21 Mart 2014 Cuma

PEKİ YA YEREL SEÇİMLERDEN SONRA?




            Türkiye Cumhuriyet’i tarihinde görülmediği kadar siyasi belirsizlikler içinde yol alıyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük halk ayaklanması Gezi Parkı olaylarından bu yana devam eden sokak hareketlerine karşı iktidarın giriştiği faşist müdahaleler iktidara tepkiyi daha da arttırıyor. Gezi Parkı olaylarının ardından gelen internet sansürü ve fişlemenin yasallaşması, sokaklarda devam eden OHAL durumu gibi hadiseler AKP iktidarının demokratik olmaktan ziyade faşizan bir tutum içinde olduğunu gerek Türkiye’de gerek dünya kamuoyunda ortaya serdi. Gezi Parkı’nın ardından gelen yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile gırtlağına kadar yolsuzluğa ve hırsızlığa battığı tescillenen AKP iktidarının bu olay üzerine giriştiği emniyet ve adli kolluk sürgünleri ile HSYK değişikliği hukuk devletinin öldüğünü ortaya koydu. Berkin Elvan’ın ölümü üzerine halkın sokağa dökülmesi ile Başbakan, Gezi Parkı’nda olduğu gibi halkı ayrıştırıcı ve provoke eden üslubunu arttırarak devam ettirdi. Az kalsın ideolojik çatışmaların fitilini ateşleyecekti.
            Böyle belirsiz bir siyasi süreç içinde seçime giden Türkiye, hukuk devletinin öldüğü, güçler ayrılığının ortadan kalktığı, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığının kalmadığı, muhalif tüm kesimler üzerinde eşi görülmemiş bir istibdadın devam ettiği, basın özgürlüğünün öldüğü bir eşikte, rejim değişikliğine kadar gidebilecek bir seçimin hemen önünde duruyor!
            Herkesin aklında aynı soru var! Tüm bu olaylardan sonra AKP iktidarı ayakta kalacak mı? Giderse yerine kim gelecek? Yerel seçimden sonraki süreçte ne olacak?
            Genel seçimler kadar kritik bir yerel seçime gittiğimiz şu günlerde gelin olasılıklara göre önümüzdeki süreçte neler yaşanacağına bakalım.
            Yerel seçimlerde AKP’nin %47 ile %50 oy almasına halinde (ki bu çok düşük bir ihtimal) AKP’nin veda ettiği Başkanlık sistemine geçiş kesin olacak. Bunun yanı sıra kendi “ılımlı İslamcı yapısını” ülkenin yönetim şekline de yerleştirmeye çalışacaktır. Bu ihtimal ile laik sistemin ve Atatürkçü geleneğin sonu gelmiş olur.
            AKP’nin yerel seçimlerde alacağı %44-%46 oy oranı ise AKP için “yolsuzluğun sandıkta” affı anlamına gelir. Bu ihtimalde, AKP’nin halk üzerinde izlediği hunhar ve ayrıştırıcı politika hat safhaya ulaşır. Emniyet ve yargı içinde eşi görülmemiş bir kadrolaşma başlar. Başbakanın “Gezici” olarak nitelendirdiği toplumsal muhalefet üzerinde eşi görülmemiş bir baskı kurulur. Geriye kalan hukuk kırıntısı da artık yok olur. Köşe yazarları ve aydınlar üzerinde büyük cadı avları başlar, kimsenin ses çıkaramayacağı bir ortam kurulur. Medya patronlarının ağlatıldığı şu süreçte sesi çıkan birkaç yayın kuruluşu da tarihe gömülmüş olur. Genel seçimi garantilemenin rahatlığıyla hükümet tüm İslamcı politikalarını devlet idamesi politikasına dönüştürür.
            AKP’nin alacağı %40-%43 aralığındaki oy oranı, Türkiye’nin geçirdiği son bir aydan farksız olmayacak bir siyasi sürece sokar bizi. Kasetler bir yandan devam edecek, başbakan Erdoğan faşist “girişimlerde” bulunacaktır. Bu süreç yeni bakanların ve milletvekillerinin istifasına da sebep olacaktır. Bu oy yüzde aralığındaki oy oranı AKP’nin eridiğini gösterecektir. Bu oy oranında AKP, %44 ila %50 arasındaki olasılıktan farkı olarak Başkanlık sistemi isteğine veda edecektir. Başbakan Erdoğan da ağustos ayında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimine adaylığını koyma hayallerine veda edecektir. Öte yandan Gezi Parkı olayları olarak da bilinen Haziran Ayaklanmasından yana devam eden sokak hareketleri büyüyerek, kitleselleşerek devam edecektir. Bu olasılıkta Türk siyaseti Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar cadı kazanı gibi kaynayacak, Türkiye’nin sokakları alev alev yanacaktır.
            Yerel seçimlerde AKP’nin %36 ila %39 arası oy alması (ki bu en yüksek ihtimal) Başbakan Erdoğan ve islamo-faşist partisi için sonun başlangıcıdır. Sandıktan bu sonuç çıktığı tarihte Cumhurbaşkanlığı seçiminden dahi önce erken seçime gidilir. Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın “tuzluklar” olarak bahsettiği AKP içindeki “cemaat yanlısı” milletvekillerinin partiden ayrılarak yeni bir oluşumda yer alması kaçınılmaz olur. Bu ihtimal dahilinde Erdoğan dış komplo söylemlerini arttırarak devam ettirecektir, baskı kurma çabaları ise sonuçsuz kalacaktır. Öte yandan iktidarını korumak adına girişebileceği ( Gezi Parkı ve Yolsuzluk Operasyonu sonrası edindiğimiz tecrübe ile sabit) provokatif ve halkı ayrıştırıcı söylemler sokakları terörize edebilir. Partinin bu denli erimesi ile kendini batan gemiden atanlar “Erdoğan Bayrakçı” gibi konuşmaya başlayacak, ortaya daha fazla pisliğin dökülmesine sebep olacaktır.
            Türkiye belirsizlikler içinde genel seçim kadar kritik bir yerel seçime gidiyor. Seçimlerden sonra suların durulmayacağı ise gün gibi ortada… Yerel seçimlerden sonra Türkiye’yi daha karışık ve kaos içinde günler bekliyor!

                                                                       Yazı seçim yasakları sebebiyle yayınlanamamıştır. 21.03.2014

19 Mart 2014 Çarşamba

ÇANAKKALE’DE ERDOĞAN FAŞİZMİ




           Geçtiğimiz Salı günü Çanakkale Deniz Zaferi’nin 99. yıl dönümü idi. Çanakkale’de bu büyük zafer büyük coşkuyla kutlanacaktı ancak olmadı, kutlanılamadı! Çünkü Çanakkale’den bir diktatör geçti, Çanakkale halkına 18 Mart gününü ve büyük zaferin 99. yıl dönümünü zehir etti!
            Kendi halkına alenen savaş ilan eden, Türk halkının demokratik taleplerine kulak tıkayan, barışçıl eylemleri bizzat kendi verdiği talimatlar ile insan haklarını ve anayasayı ihlal ederek polisi hunharca halka saldırtan ve Türkiye’yi her geçen gün daha baskıcı ve faşist bir rejim ile yönetmeye kalkışan Recep Tayyip Erdoğan halktan ne denli korktuğunu, son yolsuzluk operasyonu ile sallanan koltuğunu kurtarmak için nasıl bir propaganda çabası içine girdiğini Çanakkale halkına eziyet çektirerek gösterdi!
            Tayyip Erdoğan’ın kente gelmesiyle kentin dört ana caddesi trafiğe kapatıldı. Çanakkale’de hayat adeta durdu. İnsanlar 10 dakikalık mesafeyi bir buçuk saatte kat edebildiler. Kente girişler de kapatıldı. Polis üniversite kavşağından yolu keserek şehre girmek isteyenleri çevre yoluna yönlendirdi. Çanakkale adeta AKP tarafından getirilen yüzlerce otobüs dolusu bindirilmiş kıtanın haricindeki vatandaşlara yasaklanmıştı. Şehir trafiği felç oldu, Çanakkalelilere 18 Mart zehir oldu!
18 Mart günü sözüm ona “Deniz Zaferi” kutlamaları olacaktı ancak kentte öyle bir hava estirildi ki Çanakkale için 18 Mart 2014’ün manası Deniz Zaferi’nin 99. yıl dönümü olması değil, Recep Tayyip Beyin(!) kente teşrifleri idi. Cumhuriyet Meydanı ve İskele Meydanı başta olmak üzere birçok yer AKP flamaları ile donatılmış, şehrin işlek caddelerine bakan binalar “AKP’nin İstanbul’a yaptığı yatırımları anlatan” ve Çanakkale’yle alakası olmayan saçma propaganda pankartları ile kaplanmıştı.
Sadece bayrak ve poster değil, Tayyip Erdoğan Çanakkale’ye İzmir mitinginde olduğu gibi yüzlerce otobüs dolusu yandaşını da getirdi. Kente bindirilmiş kıtaları sokan Erdoğan ve havarileri Çanakkalelileri kutlama alanına ve miting alanına sokmadı. Bayram kutlamalarının yapıldığı alanda tek bir Çanakkaleli yoktu. Çanakkaleliler kutlama alanına doğru dört kontrol noktasından didik didik aranarak geçti, buna rağmen kutlamaları barikatlar arkasından izleyebildi. Çanakkaleli, boynunda mavi AKP atkısı olan “bacılar” kadar veya “sakallı” hocalar kadar şanslı olamadı. Çanakkale zaferi 99 yılda ilk kez adeta Çanakkalelilere “yasaklanmıştı”. Recep Tayyip Erdoğan savaş ilan ettiği halkından ne denli korktuğunu bir kez daha gözler önüne sermiş oldu!
Başbakan Erdoğan yanında Çanakkale’ye sadece yüzlerce otobüs dolusu yandaşı ile gelmedi ayrıca “polisini” de getirdi. Çanakkale’ye Van’dan, Iğdır’dan, İzmir’den ve birçok farklı kentten çevik kuvvet polisleri de asayişi(!) sağlamak adına sokuldu. 18 Mart’ın 99. yılında kentte adeta OHAL ilan edildi. Her çatıda ve sokaklarda kocaman silahları ile halk arasında dolaşan özel harekat polisleri Çanakkalelilerin infiale uğramasına yetti! Polis “Çanakkalelilere” gözünü açtırmadı. Anayasanın 34. maddesinin kendilerine tanıdığı hakkı kullanarak eylem yapmak isteyen Çanakkalelilere Tayyip Erdoğan’ın polisi tekme tokat girişti. Daha önce Çanakkale’de tanık olmadığımız bir manzara ile polis kitleye “hunharca” müdahale etti. Müdahale sırasında soL Gazetesi muhabiri gözaltına alındı. Tüm bunlar yaşanmadan önce Çanakkale’de 23 kişi anayasa ve yasalar aykırı şekilde “eylem yapabilecekleri şüphesiyle” gözaltına alındı. Başbakan kenti terk edince serbest bırakıldı. Bu hukuk tanımaz ve faşist uygulama hakkında dün savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.
Kendi partisinin mitingini yapmak adına Deniz Zaferi’nin 99. yılı kutlamalarına gölge düşüren Tayyip Erdoğan asıl hezimeti miting alanında yaşadı. Yüzlerce otobüs ile gelen bindirilmiş kıtalara rağmen taşıma suyla değirmen dönmedi, miting alanı bomboş kaldı. Üstelik, daha önceden Cumhuriyet Meydanı olarak duyurulan miting yeri son dakika değişikliği ile İskele Meydanı’na alındı. Az sayıda insan daha dar bir alanda, daha kalabalık bir görüntü yaratır hesabından olsa gerek… Bu değişikliğe gerekçe olarak da “Çanakkale Belediyesi Cumhuriyet Meydanında mitinge izin vermedi” denildi. Amaç CHP’li Çanakkale belediyesine çamur atmak mıydı bilinmez ama biz şunu biliyoruz ki eylem, miting, toplantı gibi gösterilerin izinlerini de valilik verir, yer gösterimlerini de valilik yapar! Çanakkale Belediyesinin isminin böyle bir hadisede “kasten” geçirilmesi art niyetli bir çabadır!
18 Mart Deniz Zaferi’nin 99. yılına gölge düşüren bu olayların ardından Tayyip Erdoğan ve bindirilmiş kıtalar kenti terk etti. Cadde ve sokaklarına kavuşan Çanakkaleliler sabahki rezalete fener alayı ile cevap verdiler. On binlerce Çanakkaleli fener alayına katıldı. Vatandaşları caddeler almadı. Sokağa çıkan Çanakkaleliler, iktidarı kastederek “Hırsız var”, “Katil var” sloganları ile Çanakkale sokaklarını inletti. Çanakkale halkı, 18 Mart Deniz Zaferi’nin 99. yıl dönümünü halka zehir eden ve siyasi propagandaya çeviren Başbakan Erdoğan’a ve AKP’ye en güzel cevabı fener alayında verdi. “Çanakkale’nin Geçilmez” olduğunu bir kez daha gösterdi.



                                                                                                                     Gündem Gazetesi 20.03.2014

15 Mart 2014 Cumartesi

BERKİN ELVAN




            Türkiye tarihinin en barışçıl eylemi olarak kayda geçen ve dünya çapında da bu denli şiddetsiz ve haklı taleplere dayanan eşi az bulunan Gezi Parkı eylemlerinin en genç ve son kurbanı oldu Berkin Elvan. Komada geçirdiği 269 günün ardından 15 yaşında hayata gözlerini yumdu!
            Gezi Parkı’nda polis terörünün son kurbanı Berkin Elvan şüphesiz ki tüm Türkiye’yi yasa boğdu! Gezi Parkı’nda haklı taleplerle sokağa inmiş on milyonları tekrar infiale uğrattı! Gezi Parkı’ndaki toplumsal uyarıyı dikkate almayıp, tüm diktatöryal uygulamalarına devam eden, Haziran Ayaklanmasından bu yana ülkeyi daha da faşizan şekilde yöneten AKP hükümetine ise tepkiler büyüyor.
Son üç günde Türkiye’nin elliden fazla kentinden milyonlarca insan sokağa çıktı! Gezi Parkı kültürüyle, aynı şiddetsizlik ile sokağa inmişlerdi ancak kalabalıklar bu kez de terörize edildi. Polisin kalabalıklara müdahale etmesi için bir meydanda 50 kişinin toplanıp dikilmesi yetti! 269 gün sonra polisin hedef gözeterek attığı gaz fişeğinden dolayı 15 yaşında bir genç hayatını kaybetmesine rağmen polis yine aynı şekilde insan haklarını ihlal ederek, ellerindeki enstrümanların kullanma şartlarını aşarak kalabalıklara müdahale etti. Plastik mermiler yine 5’er metreden göstericilere sıkıldı, biber gazları yere 45 derecelik açıyla değil direk insanların üzerine atıldı. TOMA suları yine kimyasal silah olarak kullanıldı, basınçları insanları havalara kaldıracak güçte idi… Polis gözaltı işlemi yaparken eylemciler Allah ne verdiyse dövdü, polisin kaskıyla burnunu kırdığı eylemci de vardı, copla bayıltılan da… ( Videoları internette, her yerde mevcuttur değerli okurlar)
Silahsız, saldırısız gösteri haklarını kullanan; Berkin Elvan’ın ölümüne sebep olan polis şiddetini protesto etmek isteyen eylemciler aynı muamele ile karşılaştı; AKP iktidarı halkın taleplerine kulaklarını kapattığını ve halkın her haklı talebinde daha da sertleşeceğini ilan etti. Bir nevi kendi halkına savaş ilan etti!
            Hükümet, komada kaldığı süre boyunca “sessiz kalın” tehditleri yağdırdığı Elvan ailesine ve Gezi Şehidi Berkin Elvan’ın anısına karşı aynı saygısızlığını sürdürüyor! Adı yolsuzluk ve rüşvete karışan, AB’nin fonlarını da hortumladığı anlaşılan ve ERASMUS öğrencilerinin ulusal ajans burslarının kesilmesine dahi sebep olabilecek bir soruşturma geçiren Egemen Bağış, Berkin Elvan’ın “polis tarafından öldürülmesine” tepki gösterenlere “ölü seviciler” hakaretinde bulundu! Halkın karşısına çıkacak yüze ve güce dahi sahip olmayan Egemen Bağış’ı, sergilediği aşırı özgüven örneğinden dolayı kutlarken, Mısır’da ölü eşle cinsel ilişkiye serbesti getiren Müslüman Kardeşleri desteklemiş olmasına rağmen halka, özellikle de böyle hassas bir konuda etmiş olduğu ağır ve densiz hakaretten ötürü lanetliyorum!
            Diğer hadsizlik örneğini sergileyen hükümet kanadındaki isim ise Şamil Tayyar! Eline verilen sayfalarca senaryo metnini okuyarak kamuoyu önüne Ergenekon uzmanı diye fırlayıveren ve sonra işini iyi icra etmiş olmasından ötürü AKP’den milletvekili olan Tayyar “fişi siz çektiniz” çıkışıyla akıllara Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna’nın Ali İsmail Korkmaz’ın ölümü üzerine söylediği sözleri getirdi. Halbuki Şamil Tayyar bey fiş nasıl çekilir iyi bilir, zira kendileri şu sıralar Ergenekon tertibinin çökmesi ile sıkıntı içinde olmakla beraber partisinin arkasında duran “dış güçlerin” AKP’nin fişini çekmesinden pek bir muzdarip!
Berkin Elvan’ın ölümü üzerine en acımasız yorumu ise Erdoğan yaptı. Berkin Elvan’ın adını dahi ağzına alamadığı talihsiz sözlerinde “ sabah o kötü olay yaşandı ama öğleden sonra borsa yükseldi…” dedi. Bir başbakan düşünün ki kafayı borsayla, faizle, dövizle bozmuş olsun! E haklı da, benim de “milyar eurolarım” olsa gözüm paradan başkasını görmezdi herhalde!
            Berkin Elvan’ın ölümü üzerine yapılan gösteriler halkın haklı ve anayasa tarafından güvence altına alınmış tepkileridir! Ancak iktidar, açıklamaları ile provoke ediyor, karanlık eller emir veriyor ve sokaklar savaş alanına dönüyor. Yayın yapan kanallarda da çekilmiş videolarda da durum gayet net. Eylemcilere terörist yaftası yapıştıranlar ortamı asıl terörize edenler. Bugüne değin göstericilere çamur atıp, olayları provoke etmek isteyenlerin sallantıda olan koltuklarını seçim öncesi daha büyük provokasyonlarla sağlamlaştırma çabası içine girecek olmaları ise beni asıl ürküten şey değerli okurlar…

                                                                                                         Gündem Gazetesi 14.03.2014

5 Mart 2014 Çarşamba

DEMOKRASİ ASKIYA ALINMIŞTIR!




AKP’nin iktidarı boyunca halka “askeri darbe” paranoyası yayarak toplum mühendisliği ile nasıl bir sivil darbe gerçekleştirdiğini bugüne değin yazdım. Ancak kırıntısı da olsa demokrasi halen mevcuttu. 17 Aralıktan hatta biraz da geriye gidersek Gezi Parkı’ndan bu yana demokrasi tamamen askıya alındı, sivil darbe tamamlandı!

Çok kısa sürede tamamen cunta yönetimine dönen iktidar, 12 yıllık yönetimi süresince bu döneme hazırlanmış; yargı ve polis kadroları içindeki eşi görülmez kadrolaşması ile kendi ordusunu ve yargısını yaratmıştı. Bugüne değin Türk Silahlı Kuvvetleri için kullanılan “ ordu rejimin teminatıdır” lafı Erdoğan tarafından Gezi Parkı olayları sırasında AKP rejimine uyarlanarak “polis rejimimizin teminatıdır” şeklinde söylenmiştir. Yapılan onca icraatın yanında sadece bu söz AKP’nin, polisi ordusu gibi gördüğünü açıkça ortaya sermektedir!

Bugün en ufak bir sokak hareketinde, 10-15 kişilik grubun dahi barışçıl eyleminde polis biber gazı ve TOMAlarıyla halka müdahale etmekte, hiçbir şekilde sokak hareketlerine izin vermemektedir. Temel insan hakkı olan ve uluslar arası sözleşmeler ve anayasada da güvence altına alınan toplantı ve gösteri hakkı hükümet talimatıyla “Tayyip Erdoğan’ın polisi” tarafından ihlal ediliyor. Birçoğunuz darbe dönemlerini yaşadı! Darbe dönemlerinde de gösteri ve toplantı hakkı askıya alınmamış mıydı? Ha asker ha polis, ha tank ha TOMA! İnsan hakkı ihlali mi? İhlali! Baskı mı? Baskı! Zulüm mü? Zulüm!

Beşar Esad’ı diktatör olmakla suçlayan ve bir istihbarat devleti ile korku imparatorluğu kurmakla suçlayan Başbakan Erdoğan çıkardığı MİT yasası ile ülkeyi Suriye kadar katı bir istihbarat devleti yaptı. Üstelik Esad 2003 yılından beri yaptığı reformlar ile Suriye’deki istihbarat örgütlerinin etkinliklerini kısıtlarken 2014 yılının Türkiyesine 2003 yılı öncesi Suriyesini getiren, Türkiye’yi MUHABERAD ülkesi haline getiren Erdoğan’ın kimseye demokrasi dersi verecek yüzü kalmamıştır! Hatta Beşar Esad bu saatten sonra Erdoğan’a koltuğu terk etmesi için çağrı yapıp Türkiye’ye demokrasi getirmeyi amaç edinse dahi yeridir!

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonunun ardından vatandaşlar Erdoğan’ın mitinglerinde ayakkabı kutusu gösterse veya “HIRSIZ VAR” pankartı açsa hemen gözaltına alınıyor. Gerek yaka paça, gerek herkesin gözü önünde bir temiz dayak atılarak… İfade özgürlüğü askıya alınmış vaziyette. Durum darbe dönemleri kadar vahim!

Bir darbe yapıldığında öncelikle TRT binası ele geçirildi. Günümüzde ise medya patronluğuna heves eden holding patronları sayesinde medya iktidarın elinde! İhale tehditleri, servetlerini tehlikeye atacak milyon dolarlık RTÜK cezaları ile eski darbe dönemlerindeki gibi medya bugün sivil darbecilerin elinde! Ortaya saçılan “ALO Fatih” görüşmeleri de medyanın ne denli baskı altında olduğunu yeterince gösterir nitelikte! “Bağımlı yargı” ile muhalif kalemler de hapishanelerde…

Bağımlı yargı demişken ortaya çıkan Başbakan Erdoğan ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in son telefon görüşmesine değinmeden olmaz! Başbakan Erdoğan, Bakan Ergin’i arayıp Aydın Doğan’ın davasına el atmasını istiyor; aradaki “Alevi” hakimi halletmesini rica(!) ediyor! E gelin görün, demokrasinin olmazsa olmazı “bağımsız yargı”… HSYK değişikliği sivil darbenin tavan yaptığı ve kendini gizlemekten artık çekinmediğini gösteren bir hadise! Güçler ayrılığı erklerinden iktidarın eline “tamamen” geçmemiş olan yargı da son HSYK değişikliği ile iktidara bağlandı. Bağlanır bağlanmaz da gerekli değişiklikler, gerekli kadrolaşma yargı çevrelerinde yapılıverdi. Sonrası ise malum… Hırsızlar dışarıda, suçu halen belli olmayan 6 yıldır tutuklu Tuncay Özkan iktidara muhalif olduğu için içeride!

            Bu tablo bize gösteriyor ki, Türkiye’de demokrasi tekrar kesintiye uğramış, askıya alınmış! Bu kez yaşanan bir sivil darbe… Alenen ve göz göre göre! Eminim ki iktidar değiştikten sonra AKP sadece hırsızlıktan, yolsuzluktan, savaş suçundan yargılanmayacak,  “darbecilikten” de yargılanacak. Bugün gizlenebilir de tarihten hiçbir şey gizlenmez. İsimleri Kenan Evren’in hemen yanına yazılacak!

                                                                                                         Gündem Gazetesi 06.03.2014