30 Mayıs 2013 Perşembe

ÖZRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK REYHANLI MİTİNGİ




          Türkiye tarihinde belki de dünya tarihinde bir başbakan ilk defa ülkesinde yaşanan bir terör saldırısının akabinde halkını umursamadan yurt dışına diplomatik bir gezi düzenledi. Reyhanlı’da yaşanan vahşetin, resmi rakamlara göre 51 canın yok olup gittiği bu hain saldırının yaraları sarılmadan, mırıldandığı bir iki açıklama ve yüksek perdeden çıkan “Esad suçlu” atmasyonundan gayrı hiçbir şey yapmayan başbakan saldırıdan tam iki hafta sonra Reyhanlıya gidebildi.
            Başbakan Erdoğan’ın gittiği yer Reyhanlı’ydı ancak sanırsınız kendisi düşman bir ülkede miting yapmaya gitmişti. Kendisi Reyhanlı’ya 5 askeri helikopter, onlarca bordo bereli ve yüzün üzerinde polisle girebildi. Başbakan Erdoğan’ın gittiği yer Reyhanlıydı ancak miting alanında tek bir Reyhanlılı dahi yoktu. Zira miting alanını dolduran kalabalıklar Şanlıurfa’dan ve Hatay’ın bazı ilçelerinden getirilmişlerdi. Bindirilmiş kıtaları gizlemeden ve saklamadan Reyhanlıya yığan AKP belediyeleri, televizyonları karşısındaki insanları kandırmakta hiçbir sakınca görmedi. Onlarca otobüsün kalkış saatleri ve varış saatleri pankartlar halinde malum belediyelerce asılmış, bu rezalet günler öncesinden yalaka olmayan medya kuruluşlarınca halka aktarılmıştı. Başbakan Erdoğan’a “Reyhanlı seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yapanların Reyhanlılılıkla uzaktan yakından alakası yoktu... Miting alanına insanlar seçmece sokuldu. Alana girecekler sadece çevre illerden gelen aktörlerdi. Kardeşini saldırıda kaybetmiş ve miting alanına girmeye çalışan bir Reyhanlılıya polisin ağır müdahalesi, mağdur Reyhanlılıların başbakanın mitinginde karşılanma biçimini açık seçik göstermekteydi.
            Başbakan Reyhanlıya sözde Reyhanlılıların yanında olduğunu göstermeye gitmişti ( 2 hafta sonra ne kıymeti kaldı o ayrı) ancak yaptığı 20 dakikalık konuşmasında saldırıya yarım cümleyle değindi. Mitingin geri kalanında sığınmacılara iyi davranılmasını istemekteydi. Resmi rakamlara göre 51 cana mal olan olayın ardından başbakanın Reyhanlıya gelmesinin amacının Reyhanlılılara nasihat vermek olduğu anlaşıldı…
            Başbakan, “Zalimlerle fotoğraf çektirmeyi kendilerine terakki edeninler Reyhanlıda yaşayan kardeşlerimin arasına nifak tohumları sokmaya gayret ediyorlar” diyerek saldırıdan CHP’yi sorumlu tuttu. Ancak ayyuka çıkan belgelerde hükümetin desteklediği terörist grup El Nusra’nın sorumlu olduğu apaçık ortada. Bu saldırıyı hala Esad’ın yaptığını söylemek ve ana muhalefeti suçlamak nedir? Adını siz koyun!
            Mitingde Esad’ı kastederek “Kendi saltanatlarını, kendi makamlarını koruma gayreti içerisinde olanlar, diktatörlüklerini devam ettirme gayreti içersinde olanlar Türkiye’nin huzuruna musallat olmuşlardır” diyen Erdoğan, sınır bölgelerinde terör kampları bulunmayan, ÖSO terör örgütüne destek vermeyip, Suriye’deki huzuru bozmayan bir ülkenin başbakanı gibi konuşuyor. Toplanma özgürlüğünün, konuşma ve basın özgürlüğünün, seyahat özgürlüğünün, iletişim özgürlüğünün olmadığı; aydınlarının hapishanelerde hukuksuzca çürüdüğü; kabinesindeki bakanların boş kağıdın altında imza attığı; güçler ayrılığı ilkesinin yerinde yellerin estiği bir ülkenin başbakanı olan Erdoğan’ın Esad’a diktatör demesi de gülünç bir durum…
            Başbakan Erdoğan konuşmasına devam ederken patlama günü yapayalnız kalan Reyhanlı halkına aksini ispat etmeye çalışıp “Bu işlerden sorumlu başbakan yardımcım olay anında buraya geldi. 3 bakanım anında buraya geldi. Bütün yardım mekanizmalarımızı burada yoğun bir biçimde çalıştırdık.” dedi… E tabi, miting alanına doldurulan kalabalık Reyhanlılı olmayınca alkış kıyamet koptu. Alanda gerçek Reyhanlılılar olsa eminim Erdoğan’ı tükürükleriyle boğardı çünkü patlama sonrası iki saat ne kurtarma ekibi bölgeye gitmiş ne ambulans saldırı mahalline ulaşmıştı. İlçeye üç gün sonra giden iki bakan bile halkın arasına uğramadan kameralara poz verip gitmişti. Başbakan kamuoyunu aksine inandırmaya çalışsa da Reyhanlı yapayalnız bırakılmış, kaderine terk edilmişti.
Başbakan büyük bölümünde anlamsızca konuştuğu ve olayla alakasız şeylere değinip ağız kalabalığı yaptığı mitingine “Hatay büyük şehir oluyor” müjdesi ile devam etti. Bunu o an söylemenin mantığı neydi? Hatay’ın büyük şehir olması o an Reyhanlılıların gerçekten derdi miydi? Hatay’ın büyük şehir olması insanlarda açılan derin yarayı kapatmaya yeter mi? Teröristlerin serbestçe dolaştığı bölgede halk şikayetlerini haykırırken, başbakan Erdoğan’ın terörizme ve bölge insanının isteklerine karşılığı bu muydu? İlginç… Halka söylenecek sözün, dilenecek özrün kalmadığı yerde böyle oluyor herhalde, allah düşürmesin…
Konuşmasını noktalamadan önce “Başbakan olarak olayın olduğu an Reyhanlı’ya gelmiş olmam bazı çevreler tarafından farklı olarak da değerlendirilebilirdi…” diyerek Reyhanlıya gitmeyip, üstüne üstlük hiçbir şey olmamış gibi ABD’ye gitmesine bir bahane yaratmaya çalışıyor. Ama yine anlamsız cümleler kuruyor. Zira bu özürden, bu bahaneden kimse bir şey anlamadı… Başbakanın Reyhanlı’ya gitmesi istismar malzemesi olacaktı da, ABD’ye gitmesi yerinde mi oldu? E tabi dünyanın neresinde görülmüş saldırıya uğrayan halkının anında yanında olan lider? Başbakan Erdoğan’ın üzerine çok gidilmiş olurdu çok!..
Reyhanlılısız Reyhanlı mitinginde başbakan Erdoğan’ın değindiği konularda Reyhanlı saldırısı neredeyse yoktu. Miting “kem-küm” nasıl yapılırın açık seçik bir örneği oldu. Hele ki Erdoğan’ın Reyhanlı’ya gitmeyişinin bahanesini kimse anlamadı… Basın bizlere Erdoğan’ın iki hafta sonra gittiği Reyhanlı’da Şanlıurfalılara seslenişini “halkın sevgilisi Erdoğan Reyhanlı’da” diye duyurdu, kimse gerçekte neler olup bittiğinin farkına varmadı. Reyhanlı’da olan “özrün kabahatinden büyük” olmasından başka bir şey değildi…



                                                                                                    30.05.2013 Gündem Gazetesi

16 Mayıs 2013 Perşembe

REYHANLI KATLİAMINA GİDEN SÜREÇ VE DEVAMINDA YAŞANACAKLAR!





           Reyhanlı’da yaşanan katliam üzerine yazılacak pek bir şey yok aslında. Olan biten ortada. Özellikle Suriye’de Esad’ın yıkması için AKP hükümetinin beslediği teröristlerin yarattığı tedirginliği iliklerine kadar hisseden sınır bölgesindeki halk iktidarın izlediği “mış gibi yapma, miş gibi gösterme” politikasına artık kanmıyor.
            AKP hükümeti Reyhanlı’da yaşanan katliam için de artık pek bir işe yaramayan mış-miş siyasetini izlemeye devam ediyor. Bu katliamın sorumlusu Esad”mış” gibi, basına uygulanan sansür “soruşturmanın selameti için”miş” gibi, olayda mülteci kılığındaki Suriyeli teröristlerin parmağı yok”muş” gibi davranmaya devam ediyor!
            En başta, Esad’ın böyle bir hamlede bulunmasının imkanı yoktur. Hiçbir lider, ülkesindeki iktidarı tehlikedeyken kendine yeni bir düşman edinmez. Hele ki Türkiye gibi, kendisine batının gazıyla askeri müdahalede bulunmak için can atan bir ülkenin toprağında böyle bir katliam yapmayı göze alamaz. Bunun yanı sıra Esad, AKP hükümeti ve onun pek müstesna müttefiklerinin ilan ettiği gibi “bebek katili” değildir. Suriye’yi ilk kez karıştıran özgürlüklerini istediklerini iddia eden ve halkın sözcüsü olduklarını açıklayan Özgür Suriye Ordusu’dur (ÖSO). Ancak ne hikmetse bu örgüt aşırı İslamcı, iddia edildiği gibi de demokrasi taraftarı bir grup değildir. Bunun yanı sıra ÖSO; köylere baskınlar düzenleyip insanların kafalarını kesen, kız çocuklarına tecavüzler eden; bombalı araçlarla pazaryeri, cami, meydan, devlet binaları, apartmanlar, hastaneler ve üniversiteleri hedef alan, on binlerce masum sivili öldüren bir yapılanmadır. Esad ise ülkesinin “düzenli ordusuyla” bu teröristleri vurduğu için bebek katili damgası yemiş, Suriye devletinin kendini savunma meşruiyeti manipüle edilmiştir. Türkiye ÖSO terör örgütünün üyelerine sınırı açarak Suriye’deki katliamlara kol kanat germiştir.
            AKP hükümeti Reyhanlı’da yaşanan katliamın faillerini jet hızıyla açıklayıp, olayın Esad hükümetiyle ilintili olduğunu iddia etse de Reyhanlı’da yaşanan katliam buram buram El-Kaide ya da ÖSO kokmaktadır. Yapılan saldırının karakteristiği bu terörist grupların daha önce yaptığı katliamlarla uyuşmaktadır. Suriye-Türkiye sınırı sadece ÖSO militanlarına ya da Esad muhaliflerine açıktır. Esad sempatizanı herhangi birinin Türkiye’ye geçmesi neredeyse imkansızdır. Tüm bunların yanı sıra Türkiye Esad’ın askerlerinin değil ÖSO militanlarının bomba imalat atölyelerine ev sahipliği yapmaktadır. Kısaca bombaların nerede üretildiği aşikardır!
            Reyhanlı’ya yerleştirilen Esad’a muhalif mültecilerin, patlamanın olacağı gün normalde patlama bölgesindeki çalışma yerlerinde olmadığı diğer dikkat çekici bir husus. Bunun yanı sıra Reyhanlı sakini gibi yaşayan bu Esad karşıtı Suriyelilerin o gün hiç sokaklarda olmaması ve hiç birinin burnunun bile kanamaması tesadüf olamaz! Patlamanın gerçekleştiği dakikalar ÖSO militanlarının tam patlamanın gerçekleştiği bölgeyi de kamera kaydına almaları da tesadüf eseri değildir!
            Reyhanlı’da jet hızıyla olayı çözdüklerini ve failleri bulduklarını iddia eden hükümet, 73 mobese kamerasının 73’ünün olaydan 24 saat önce devre dışı bırakılmış olmasına rağmen, olaydan 5 saat sonra failleri nasıl tespit etti? Basın patlama bölgesiyle ilgili hiçbir görüntü yayınlayamıyor. İnternet haberciliği yapan sayfalar ise patlamaya ait videoları bir bir siliyorlar. Halbuki patlamanın ilk anlarında televizyon kanallarına yansıyan görüntüler birer delil niteliğinde ve patlayan kamyon yakınında bulunan elleri arkadan bağlı cesedin görüntüsü nasıl bir terör örgütü bağlantısıyla saldırının yapıldığını açıkça gözler önüne koymaktaydı. ( BBC televizyonu muhabiri bu olaydan bir hafta önce ÖSO militanlarının esir aldıkları ordu mensuplarını ya da Esad yanlısı sivilleri canlı bomba olarak kullandığını görüntülemişti)Basın karartmasının bir amacı, halkı bilgisiz bırakmak; AKP hükümetinin yarattığı gerçekliğe insanların inanmasını sağlamaktı. İkinci neden ise bölgede gelişen son olaylarla hükümetin ilişkisini gayet iyi bilen halkın AKP hükümetine kustuğu öfkenin, nefretin ve istifa çağrılarının ülke geneline yayılmamasını sağlamaktı.
            Bu süreçte AKP “mış-mış”i fısladı.. Halk Ortadoğu’da yaşananların da tüm karartma ve sansüre rağmen sınır bölgesinde yapılanların da farkında. Reyhanlı’da neyin ne olduğunu, niçin ve nasıl olduğunu gayet açık ve net bir şekilde biliyor. Reyhanlı’dan önce ABD’ye giden Erdoğan’ın seyahatinin de amacı açık. Ama iktidar bilmelidir ki bu şekilde giderse, tüm sansüre, uygulanan toplum mühendisliği yöntemlerine rağmen halk bir noktada patlayacak, süreç sizin hayrınıza sonuçlanmayacaktır!


                                                                                                    Gündem Gazetesi 16.05.2013

9 Mayıs 2013 Perşembe

CUMHURİYET TARİHİNİN EN AK DİKTATÖRÜ





             AKP hükümeti iktidara geldiği günden bu yana Atatürk’ü diktatör olarak lanse etmeyi şiar eylemiş vaziyette… Türkiye’ye parlamenter sistemi, cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi, insan haklarını, kadın-erkek eşitliğini getiren bir lideri diktatör olmakla itham edip; devrimleri bir bir yıkan kendilerini demokrasi havarisi olarak göstermekteler. Padişah; sultan olma şansı varken cumhuriyet kurup cumhurbaşkanı olan; dünyayı önünde saygıyla eğilten bir lideri anti demokratik olmakla suçlamaktalar. Ancak din faşizmini ülkemize sokan, cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemini ülkemize yaşatan kendi iktidarlarını görmemekteler!
            Beşşar Esad’a, Kaddafi’ye ve Zeynel Bin Abidin’e demokrasi dersleri veren Tayyip Erdoğan bilindiği üzere o derslerden pek geçememiş! Geçtiğimiz hafta İstanbul’da yaşanan 1 Mayıs rezaleti herhalde cumhuriyet tarihinin en kara lekelerinden biri olarak tarih sayfalarında yer alacak!
            Geçtiğimiz 1 mayıs’ta İstanbul’da tam bir faşizm uygulandı. Sokağa çıkmak kağıt üzerinde yasak değildi ama otobüs seferleri, vapur seferleri, metrobüs seferleri tamamen durdurulmuş; köprüler kapatılmış; sokağa çıkan vatandaşlara polis kimlik sormuş ve sokakta bulundukları için her türlü zorluk çıkarılmıştı! Yani resmi olarak ne sıkıyönetim ilan edilmişti ne de sokağa çıkma yasağı. Zaten böyle bir yasağın dayanağı olamazdı. Ancak İstanbul valiliği hukuksuzca bu uygulamayı devreye soktu. AKP iktidarının il başkanı gibi görev yapan valiliklerden biri olan İstanbul valiliği kanunsuzca, insanların temel hakkı olan seyahat hakkını hem de toplanma ve miting yapma hakkını gasp etti! Tüm dünyaya örnek bir rezillik; tüm dikta rejimlerine örnek bir cümbüş yaşatıldı İstanbul’da…
            Polis her zamanki gibi orantısız güç kullandı. Polis sivilleri dövdü; onlarca insanı ağır yaraladı. Yaşlı, kadın çocuk dinlemeden biber gazı sıktı, insanlar hastanelere akın etti. Resmi AKP ideolojisinin uygulayıcısı polisin gözü öyle döndü ki hastanelere kadar biber gazı attı. Milletin seçilen vekilleri, Başbakan Tayip Erdoğan’ın çok atıp tuttuğu “milli iradenin” sembolleri, AKP idaresinin gazıyla hastanelik edildi. Kısaca 1 Mayıs’ın üzerinden AKP hükümeti geçti.
            Bu hükümet her zaman ne kadar demokratik, ne kadar hukuka ve milli iradeye saygılı olduklarını dile getirip durmakta. Kendileri sanki 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın doğan çocukları değillermiş gibi darbelere bela okumakta; AKP’ye muhalif herkese darbeci yaftası vurmaktalar!
            Ancak kendilerine muhalif her sesi susturmaya; kendi ideolojilerine aykırı her türlü sivil toplum kuruluşuna usulsüzce, hukuksuzca yaptırım uygulamaktalar. Ve bu 1 Mayıs’ta da görüldüğü gibi kendi ideolojilerine aykırı her mitingi, her bayramı, her toplantıyı orantısız güç ve hukuksuz yaptırımlarla yasaklamaktalar! Hangi ileri demokrat, hukuka ve milli iradeye saygılı bir iktidar böyle yapar? Hangi darbelere lanet okuyan iktidar en baskıcı darbeleri bile vatandaşlarına aratır?
            Değerli okurlar kimse kimseyi kandırmasın; manipüle etmesin… Bu ülkede demokrasi, özgürlük, hukuk ve milli irade öyle bir seviyeye indirildi ki; Demokrasi AKP ideolojisini savunurken, muhalifler hapiste ya da sinmiş olduğu sürece; özgürlük türban kamusal alana girerken Atatürklü fular meclise sokulmadığı sürece; hukuk Atatürk’e ana avrat söven dışarıda dolaşırken Tayyip Erdoğan’ı “eleştiren” içeride olduğu sürece ve milli irade AKP istediği sürece, meşru olur anlayışı hakim!
            Sizler iradenizi ortaya koymak; bayramlarınızı sokaklarda kutlamak ve özgürce iradenizi, düşüncelerini ortaya koymak istiyorsanız ve de en önemlisi bunu korkmadan; biber gazı yiyip, darp edilmeden yapmak istiyorsanız bu gidişe bir son demelisiniz. Yoksa önümüzdeki süreçte ne guk demeye ne de gak demeye diliniz varacak; ağzınızdan çıkan sadece AK olacak!


                                                                                                    Gündem Gazetesi 09.05.2013