik. Tüm baskılara, yıldırma çabalarına rağmen aynı heyecanla fikirlerimi korkusuzca dile getirdim.
         Tanıklık ettiğimiz şu dönemde yıkılanları tekrar inşa etmek, karanlıkları aydınlığa çıkarmak, Atatürk Türkiye'sini yaşatmak için kalemimin kırılmasına asla izin vermeyeceğim! Atatürk'ün izinden gelen, O'nun aydınlığı hep yanında olan herkese selam olsun. Nice 1 yıllara...

                                                                                                                             19 Mayıs 2012

14 Mayıs 2012 Pazartesi

GELECEĞİN TEMİNATI GENÇLİK…




Bir ülkenin gençliği, gelecekteki toplumun bilim, medeniyet ve kültür seviyesinin teminatıdır. Gençlik, toplumun karar mekanizmalarına katılımı ve temsiliyeti sınırlanmış olduğu halde, toplumsal sorunlardan en fazla etkilenen gruptur. Bu toplumsal grubun sırf genç olmalarından dolayı insan (yetişkin) haklarından farklı olarak kendilerine özgü haklara sahip olmaları, kendilerine özgü sorunların kendilerine özgü yöntemlerle çözümlenmesi lazımdır. Bu nedenle gençliğin karşılaştığı sorunların tespit edilerek derhal çözülmesi gerekip genç nüfusun hakları insan hakları kavramından ayrı bir başlıkta düzenlenmelidir.
Gençliğin toplumun diğer kesimleri gibi sosyal, ekonomik, kültürel sorunları olduğu gibi eğitim, çevre, spor ve medyanın hayatlarındaki rolüne ilişkin kendilerine özgü sorunları mevcuttur. Öyle ki tüm bu sorunların sınıflandırılması mümkün olsa da etkileşim açısından birbirleriyle bağlantılı olmaları nedeniyle tüm bu sorunlar birlikte ele alınmalıdır. 
Geleneksel ve kalıplaşmış rolleri aile ve toplumsal çevre içerisinde öğrenerek normalleştirmiş bir gençlik; toplumsal cinsiyetçi rolleri doğduğu andan itibaren edinmekte ve özgünlüğün ötelenip tek tipleşmenin kabul gördüğü bir toplumda durağanlık ve yozlaşmaya maruz kalarak bir önceki neslin bir kopyası haline gelmektedir. Toplumun kendi kendini tekrar etmesi ve yenilenmemesi; ilerlemenin ve evrimin bu şekilde engellenmesi, değişimi ve dünya şartlarına ayak uydurmayı imkansız kılmaktadır. 
Ekonomik ve siyasal çıkmazların, en az toplumun diğer bireyleri kadar olumsuz etkilediği gençlik, medya gücüyle manipüle edilerek, popülist bir dünyanın marka ve teknoloji takipçisi olmayı, (bu gücü ne yöne kullanmayı tercih ettiğinin bir önemi olmaksızın) sadece alım gücünü yüceltmeyi öğrenmiştir. Hayatının büyük bir parçası diğerlerinin tüketebildiği her şeyi tüketmek (ya da diğerlerinin tüketmeye gücünün yettiği nesneleri tüketmeye gücünün yetmemesine hayıflanmak) olan bir gençlik; bilime, kültüre, sanata sahip çıkmayan, anılan olgulara katkıda bulunmayan, üretime, katkıda bulunmaya değil; pasifize olmaya alışmış olan, beklentisiz, mutsuz ve umutsuz kalabalıklar haline gelmişlerdir. Bireyselliklerini ve özgünlüklerini kaybetmiş olan bu kalabalıklar; şahıslarına münhasır birer birey olduklarını ispatlama çabasında bencilliğin ve kibrin ötesine geçememişlerdir. Önlerine hiçbir alternatif konulmamış, sadece ‘göze batmamaya’ koşullanmış bu gençler yoz bir bakış açısına mahkum edilmişlerdir.
Eğitim sistemi yukarıda açıkladığım bakış açısını pekiştirmektedir. Tek tipleşmenin en yoğun olarak görüldüğü, sorgulamanın ‘asilik’ olarak kınandığı, farklı bakış açılarına tahammülsüz ve vasıfsız bir eğitim sistemi; gençlere çözümler üretmek üzerine yol göstermek bir yana, çözümün kendisini bir takım formülleri ezberlemek şeklinde sunmuş, yalnızca bu türlü formülleri ezberlemeyi öğretmiş, formülleri hayatlarının hangi alanında ne şekilde kullanacaklarını düşünmelerine dahi izin vermemiştir. ’Aydınlanma’ pratik hayatta, hatta kimi zaman meslek hayatında, karşılığı bulunmayan formüllerin unutulmasına kadar devam edecektir. 
Eğitim sisteminin öğrenciye olan katkısı bu formülleri bir sınav marifetiyle kağıda dökerek, sınav şartlarını tamamlayıp sistem tarafından bir üniversite okumaya hak kazanmayı (kabul görmeyi) sağlamaktan öteye geçememektedir. Kabul görme işlemi tamamlandığında (öğrenci sınav şartlarını tamamlayıp öğrenim hayatını sürdürmeye hak kazandığında) senelerdir öğretilen her şeyin işlevi tamamlanmış olur. Oysa ki ne bilimin ne de sanatın varış noktası bulunmaz. Bilim ve sanat olarak önümüze sürülenler; önceki nesillerin ürettikleridir. Hedef, önceki nesillerin ürettiklerini ezberlemek olursa gelişme durur. Üretilenlere yenilerini eklemek, üreterek çoğaltmak ve bir sonraki nesillere üretilenleri çoğaltılmak üzere emanet etmek gerekmektedir. Öğrenimin asıl işlevi bu olmalıdır. İşlevsel olmayan bir öğretim sistemi topluma bir yük ve vakit kaybı olmaktan öteye geçemez.
Gençliğin genel anlamda spora bakış açısı spora katılmak değil, yine bir grubun içine girerek, kabul görmek çabasının sonucunda, spor takımlarının taraftarı bulunmaktır. Genç nüfusun spor faaliyetlerine aktif olarak katılmak kaygısı bulunmamaktadır. Hal böyle olduğunda ise spor faaliyetini gözlemlemek, popülist bir rekabet anlayışıyla karşı tarafı dışlamak eğilimleri gözlenmektedir. Medyanın ve spor kulüplerinin de etkisiyle sporun izleyicisi olmak dahi bir takım davranış bozukluklarına yol açmaktadır. Spor faaliyetlerini değerlendiren bir genç bir kulübün taraftarı olmaktan öteye gidemeden, bağnaz bir tavır sergileyerek yalnızca o kulübün destekçisi olarak kalır. Rakip iki kulüp arasında yapılan bir spor müsabakasında gerçekten kazanmayı hak eden, o sporu daha profesyonel şekilde yaparak diğerine üstün gelen takım objektif bir bakışla takdir görmemektedir. Aksine kaybeden takımın mensup olduğu kulübün taraftarlarınca nefret ve saldırganlık gösterilerine maruz kalmaktadır. Böylece iddia edildiği üzere spor kulüpleri (günümüzdeki işleyişleriyle) gençliği spora teşvik etmemekte, onları ayrıştırmakta ve onlarda bir takım davranış bozukluklarına yol açmaktadır.
Tüm bu tablo dahilinde ilerlemesi durmuş, beklentisiz, hayatının en büyük rolü tüketmek olan gençliğin sorunları, toplumsal kurumların işlevsizliği nedeniyle çözüme kavuşamamış ve böyle giderse de kavuşmayacaktır! Kendini yenilemeyen hatta sürekli tekrar düşüp gerilemeler gösteren toplumların içinde bulundukları durumlar da malumdur…

                                                                                     Çanakkale Haber Gazetesi 14.05.2012

7 Mayıs 2012 Pazartesi

SANATI GELİŞTİR AYDINLIĞI GETİR




               Türkiye’de sanat her gün başka bir saldırıya maruz kalıyor. Müzelerde “açık saçık” heykellerin mahrem yerleri (belli bir zihniyetin “yüksek ahlak” olarak adlandırdığı, aslında çürümüş ahlaklarının kontrol edilememesi nedeniyle) çirkin, beyaz örtüler ile kapatılıyor; sanat galerilerinden resimler indiriliyor. Karikatüristler dava edilip, gözleri korkutuluyor; caddelerden ve sokaklardan heykeller ahlaksız(!) kılıfıysa, insanlık heykelleri parklardan ucube(!) sıfatıyla kaldırılıyor. Dünyaca tanınmış, çok değerli sanatçılar ülkeyi terk ederken devlet tiyatroları da özelleşiyor! Eh imam yellenince cemaat ne yapıyor? Sanat galerilerini basıyor, karikatüristleri dövüyor, senaristleri tehdit ediyor, heykelleri tahrip ediyor… Kısaca işin içine ediyor!
                Atatürk “Sanatsız kalmış milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” demiştir. Türkiye’nin de hayat damarlarından biri koparılmak isteniyor! Hem de alenen, gizlenmeden… Çünkü sanat yaratıcılık ve hayal gücünün dışa vurumu, toplumların ilerlemelerini, aydınlanmalarını, fikirlerini hayata geçirmelerini sağlayan yetidir. Tarihte birçok devlet sanatla aydınlanmış, sanatla gelişmiştir.  İşte sanatın ahlaksızlığı, ucubeliği, “tehlikesi” burada başlıyor aslında! …
                Türkiye’de son dönemde sanata yapılan sayısız saldırının yanında sanatı yaşatmayı, değerleri korumayı; sanatı insanlarla buluşturmayı kendine ilke edinmiş ve görevlerini başarıyla sürdüren kişiler ve kurumlar da var.
                Kentimizi ele alırsak bu misyonu Çanakkale Güzel Sanatlar Galerisini Koruma ve Geliştirme Derneği başarıyla yerine getiriyor. Bugüne kadar Çanakkale’de sayısız klasik müzik konseri veren, Carmen Operası’nı Çanakkalelilerle buluşturan ve daha birçok opera konserine imza atan, üyelerine resim kursu veren ve çok değerli sanatçılarla resim sergileri açan dernek,  hepimizin umutlarını yeşertiyor.
                Bu dernek geçtiğimiz hafta da çok önemli bir etkinliğe daha imza attı. “Türk-Rus Sanatçıların Buluşması 1” adı altına gerçekleşen etkinlikte Saint Petersburg Sanat Akademisinden gelen, biri ordinaryüs olmak üzere yedi profesör ile Türk ressamları buluşturdu. Bir hafta süren etkinlikte hem birbirinden güzel sanat eserleri ortaya çıkarken hem de kültür paylaşımı yaşandı.
                Bir hafta boyunca Çanakkale’nin çevresini gezen ve buraları resmeden Rus sanatçıların Çanakkale Güzel Galerisini Koruma ve Geliştirme Derneğine hediye ettiği eserler halen Koffman Müzesinde sergileniyor.
                Rus ressamları Türk sanatçılarla buluşturan, hem sanata hem de kültürler arası etkileşime katkı sağlayan Çanakkale Güzel Sanatlar Galerisini Koruma ve Geliştirme Derneği Başkanı Müşerref Karakaş Pehlivan’ı ve derneğin yönetim kurulunu tebrik ediyorum.
                Yeterli sayıda olmamakla birlikte Çanakkale’de sanata destek veren sivil toplum kuruluşları var. Umarım ki sanata ve sanatçıya onca saldırının yapıldığı, sanatın bertaraf edilmeye çalışıldığı şu dönemde kentimizde sanata destek verip katkı sağlayan daha fazla kuruluş faaliyet gösterir. Umarım ki bu dönemde tüm Türkiye’de sanatı her daim koruyan ve ona katkı sağlayan daha fazla dernek ve kuruluş faaliyet gösterir. Tüm bu dernekler sayesinde sanat, her zaman karanlığı aydınlığa çıkarak Anadolu’nun bütününde kardelen gibi gün ışığına çıkar.


                                                                                                    Çanakkale Haber Gazetesi 07.05.2012