29 Ağustos 2013 Perşembe

TAYYİP VE ŞÜREKASI KENDİ SONUNU HAZIRLIYOR!





            Suriye'de beklenen sona gelindi! 3 yılı aşkın süredir devam eden iç savaşta batının beslediği "özgürlük savaşçısı" etiketli teröristlerin uğradığı hüsranın ardından onları besleyen, silahlandıran, tedavi eden, istihbarat sağlayan ve daha nice destekler veren devletler kendi işlerini kendileri görmeye karar verdiler!
            Son aylarda Suriye Ordusunun kazandığı başarılar ve ÖSO terör örgütünün verdiği büyük kayıplar ile Büyük Ortadoğu Projesi’nin Suriye ayağında başarısız olan ABD, eşbaşkan AKP hükümeti ve diğer batılı devletler Suriye’ye askeri operasyon düzenleyecekler! Bahane 10 yıl öncekiyle aynı… Diktatörün(!) ülkesindeki kimyasal silahlara el koymak! Geçtiğimiz hafta Şam Kırsalındaki bir yerleşim biriminde sarin gazıyla öldürülen sivillerin faturası direkt Beşar Esad’a kesildi!.. Kimyasalları ÖSO’nun kullandığına dair Rusya’nın uydu görüntülerine,  Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Carla del Ponte’nin “kimyasal sarin gazını muhaliflerin kullandığına dair ellerindeki güçlü delillerin varlığını açıklamasına”, ÖSO’nun elinde sarin ve sinir gazlarının bulunduğuna dair bilirkişi ve istihbarat raporlarınına ve BBC’nin dahi görüntülediği, kimyasal silah üretilen ÖSO laboratuarların varlığına rağmen Esad’ı devirip, Suriye’yi kendi çıkarları doğrultusunda dört parçaya ayırmak isteyen uluslar arası camia “kimyasalı Esad’ın kullandığına emin” ve savaşa kararlı! Sivil itaatsizlik denemesi, 40 milletten toplanan sözde özgürlük askerlerinin başarısızlığı en sonunda ABD’yi BOP’a direkt dahil olmaya zorladı!
            Sahnelenecek olan tiyatro Irak İşgalindekiyle aynı! Kullanılmayan kimyasallara açılan bir savaş sonrasında bombalarla gelecek demokrasi(!), kukla bir liderle sağlanacak özgürlük(!) ve kadınlara tecavüz ile getirilecek eşitlik(!)…  Her ne kadar çeşitli kademeden ABD yetkilileri ve Türkiye(!) dışişleri bakanı Davutoğlu “yapılacak müdahalenin Esad’ı devirme ve rejim değiştirme amacı taşımadığını” söylese de Suriye’nin geçirdiği üç yıllık sürecin tecrübesiyle sabit “müttefik kuvvetler” aynen bunu hedefliyor!
            Ancak durum ABD için Irak’takinden çok daha çetrefilli… Esad devrilirse yerine geçebilecek bir “kukla” yok! Ilımlı İslam Modelinin kısa bir süre önce üzerinin çizilmesi sonucu, El Kaideli ve El Nusracıların yönetime oturması Batıyı endişelendiriyor… Bu yüzden Suriye’ye asker çıkarma seçenekleri konuşulmuyor! Hava saldırıları veya füze saldırıları ile bir müdahale seçeneği üzerinde duruluyor!.. Böylece öncü saldırılar ile lider yaratmak için vakit kazanılmış olacak ve Suriye ordusunun ÖSO’yu ezip geçtiği operasyonlarına ket vurulmuş olacak! Bunların yanı sıra, Suriye’nin elindeki hava savunma sistemleri test edilmiş olacak ve Suriye’nin savunma gücü hakkında en kesin bilgilere ulaşılmış olacak…
            İktidara Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanlığı sıfatıyla getirilmiş Erdoğan ve şürekası Türkiye’yi bir bataklığa hızla sürüklüyor! Büyük Ortadoğu Projesi’nin işlerliği için Mısır, Tunus ve Libya’ya bavullarla para taşıyan, Libya’da yaralanan militanları Türkiye’de tedavi ettiren, politik destek başta olmak üzere medya ve istihbarat desteği ile Mısır’da, Tunus’da, Libya’da gerçekleşen batı güdümündeki kirli darbelerde başrolde oynamış AKP hükümeti görevini en iyi Suriye iç savaşında icra etti! Sıra, Erdoğan ve Davutoğlu’nun kraldan çok kralcı Ortadoğu politikasında “Suriye’ye saldırma” heveslerine geldi!.. Üzerlerindeki iktidar sarhoşluğu ve batı tarafından bahşedilmiş çakma “bölge liderliği” havasıyla bir de savaş kazanmış mücahit olma hevesi içinde olan Tayyip ve şürekasının bu tavrı Türkiye’yi bir felakete sürüklemek üzere!.. ABD’nin Suriye’ye karşı yürütmeyi planladığı temizeller operasyonuna en çok Türkiye destek verecek! Zira Suriye’yi vuracak uçakların İncirlik ve İzmir’deki üslerden havalanacağı ABD kaynaklarınca söyleniyor! Bunun yanı sıra ABD gemilerinin Akdeniz’deki limanlarımızı kullanacağı biliniyor… Hatta, attığı savaş naralarını son günlerde daha sesli bağıran Davutoğlu Türk askerini sıcak bir temastan geri tutacak gibi görünmüyor!..     
ABD, her ne kadar kara savaşına girmeden füze saldırıları ile Suriye’yi vuracak olsa da Türkiye tam bir savaş batağının içine çekiliyor! Türkiye, İran ve Rusya’nın olası bir müdahalesinde savaşın tam ortasında kalıyor ve ABD’ye sağlayacağı lojistik destek sebebiyle stratejik hedefleri bünyesinde barındırıyor! ÖSO terör örgütü militanlarının varlığını sürdürdüğü Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa da Türkiye’yi İran-Suriye-Rusya ittifakına karşı hedef haline getiriyor! Kısaca, Türkiye sıcak bir savaşın merkezinde kalıyor!
            Tüm bunları yaparak iktidarlarını sağlamlaştırdığını zanneden Tayyip ve saz arkadaşları aslında kendi sonlarını hazırlıyor! Ilımlı İslam Modeli’nin çökmesi üzerine Büyük Ortadoğu Projesi de son buldu! Esad düştüğü zaman ne BOP kalacak ne de başkanları… “Ortadoğu’nun dönüşümü” de başka bahara kalacak! Ortadoğu Projesindeki görevi biten ve halihazırda Türkiye’deki “turuncu dönüşümleri” tamamlamış olan Erdoğan’ın ‘misyonu’ da son bulmuş olacak. Kraldan çok kralcı Ortadoğu politikasıyla Esad’ın düşüşünü hızlandıran Tayyip Erdoğan ve şürekasının kendi iktidarlarının sonunu da hazırladığı ortadadır! Ilımlı İslam’ın üzerini Tayyip Erdoğan’la eş zamanlı çizen batının, Erdoğan’ı arşivlerinde Rıza Pehlevi ile aynı yere koyacağına şüphe yoktur…

                                                                                                                    Gündem Gazetesi 30.08.2013 

22 Ağustos 2013 Perşembe

İSLAMİ FAŞİSTLER CUNTAYA KARŞI




            Mısır’da yaşanan askeri müdahale sonrasında geçtiğimiz hafta ülke kana bulandı. Yüzlerce ölüden, binlerce yaralıdan söz ediliyor ancak gerçek ölü ve yaralı sayısı tespit edilemiyor... Geçtiğimiz hafta Mısır’da yaşanan kanlı olaylar Türkiye’de darbe ve demokrasi kavramlarını erozyona uğratıp bilinç şekillendiren iktidar ve onun baskı altına aldığı basın tarafından çarpıtılarak lanse edildi. Çanak yalayıcı basının kopardığı yaygaraya ve baskı altındaki basının verdiği haberlere göre Mursi Ortadoğu’nun gördüğü en demokrat liderdi ve sokağa dökülen Müslüman Kardeşler taraftarları tamamen barışçıl eylemcilerdi!
            Mısır’da Mübarek’in devrilmesinden sonra yapılan ilk seçimde iktidara gelen Mursi gerçekten de söylendiği kadar demokrattı. Kadınlara denize girmeyi yasaklamıştı. Kadınların pazardan salatalık, patlıcan, kabak gibi sebzeleri almasını yasaklamıştı. Kadınların denize girmesini yasaklamış, evlilik yaşını 9’a indirmişti. Erkeklere ‘eşleri öldükten sonra 6 saat içinde cesetle cinsel ilişkiye girme hakkı’ tanımıştı. Bunun gibi çıkardığı yüzlerce talibanvari yasanın yanında “Mursi’nin çıkardığı yasalar emir hükmündedir, bozulmaz.” şeklinde bir genelge yayınladı. Askeri müdahale ile halk iradesine zarar verildi diye Mursi için sokaklara dökülenler, aslında bu genelge ile meclis kararlarının tavsiye niteliğinde kararlara indirgendiğini ve Mursi’nin aldığı kararları yargının da bozamayacağını gayet iyi biliyorlardı. Ama Mursi söylendiği kadar demokrat bir liderdi, çünkü o sandıkla geldi. Amerika’nın empoze ettiği İslamcı demokrasilerde “sanıkla iş başına gelmek” ultra süpersonik ileri demokrasi olmaya yeterdi…
            Askeri müdahalenin ardından demokratik haklarını korumak için (sadece sandığın varlığı demokrasi sayıldığına göre Mursi taraftarlarına da demokrasiyi koruyan halk sayılabilir o halde) sokağa dökülen Müslüman kardeşler, Türk basınında lanse edildiği şekilde “barışçıl eylemci” falan değillerdi! Askeri müdahalenin olduğu daha ilk günden bakanlık binalarına saldırılar düzenliyorlar, ellerindeki silahlar ile yer yer orduyla çatışıyorlardı… Televizyonlarda gördüğümüz Rabiyat’ül Adevviye Meydanındaki gibi sadece davul çalıp Mursi posterlerini ellerinde tutmuyorlardı! Geçtiğimiz hafta Müslüman Kardeşlerin bir aylık kan dökme çabası “Öfke Günü” adı altında düzenlenen gösterilerde sonuç verdi. “Öfke Gününden” önce sosyal medyada yayılan bir bilgiye ve mollaların verdiği vaazlara göre “3 polis veya 3 asker öldüren cennete gidecekti”. Öfke gününü düzenleyen Müslüman Kardeşler meydanlara “kan dökmek” üzere inmişti! Bu, mollalarca verilen vaazlar ve sosyal medyada sürekli paylaşılan “öfke günü” propagandalarıyla çok belliydi! Tek amaç kan dökmek ve kaos çıkarmaktı. Ordunun meydana müdahalede bulunduğu gün Müslüman Kardeşler taraftarlarının ellerinde uzun namlulu ve otomatik silahlar vardı. Meydana çıkan binlerce insanı kalkan olarak kullanıp asker ile çatıştılar!.. Bilanço ağır oldu, yüzlerce insan öldü…
            Müslüman kardeşler “militanları” açıkça polise ve askere saldırmış, içi insan dolu araçlar köprülerden atılmış, polis ve askere saldırılmıştı. Doğal olarak asker ve polis karşılık verdi, Müslüman Kardeşlerin eline geçen mağduriyet edebiyatı kozu şahaneydi…
Müslüman Kardeşler taraftarlarının istekleri de demokrasi ile bağdaşmıyordu. Meydanlara şeriat talebi ile inmişler, kahrolsun demokrasi diyerek “cuntayı” protesto etmişlerdi. Bu komik çelişki nasıl bir kavram kargaşası içinde boğulduklarını da gösterir nitelikteydi.
Türkiye’de de Müslüman Kardeşlerden hiçbir farkı olmayan ve tüm diktatöryal uygulamaları Gezi Parkı olaylarıyla kristalize olan AKP ve onun sempatizanları “Mursi’ye destek” için sokaklara döküldüler… AKP’nin sivil darbesine paravan edilmek üzere yaratılan “askeri darbe paranoyası” ve BOP eşbaşkanı Erdoğan’ın empoze ettiği demokrasiyi sandıktan ibaret gören Amerika’dan ithal ılımlı islam demokrasisi zihniyeti sokaklara indi. Yaşatılan kavram kargaşası ile protesto yapan AKP’li İhvan sempatizanları cunta rejimini protesto ederken “kahrolsun demokrasi, yaşasın hilafet” diye höykürdüler!.. Bunu yaparak dünya tarihine “demokrasiyi lanetleyerek askeri darbe protesto eden cenah” olarak tarihe geçtiler…
Peki, Mısır’da yaşanana askeri darbe denebilir mi? Mursi, bırakın demokrat bir lider olmayı, ölü demokrasinin ırzına geçmiş bir liderdi!.. Mısır’ı bir yılda İslami bir faşizm altına sokmuş, gayri müslimleri İhvan sempatizanları ile sokaklarda eziyete tabi tutmuştu. Çıkardığı yasalar ve elinde topladığı yetkiler ile tam bir İslamcı, faşist diktatördü!.. Bugün Mursi’yi 40 milyon üzerinde Mısırlı iktidarda istemiyor! Mursi’ye karşı ayaklanan halkın hareketi tamamen barışçıl ilkelere dayanan gösterilerdi. Ancak diktatörlerin anladığı dil barışçıl değildir. Bu nedenle “halkın ordusu” Mısır halkının yanında hareket ederek demokrasilerini bir İslamcı faşistten kurtarmıştır! Darbe, demokrat bir lider devrilip yerine cunta rejimi kurulursa olur... Zaten demokrasiyi tasfiye eden ve halkın büyük çoğunluğu tarafından devrilmek istenen birine karşı yapılırsa bu devrim olur. Kısaca, Mısır’da yaşanan, demokrasiyi kurtarmak üzere askerin halkla birlikte bir devrim yapmasıdır! Buna darbe denmez, denemez…
Ancak Türkiye’de “sandık varsa demokrasi var” şeklinde çarpıtılan demokrasi kavramı ve bir sivil darbenin üzerini örtmek için yaratılan kuru bir askeri darbe paranoyası "benim çıkardığım yasalar kanun hükmündedir, bozulamaz" diyen bir adamın sırf 'sandıkla geldiği için' ve demokrasiyi katletmiş olmasına rağmen savunulmasına yol açıyor. İronik ve trajikomik…


                                                                                                         Gündem Gazetesi 22.08.2013

9 Ağustos 2013 Cuma

SİVİL VESAYET ASKERİ VESAYETE(!) KARŞI




         Beş yılı aşkın süredir devam eden Ergenekon davasında sona gelindi. Verilecek kararların ne denli ağır olacağı dava aşamasına geçildiği günden belliydi… Sözde derin devletin mahkum edildiği bu davada derin devletle gerçekten ilişkisi olabilecek sanıkların az ceza alması veya suçları kanıtlanmış olmalarına, sahte delillerle değil elverişli delillerle yargılanmış olmalarına rağmen beraat etmeleri bu tertibin gerçek amacını gözler önüne serdi!
            Birbiriyle ne ideolojik olarak ilişkilendirilebilecek, ne mesleki ne de özel yaşantılarında bir araya gelmemiş ve bir araya gelmesi imkansız insanlar aynı örgütte “aynı ülkü” doğrultusunda operasyonlar yapmıştı iddianameye göre… Bir terör örgütü mevcuttu, hükümeti devirmek için büyük katliamlar da dahil olmak üzere birçok canilikler planlıyordu!  Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Orgeneral İlker Başbuğ, Ahmet Şık, Nedim Şener gibi isimler yapacaktı bunları üstelik!.. Deliller mahkeme ve polisin müthiş işbirliği ile toplanmış, terör örgütünün tüm suç unsurları “elle konulmuş gibi” bulunmuştu… Elektronik deliller ise şahaneydi. Bilgisayar kullanmayı bilmeyen sanıklar internette harikalar yaratmıştı. Uzman askerler, orgeneraller silahları yerin 3 santim altına gömecek kadar saftı! Deliller sahte, birbiriyle çelişir vaziyetteydi ve delillerin tarafsız uzmanlarca teyit edilmesine izin verilmedi. Gizli tanık adı altındaki paralı “ameleler” o kadar acemiydi ki kırdıkları potlar mahkeme salonunda insanları güldürdü… Kimi tecavüzden hüküm giymişti bu gizli tanıkların, kimi torbacıydı kimiyse PKK örgütündendi!.. Şu haham çakması Tuncay Güney de bu dava için özel görevlendirilmişti! Hatta kendisi dava sonuçlanınca şu cümleleri sarf etti; “Ergenekon davası bir projeydi ve bitti! İşkence görmeseydim o konuşmaları yapmazdım, devlet beni kullandı…”  
Olan biten açık… Suçlu suçsuz yüzlerce isim bu torba davada halka darbe paranoyası yayılarak yargılandı!.. Derin devlet yargılanıyor denilerek birkaç JİTEM’ci davaya dahil edildi. Derin devletin yargılandığının iddia olunduğu davada aslında derin devlet müthiş çalışmıştı! Derin devletin yargılandığı davada derin devlet delil üretmede ve kamuoyunu oyalacak psikolojik harpte görev aldı! Asıl derin devlet unsurları bu süreçte psikolojik operasyonları yürütendi! Ergenekon davası, Amerika’nın McCarthy dönemindeki gibi bir korku imparatorluğu kurulmak için kullanıldı, orduyu tasfiye etmek de hesaptaydı… Tuncay Güney’in bahsettiği “proje” buydu!
Ergenekon süreci boyunca AKP muhaliflerine sınırsız bir korku empoze edildi! Yazardan, çizerden tutun da sokakta yürüyen teyze, kahvede oturan amca bile hükümet aleyhinde konuşamaz hale geldi. Gazeteler, gazeteciler susturuldu. Kanıtsız, hukuksuz gazeteci tutuklamaları tutuklananları yazamaz hale getirmek amaçlıydı, dışarıdaki gazetecilere koca bir gözdağıydı! Bu süreçte gazeteler sustu; gazeteciler siyasi skandalları sızdırmak, bilinmeyen gerçekleri kamuoyuna servis etmek, gerçekleri analiz etmek gibi “gazetecilik reflekslerini” kaybetti. Yazarlar yavaş yavaş baskılandı ve susturuldular!.. Medya patronları televizyon kanallarında hükümet aleyhtarlığından korkmaya başladı! Korku ve baskı Başbakanı ve AKP iktidarını sorgulatmıyordu! Sorgulayan darbeci yaftası yiyordu!
Yaratılan darbe paranoyası ile halk askere de düşman edildi. Bugüne değin en güvenilen kurum olan askeriye halkın gözünde küçültüldü. Askeri seven, savunan “darbecidir” paradigması ortaya atıldı. Toplum öyle bir şekillendirildi ki askere yapılan haksızlıkları bile savunmak militarist addedilmeye yeterdi! Bilinç şekillendirmek için iktidar kaşığıyla beslenen gazeteciler ve sözde aydınlar, sanki Türk Ordusu darbe yapmaktan başka işe yaramıyormuş ve bu ülkeye daimi tehditmiş gibi bir algı yaratmaya çalıştı!
Sonuç olarak nasıl halk içinde AKP’ye muhalif olan ve ordunun itibarsızlaştırılmasına karşı çıkanlar “darbeci ve militarist” ilan edildiyse ordu içinde Atatürkçü ve laik kesime büyük baskı yapıldı. Atatürkçü ve laik olup da içeri atılan üst rütbeli komutanlar, ileride içeri atılacaklar için bir gözdağıydı! Atatürkçü, laik ya da diğer deyişle AKP muhalifi olmak asker için büyük bir baskıya, “darbeci” yaftasına sebep oldu. Ordu içinden sayısız mensup istifa etti, kimi de emekliliğini istedi! Bu dava, AKP kaşığıyla beslenen yazarların da katkılarıyla orduyu halk arasında itibarsızlaştırıldı, orduyu AKP’nin istediği şekilde tasfiye etti!
Yaratılan bir askeri darbe paranoyasıydı! İktidar, AKP’nin yarattığı aydınlar ve bazı medya kuruluşları Ergenekon davasını kullanarak, Türkiye’yi paranoya dolu, fişlemeci, baskıcı ve faşist bir döneme soktu. Darbeyi yargılayan bir ülkede fikirler suç sayılmaya başlandı, toplumun bir kesimi susturuldu. Ülkede güçler ayrılığı ilkesi tahrip edildi, atamalar ile yoğun kadrolaşmalar meydana geldi. Her devlet kurumu AKP’leşti, devletin resmi ideolojisi AKP oldu! Basın zaten susturulmuş, Türkiye’nin yaşadığı süreç sorgulanamamış ve yazılamamıştı! Bu süreçte işine son verilen gazetecilerin sayısı darbe dönemlerinden bile fazaydı! Uzun lafın kısası ülkede bir sivil vesayet kuruldu! Yaratılan suni gündem ve bir dava ile “askeri darbe kavramı” sivil bir darbeye paravan oldu! Hem de öyle bir sivil darbe ki bu, tarihimizdeki askeri darbelerden daha baskıcı, daha sert ve onlara rahmet okutacak cinsten!    

                                                                                                                      Gündem Gazetesi 15.08.2013

1 Ağustos 2013 Perşembe

ILIMLI İSLAM PROJESİ ÇÖKTÜ


           

           Yıllardır planlanan ve Ortadoğu’da “bahar” adı altına halka yutturulan ABD’nin “Ilımlı İslam Projesi” çöktü… Ortadoğu’yu komünizmden korumak adına geliştirilip uygulanan ve beklendiğinin aksine “radikal islam” ve Anti-Amerikanizmle sonuçlanan yeşil kuşak projesi gibi “ılımlı islam” modeli de fiyaskoyla bitti… Ilımlı İslam projesinin uygulanmaya çalışıldığı Tunus, Libya ve Mısır’da köktendinciliğin ve Anti-Amerikanizmin önüne geçilemedi. “Demokrasi” kod adlı ılımlı islamın El Kaide ile götürülmeye çalışıldığı Suriye’de, Esad’ın kontrolü dışındaki yerler şimdiden radikal islamın hükmü altına girdi… Suriye planı bu yüzden sekteye uğradı, devam edilmiyor… Ilımlı islamın pençesindeki Türkiye’de ise durum çok daha farklı, Amerika’yı tedirgin edecek bir oluşum söz konusu değil!
            Mısır’da Turuncu Devrimlerin Arap versiyonu sözde “bahar” ile iktidara gelen Mursi, seçilir seçilmez ılımlı İslamcı görüntüsüne veda etti! ABD’ye olan seçim diyetini ödemek yerine hızlıca kadrolaştı! Radikal İslamcı politikalar izledi; çıkardığı yasalar ile ölü eşle cinsel ilişkinin serbest bırakılması, kadınların denize girmesinin yasaklanması, evlilik yaşının 9’a indirilmesi gibi Talibanvari yasalar çıkardı. Amerika desteğiyle gelmiş, ancak taahhüt ettiği özelleştirmelere adım atmamış ve “ılımlı” kalmamıştı. Bu sırada Mursi’nin baskıcı politikaları altında ezilen halk sokağa döküldü! Arap Baharı’nın aksine bu kez halk “bağımsız” bir şekilde sokağa dökülmüştü. Ancak ABD’nin kontrolü dışında gelişen ve “Amerika’ya uygun olmayan bir yönetim modeliyle” sonuçlanma ihtimali bulunan bu halk hareketi “askeri darbe” ile kontrol altına alındı. Başa getirilen yeni hükümet de Amerika’nın oyuncağıydı. ABD zaten kurtulmanın yolunu aradığı Mursi’yi halktan rol çalarak devirmiş oldu
            Sözde Arap Baharı’nın ateşlendiği Tunus’da devrimin ardından sandığa gidilmiş ve sandıktan El Nahda adlı “ılımlı İslamcı” parti çıkmıştı. Parti’nin geçmişi çok ılımlı olmasa da son yıllarda “çok partili demokrasiden” ve serbest seçimlerden yana olduğunu dile getirerek radikal görüntüsünü ılımlı islama kaydırdı ve insanların oylarını aldı… Her fırsatta AKP’yi model aldıklarını dile getirdiler; zaten iktidara geliş süreçlerinde AKP ile aynı masalları halka anlattılar! Yönetim anlayışları “demokrasiyi sandıktan ibaret sanmaktan” öte değildi!.. Kısa süre içinde muhalefet susturuldu, devletin her kademesinde kadrolaşıldı ve “demokratik tiranlık” kuruldu!.. El Nahda “ılımlı islam” maskesini çıkarmış, radikalizme sıkı sıkıya sarılmıştı. Tunus’un durumu Mısır ile aynıydı. Mısır’ın hemen ardından Tunus da ayaklandı! Bardağı taşıran “laik kimlikleriyle” bilinen iki muhalif siyasinin suikasta uğramasıydı. Tunus’daki El Nahda karşıtı ayaklanmalar şiddetini arttırarak devam ediyor. ABD, Mısır’da olduğu gibi “kontrolü kaybetmemek adına” bir askeri darbe de Tunus’da tertipleyebilir. Tunus’da önümüzdeki günlerde yaşanacak olanlar Mısır ile paralel şeylerdir…
            Libya’daki Kaddafi rejimi bir iç savaş ile sona erdi! Dünya kamuoyuna “halk ayaklanması” denilerek pazarlanan ancak ağır silahlı teröristlerin yaptığı bu darbede Amerika ve Büyük Ortadoğu Projesini destekleyen diğer batılı devletler baştan kaybetmişti. Zira daha Kaddafi rejimi düşer düşmez ülke radikal İslamcı bir yönetime girdi, sözde devrim ABD fonları ve NATO desteği ile yapılmış olmasına rağmen hemen Anti-Amerikancı ve batı karşıtı propagandalar başladı. 13 parçaya bölünen Libya’da bazı bölgelerde kısmen ABD ve batı kontrolü olsa da büyük kısım kaybedilmiş vaziyette…
            Suriye’de de Libya ile aynı problem söz konusu. Libya’da olduğu gibi halk ayaklanması gibi lanse edilen ancak eli silahlı El Kaide, El Nursa ve benzer radikal İslamcı terör örgütleriyle sürdürülen Esad’ı devirme operasyonu hüsrana uğradı. Suriye’de de BOP’un baş tacı Ilımlı İslam modeli daha baştan çöktü. El Kaideci ve El Nusracı gruplar ele geçirdikleri yerlerde şeriat kurallarını uyguluyorlar. ABD’nin sonuna kadar desteklediği, para ve silah yardımı yaptığı bu gruplar ABD ve batının istediği ılımlı islam modelinden çok uzak… Bu yüzden Suriye’deki iç çatışmalar uzadı. Aşırı İslamcı gruplara eski yardım batı tarafından yapılmıyor! Şu günlerde ise ABD senatosunda “Suriye’ye girilsin mi, girilmesin mi?”, “aşırı İslamcı grupların kontrolü altındaki bölgede yeni bir sivil itaatsizlik başlatabilir miyiz, yoksa Esad’ı devirmek için askeri operasyon tek çare mi?” konuları tartışılıyor.
“İslamcı olsun, benim olsun” anlayışıyla Amerikan düşünce kuruluşlarınca geliştirilen bu abdestli kapitalizm anlayışı, “Ilımlı İslam” başarısızlığa uğramıştır. Bu model ya Mısır ve Tunus’da olduğu gibi süreç içinde radikalizme kaymıştır ya da Libya ve Suriye’de olduğu gibi baştan çökmüştür! Ilımlı İslam modeli ABD’nin başına her ülkede iş açmış, ya kontrol “bağımsız halk hareketleri ile” kaybedilmek üzereyken ele alınmış ya da baştan . kaybedilmiştir. Bu yüzden Ilımlı İslam devri Ortadoğu’da bitmiştir. Şu an halk “geçiş dönemi” yönetimleri ile oyalanırken yeni modeller aynı eller tarafından biçimlendirilmeye başlanmıştır bile!..
Peki, Ilımlı İslam’ın sona ermesi Türkiye’deki rejimin de düşeceği anlamına gelir mi? Türkiye Ilımlı İslam’a adım attırılan ilk ülkelerden biridir. Hatta, Turuncu Devrimlerden devşirilen BOP’un deneme tahtasıdır! Bu, politik geleneği gereği Türkiye’de ayaklanma ile değil 2002 seçimleri ile yapılmıştır. Türkiye 10 yıllık AKP iktidarının ilk yıllarında Ilımlı İslam’a alıştırılmış, şimdi ise “neredeyse” ılımlı islamla yönetilmektedir. AKP, turuncu devrimlerin gereği –Amerika’nın istediği gibi- liberal ekonomiye geçti. Ülkede her yer özelleştirildi. Orta sınıf neredeyse yok edildi. İstenilen hukuki reformlar gerçekleştirildi! Bunun yanı sıra Türkiye’de Ilımlı İslam’ın radikal islama ve Anti-Amerikancılığa kayma riski azdı. Türkiye’nin laik geçmişi radikal islamı frenliyor, AKP’nin ABD ile “aşırı” yakın ilişkisi Anti-Amerikanizmi de önlüyor!
“Ilımlı İslam’ın” radikalizme kayma riskinin olmaması ve AKP’nin bugüne değin ödevini iyi yapmasının yanı sıra, önümüzdeki süreçte Suriye’ye müdahale edilmesi ve “bölgede yerinden oynayacak diğer taşların şekillendirilmesinde” ABD’nin Türkiye’deki bu iktidara ihtiyacı olacak… Bu yüzden “geçtiğimiz ay Ortadoğu’da yaşandığı gibi Türkiye’de de Ilımlı İslamın fişi çekilir mi bilinmez” ancak Gezi Parkı olaylarıyla dara giren ve dış politikası çöken AKP için bir “taze kan” düşünülebilir. Bu bağlamda Filistin’in, Mısır’ın, Tunus’un sırtını döndüğü; Katar ve Suudi Arabistan’ın uzaklaştığı, kısaca Ortadoğu’daki tüm müttefiklerin kaybedildiği dış politikadan sorumlu olan Davutoğlu’nun yerine başka bir isim gelebilir. Bunun yanı sıra tiranlaşan ve “demokratik bir yönetim olmadığı” gizlenemeyecek kadar ayyuka çıkan AKP’nin başındaki Başbakan Erdoğan da dahil olmak üzere çok sürpriz isimler de revize edilip AKP’de bir “vitrin düzenlemesine” gidilebilir. Gezi Parkından başlayarak “hükümet istifa eylemlerine” dönüşen ayaklanmanın gazı bu şekilde alınmaya çalışılabilir. AKP içinden yeni bir oluşumun çıkartılıp da halkın önüne “sıcak sıcak” servis edilmesi de bir başka olasılıktır. Her ne şekil düzenlemeye gidilirse gidilsin, Türk halkının çekilecek bu tarz bir ayalara temkinli yaklaşması ve zokayı yutmaması çok önemlidir! 


                                                                                                         Gündem Gazetesi 01.08.2013