Bir ülkenin gençliği,
gelecekteki toplumun bilim, medeniyet ve kültür seviyesinin teminatıdır.
Gençlik, toplumun karar mekanizmalarına katılımı ve temsiliyeti sınırlanmış
olduğu halde, toplumsal sorunlardan en fazla etkilenen gruptur. Bu toplumsal
grubun sırf genç olmalarından dolayı insan (yetişkin) haklarından farklı olarak
kendilerine özgü haklara sahip olmaları, kendilerine özgü sorunların
kendilerine özgü yöntemlerle çözümlenmesi lazımdır. Bu nedenle gençliğin
karşılaştığı sorunların tespit edilerek derhal çözülmesi gerekip genç nüfusun
hakları insan hakları kavramından ayrı bir başlıkta düzenlenmelidir.
Gençliğin toplumun diğer
kesimleri gibi sosyal, ekonomik, kültürel sorunları olduğu gibi eğitim, çevre,
spor ve medyanın hayatlarındaki rolüne ilişkin kendilerine özgü sorunları
mevcuttur. Öyle ki tüm bu sorunların sınıflandırılması mümkün olsa da etkileşim
açısından birbirleriyle bağlantılı olmaları nedeniyle tüm bu sorunlar birlikte
ele alınmalıdır.
Geleneksel ve kalıplaşmış
rolleri aile ve toplumsal çevre içerisinde öğrenerek normalleştirmiş bir
gençlik; toplumsal cinsiyetçi rolleri doğduğu andan itibaren edinmekte ve
özgünlüğün ötelenip tek tipleşmenin kabul gördüğü bir toplumda durağanlık ve
yozlaşmaya maruz kalarak bir önceki neslin bir kopyası haline gelmektedir.
Toplumun kendi kendini tekrar etmesi ve yenilenmemesi; ilerlemenin ve evrimin
bu şekilde engellenmesi, değişimi ve dünya şartlarına ayak uydurmayı imkansız
kılmaktadır.
Ekonomik ve siyasal
çıkmazların, en az toplumun diğer bireyleri kadar olumsuz etkilediği gençlik,
medya gücüyle manipüle edilerek, popülist bir dünyanın marka ve teknoloji
takipçisi olmayı, (bu gücü ne yöne kullanmayı tercih ettiğinin bir önemi
olmaksızın) sadece alım gücünü yüceltmeyi öğrenmiştir. Hayatının büyük bir
parçası diğerlerinin tüketebildiği her şeyi tüketmek (ya da diğerlerinin
tüketmeye gücünün yettiği nesneleri tüketmeye gücünün yetmemesine hayıflanmak)
olan bir gençlik; bilime, kültüre, sanata sahip çıkmayan, anılan olgulara
katkıda bulunmayan, üretime, katkıda bulunmaya değil; pasifize olmaya alışmış
olan, beklentisiz, mutsuz ve umutsuz kalabalıklar haline gelmişlerdir.
Bireyselliklerini ve özgünlüklerini kaybetmiş olan bu kalabalıklar; şahıslarına
münhasır birer birey olduklarını ispatlama çabasında bencilliğin ve kibrin
ötesine geçememişlerdir. Önlerine hiçbir alternatif konulmamış, sadece ‘göze
batmamaya’ koşullanmış bu gençler yoz bir bakış açısına mahkum edilmişlerdir.
Eğitim sistemi yukarıda
açıkladığım bakış açısını pekiştirmektedir. Tek tipleşmenin en yoğun olarak
görüldüğü, sorgulamanın ‘asilik’ olarak kınandığı, farklı bakış açılarına
tahammülsüz ve vasıfsız bir eğitim sistemi; gençlere çözümler üretmek üzerine
yol göstermek bir yana, çözümün kendisini bir takım formülleri ezberlemek
şeklinde sunmuş, yalnızca bu türlü formülleri ezberlemeyi öğretmiş, formülleri
hayatlarının hangi alanında ne şekilde kullanacaklarını düşünmelerine dahi izin
vermemiştir. ’Aydınlanma’ pratik hayatta, hatta kimi zaman meslek hayatında,
karşılığı bulunmayan formüllerin unutulmasına kadar devam edecektir.
Eğitim sisteminin
öğrenciye olan katkısı bu formülleri bir sınav marifetiyle kağıda dökerek,
sınav şartlarını tamamlayıp sistem tarafından bir üniversite okumaya hak
kazanmayı (kabul görmeyi) sağlamaktan öteye geçememektedir. Kabul görme işlemi
tamamlandığında (öğrenci sınav şartlarını tamamlayıp öğrenim hayatını
sürdürmeye hak kazandığında) senelerdir öğretilen her şeyin işlevi tamamlanmış
olur. Oysa ki ne bilimin ne de sanatın varış noktası bulunmaz. Bilim ve sanat
olarak önümüze sürülenler; önceki nesillerin ürettikleridir. Hedef, önceki
nesillerin ürettiklerini ezberlemek olursa gelişme durur. Üretilenlere
yenilerini eklemek, üreterek çoğaltmak ve bir sonraki nesillere üretilenleri
çoğaltılmak üzere emanet etmek gerekmektedir. Öğrenimin asıl işlevi bu
olmalıdır. İşlevsel olmayan bir öğretim sistemi topluma bir yük ve vakit kaybı
olmaktan öteye geçemez.
Gençliğin genel anlamda spora
bakış açısı spora katılmak değil, yine bir grubun içine girerek, kabul görmek
çabasının sonucunda, spor takımlarının taraftarı bulunmaktır. Genç nüfusun spor
faaliyetlerine aktif olarak katılmak kaygısı bulunmamaktadır. Hal böyle
olduğunda ise spor faaliyetini gözlemlemek, popülist bir rekabet anlayışıyla
karşı tarafı dışlamak eğilimleri gözlenmektedir. Medyanın ve spor kulüplerinin
de etkisiyle sporun izleyicisi olmak dahi bir takım davranış bozukluklarına yol
açmaktadır. Spor faaliyetlerini değerlendiren bir genç bir kulübün taraftarı
olmaktan öteye gidemeden, bağnaz bir tavır sergileyerek yalnızca o kulübün
destekçisi olarak kalır. Rakip iki kulüp arasında yapılan bir spor
müsabakasında gerçekten kazanmayı hak eden, o sporu daha profesyonel şekilde yaparak
diğerine üstün gelen takım objektif bir bakışla takdir görmemektedir. Aksine
kaybeden takımın mensup olduğu kulübün taraftarlarınca nefret ve saldırganlık
gösterilerine maruz kalmaktadır. Böylece iddia edildiği üzere spor kulüpleri
(günümüzdeki işleyişleriyle) gençliği spora teşvik etmemekte, onları
ayrıştırmakta ve onlarda bir takım davranış bozukluklarına yol açmaktadır.
Tüm bu tablo dahilinde
ilerlemesi durmuş, beklentisiz, hayatının en büyük rolü tüketmek olan gençliğin
sorunları, toplumsal kurumların işlevsizliği nedeniyle çözüme kavuşamamış ve
böyle giderse de kavuşmayacaktır! Kendini yenilemeyen hatta sürekli tekrar
düşüp gerilemeler gösteren toplumların içinde bulundukları durumlar da
malumdur…
Çanakkale Haber Gazetesi 14.05.2012