20 Ocak 2015 Salı

BARBAROS ŞANSAL; Hem modayı bırakıyorum hem de Türkiye’den ayrılıyorum!



Yıldırım Mayruk’un 2023’e Hikayeler defilesi sebebiyle Çanakkale’de bulunan usta modacı, kendi deyimi ile “Terzi Yamağı”  Barbaros Şansal, Gündem Gazetesi Yazarı Ulaş Pehlivan’ın sorularını yanıtladı. Çanakkale hakkında, Türkiye ve Dünya gündemi hakkında birçok görüş ve düşüncesini açık yüreklilikle paylaşan Şansal gelecek planları hakkında da daha önce hiçbir yerde duymadığınız açıklamalarda bulundu. İşte o çarpıcı röportaj;

Ulaş Pehlivan; 2023’e hikayelerin isim babası sizsiniz. Niçin “2023’e hikayeler? 2023’e hikayelerin bize anlatmak istediği nedir?
            Barbaros Şansal; Çünkü, cumhuriyetin 75. yılı idi. O zaman “yorumsuz” dedik biz çünkü hala 10. Yıl Marşı ile 75. yıl kutlanıyordu. Biz de son 25 yılı 50 gösteri yaparak cumhuriyetin 100. yılına tamamlamayı kararlaştırdık. 75. yılda kıpkırmızı bayrak bir podyumda tek hilal ve 75 farklı yıldız kullanıp kurumsal logomuzu, “Yıldırım Mayruk” yazısını, podyumun önüne yapıştırdık ve “hiçbir şey bayraktan üstün değildir” dedik. 2023’e Hikayeler ise çağdaş, alımlı, küresel Türk kadınının formatlarını yenileyen; yineleyen ve o süreçteki siyasi, ekonomik, sosyal, çevresel faktörlerden her birini paketleyip toplumla buluşturan gösteriler zincirini oluşturduk. Çok işler başardı 2023’e Hikayeler. Mesela sosyal medyadaki ağzı bantlı fotoğrafım, kolumda kelepçeli fotoğrafım, Filistin Bayraklı fotoğrafım, bu sene idam urganı ile çıktığım fotoğrafım… Biz Yıldırım Mayruk olarak Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirdiği terzileriz. Maalesef Terzilik Meslek Okullarındaki erkek bölümleri kapatıldı. Sanırım bu iktidar erkeklere de etek giydirmeye çalışıyor ve annelik kariyerini uygun görüyor.

U.P;Kaçak Saray ve çevresindekiler ne giyer? Saray ve çevresinin giyim tarzını nasıl buluyorsunuz?
            B.Ş; Polisyester giyerler, ne giyecekler! Meme altından kalın kemerler, altta pantolonlar, içinde motosiklet kaskı unutulmuş gibi tesettürler… Bilmiyorum, onları kim giydiriyorsa onlar giydiriyor. Bakın, onlar giydiriliyor ve onlara “giydiriyorlar”… Ben dikiyorum, bana “diktiriyorlar”…

-U.P; 16 eski Türk devletini temsil eden askerlerin Aksaray’da Filistin Devlet Başkanını karşılamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve bir modacı olarak bize bu kıyafetleri nasıl değerlendireceksiniz?
            B.Ş; Şimdi ağır da söylemek istemiyorum ama… Ben o fotoğrafı gördüğümde gerçekten photoshop olduğunu düşündüm. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinin resmi üniformalı bir görevlisinin merdivenin arkasında tuvalet bekçisi gibi bırakılması, Türkiye Cumhuriyetinin figürasyona atıldığı ve bir takım şaklabanlığın merdivene dizildiği bir rezalettir. Atatürk Orman Çiftliğini beleşe Beştepe yapmaya çalışanların bir şeyi unutmaması gerekiyor; o görsel dünyanın gözü önünde Oz Büyücüsü ve Alice Harikalar Diyarında masallarını hatırlattı herkese. Özellikle teneke adamın yanında “Aslan Adam” da olması gerekirken, merdivenin ortasında korkuluğu gördük biz. Yani, daha ne diyebilirim ki?

-U.P; Yeni Türkiye sizce nedir?
            B.Ş; Eskisi var mı ki yenisi olsun? Böyle yeni-eski gibi şeyler yok! İyi şey eskimez…

-U.P; Peki, Yeni Türkiye ve yeni aydınları hakkında neler söyleyeceksiniz? Mesela Tuğçe Kazaz ve çıkışları?
            B.Ş; Kuşum Aydın çok daha felsefi geliyor bana Tuğçe Kazaz’ın yanında! Ve bu arada ülkenin geldiği noktada “benim oyum çobanla bir mi” diyen Aysun Kayacı’nın ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anlıyoruz… Hatta, halen kapalı bulunan Atatürk Kültür Merkezindeki bir sergide, Hülya Avşar’ın profesör ressam hocanın yüzüne bakıp “aa bu tablo benim kocamın tuttuğu takımın renklerinde” demesi, Demet Akalın’ın bebeğine “baby shower party” yapılması… İşte bunlar herhalde sizin söylemek istediğiniz. Normal yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük bir bölümü gerçekten şaşkındır bu yaşanan karşısında ama refleksler sağlamdır. Bir laf vardır “çarıklı erkan” diye… Onu hatırlatmak lazım, çünkü unutmasınlar kendilerinin nasıl “çarıklı erkan” olduklarını… Onlar, birçok askerimiz çarığını cephede yediği için, ülkede çarık kalmadığından çarıklı erkan oldular… Ben adamı velevden yırtarım overlok tutmaz! Sinirlendirmesinler beni!

-U.P; Charlie Hebdo saldırısı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
            B.Ş; Düşüncelerim çok açık. Ben düşündüğüm dilde sevişir, düşmanımın dilinde savaşırım diyorum. Tabi ki özgürlükleri sonuna kadar savunuyorum. Orada peygambere hakaret yoktur. Kaldı ki bir ilustrasyonla, bir karikatürle, bir çizimle; sözsüz kalemle anlatımların ve hatta küfürlerin bile suç sayılmasını bu kadar insan dünyada yağmalanırken, öldürülürken, açlığa mahkum edilirken; siyasiler çalarken, rüşvet varken, ayakkabı kutuları varken, İranlıların önüne yatılırken ve bütün bunlar mahkemelerce bir şekilde kapatılırken diğer taraftaki tutum ve davranış Jakobenizm ve Makyavelizmdir. Türkiye Cumhuriyeti bir diktatörlüğe dönüştürülmeye çalışılıyor ama Gepetto Usta’nın diktatörlüğüne…

-U.P; Charlie Hebdo saldırısının ardından Paris’te yapılan Cumhuriyet Yürüyüşüne Davutoğlu’nun katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
            B.Ş; Katıldı değil… Gel dediler, gitti tıpış tıpış. Niye Fas Kralı gitmedi? Bindi uçan halıya, taktı fesini gitti işte… Yine bir “hasta adam tablosu”.

-U.P; Cumhuriyet Gazetesi, Charlie Hebdo’dan dört sayfalık bir seçki yayınladı. Bunun akabinde gazete dağıtım araçlarına polis baskınları düzenlendi ve gazeteye yönelik ciddi tehditler söz konusu oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
            B.Ş; O tehditlerin aynısını biz de alıyoruz. Cumhuriyet Gazetesi de abartmasın! Ben aldım Cumhuriyet Gazetesinin o sayısını… Onlar da az değil ha, ben sana söyleyeyim. Laikçi teyzeler gibiler, mahalle arasında kedilere sosis dağıtıp Atatürk bayraklarıyla sokaklarda gezenlerden… Bunlar da zarar veriyorlar. Evet, aldım ve seçki var ama sıkıyorsa birebir Türkçesini bas! Kapağında Muhammed… Muhammed olup olmadığını ne biliyorsun? Peygamber gelip elini mi koydu, “ben buyum, bunu çizmeyin” diye? Saçma sapan şeylerle uğraşıyoruz! Aldım gazeteyi, kocaman, yarım sayfa Ahmet Hakan reklamı… Kocaman, yarım sayfa CNN reklamı… Eee? Yok, dağıtımımızı polis engelledi… Birgün Gazetesininki niçin engellemedi bütün yolsuzluk belgeleri yayınlanırken? Aydınlık Gazetesinin ki neden engellenmiyor? Gündem niye sokakta? Evrensel, Yeniçağ, Milat, Milli Gazete neler söylüyor iktidara ve niye engellenmiyorlar? Benim anam senin ananı genelevde görmüş muhabbeti yapıyor bu ulusal medya! Ancak Türkiye ne kadar şanslı ki yerel medyası hala güçlü ve sapasağlam. Ama şimdi yerel medyaya el atacaklar, hazırlıklı olun! Bakın, beni her yerde yasakladılar… Halk Tv’de de yasaklıyım, Aydınlık Gazetesi yazılarımı kaldırdı, bütün kanallarda yasaklıyım, Aydın Doğan’da 12 senedir yasaklıyım. Öyle ki gazetelerine bile benim fotoğraflarımı kesip basıyorlar resimleri…

-U.P; Medya Gruplarından yasaklandım dediniz. Bunu iktidar mı organize ediyor yoksa medya patronlarının bireysel tercihi mi?
            B.Ş; Patronları niye yapsın. Patronların hepsinin karısı, kızı, metresi bende dikiş diktirdi, her şeylerini biliyorum! Sermaye meselesi… Ben sermayeye doğdum, reddettim. Ben güce doğdum, reddettim. O şan şöhret dedikleri şey hayatı pahalı yapıyor sadece. Jigolon bile iki katı para istiyor ünlendikçe. Ama ben bir tek şey söylerim; Ben kendim kaldım. Onların da her şeyini bildiğim için “aman bunu yok sayalım, aman bizim için bir şey söylemesin” dediler. E yapmayın söylemeyeyim. Ben yapıyor muyum?

-U.P; Gezi Parkı olaylarının ardından Ağustos 2013’te kaçırıldığınıza dair haberler aldık ve hatta aslında bu kaçırılma olayının doğru olmadığına dair de iddialar söz konusu oldu. Bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizi kaçıranların kim olduğunu biliyor musunuz? Sizden talepleri ne oldu? Bu konuda yasal merciilere başvurdunuz mu?
            B.Ş; Tabi… Hala mahkemesi devam ediyor. O benim darp edilmemle bağlantılı bir olay. Hem kapımın önünde darp edilmemin hem de bu alıkonulmamın hukuki süreci işliyor. Alıkonulmam Takvim Gazetesinin, bu Fatih Tezcan’ın, yaptığı sübliman yayınlar savcılığın kafasını karıştırdı. Önemli değil… Süblimanda bana “suç uydurdu” diyorlar. Ben pavyondan gelme pop yıldızı değilim, kendimi kaçırtıp suç uydurtucam 56 yaşımda… Tamamen söyledim, ifadelerimde de var; darp etmediler, gasp etmediler, taciz etmediler, hakaret etmediler. Sadece telefonumu aldılar o kadar. Onun dışında 13 saate yakın beraber zaman geçirdik. Bu üç kişinin bana anlattıkları benim hangi gün, hangi sefer sayılı uçakla gelip, havalimanında kaç numaralı kontuardan pasaportla giriş yaptığıma kadar şeylerdi. E kim oldukları da belli zaten bu bilgilere sahip insanların. Şubat ayının sonunda bir duruşması daha var. Bir olay yeri inceleme daha istedik. Hakim Bey de kabul etti. Savcı Bey zaten “artık bu davayı kapatalım, komik olmaya başladı” dedi. Ama Ankara beni seviyor işte, savcılar hakimler seviyor da bırakmıyor… Şimdi bekle, ben zaten Şubat’ın 26’sında Cenevre’ye, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğine gidiyorum. Bu davalara müdahil olmasını istiyoruz Birleşmiş Milletlerin. Ben bunlara bir haddini bildireyim…

-U.P; İstanbul son yıllarda ranta ciddi ölçüde kurban gidiyor ve ranta karşı direnişlerin başında da sizi görüyoruz. Çanakkale’ye de belli aralıklarla gelip gidiyorsunuz. Çanakkale’de de aynı rant savaşını, aynı betonlaşmayı gözlemliyor musunuz?        
            B.Ş; Çanakkale’nin de hali öyle… Bakınız Çimenlik Kalesi, Hamidiye tabyaları, daha yeni gördüm çimentolarla sıvanıyor. Çimenlik Kalesini vermişler İl Özel İdaresine, etrafı beton duvarlarla kapatılmış… Buraya bir ucube saray da yapmışlar “İl Özel İdaresi Sarayı” diye. E-5’e düşmüş saray…

-U.P; Haziran Direnişi yeniden sokağa çıkma kararı aldı. Sizce bir Gezi Parkı daha olacak mı?
            B.Ş; Hayır, yeniden bir Gezi Parkı falan yok! Yenisi, eskisi yok. Gezi bir tane… O bizim göz bebeğimiz. O çok iş başardı, kimse farkında değil! Daha travmaları devam ediyor. Tamam, hepimiz bir yana dağıldık. İşimizi, gelirimizi, popülaritemizi kaybettik. Mesleğimi bırakıyorum ben bunların yüzünden!

-U.P; Barbaros Bey, Gezi Parkı bitti ama çok şey kazandık dediniz? Gezi Parkı’nın kazanımlarından bahseder misiniz?
            B.Ş; Mesela, Gezi Parkı’nın bana göre en önemli kazanımı “komünü” tekrar hatırlattı bizlere. Biz komünü yaşadık orada. Yani para geçmedi, taciz ve tecavüz olmadı, kavga olmadı. Çok iyi bir imece idi. İmeceyi hatırladık. İkincisi, mesela ben orada paramedik olarak da görev aldım. Böyle bir halk hareketinde Kızılay neredeydi çok merak ediyorum doğrusu. Orada biz üstlendik ilkyardımı… Halkın kendi kendine yetebileceğini gösterdi. Bir de tüm siyasi partilerin, yani MHP, AKP, CHP, İP, TKP ve aklınıza gelen hepsinin aslında aynı börek tepsisinin başında nasıl oturduğunu gösterdi halka. Meclisteki 550 kişinin, içlerinden bir ikisini tenzih ediyorum tabi ki, işlevsizliğini gördük. Toplasan 10 tane var AKP’nin içinden, CHP ve MHP’nin içinden Türkiye Cumhuriyetine yakışan parlamenter… 550’den 10 tane çıkar, diğer 540’ı pavyon türkücüsü gibi saçını boyamış, çoluğuna çocuğuna bir liradan bonfile yediriyor, uçak biletleri bedava bir de VIP’ten uçuyor, ofis ve sekreter emrinde… Ne yapıyor? El kaldırıyor, el indiriyor!

-U.P; Öyleyse mecliste en çok hangi millet vekillerini beğeniyorsunuz?
            B.Ş; Ben Melda Onur’u çok seviyorum tabi ki… Şafak Pavey’i gençliğinden beri tanırım ve çok beğeniyorum. Aykut Erdoğdu çok değerli, tüm eleştirilere rağmen Sezgin Tanrıkulu sonra Mahmut Tanal, Hüseyin Aygün… Bir sürü var; her partiden var. HDP’den de var, gerçekten söylemleriyle, yaptıklarıyla üreten, barışı ve huzuru telaffuz eden insanlar... Gerisini tanımıyorum zaten, tanımak da istemiyorum. Ben yedi yaşımda Mevhibe İnönü’nün Fotokaraca’da düğmelerini dikerek mesleğe başladım. Özal, Mesut Yılmaz, Çiller, Erbakan, Sezer, Hayati Yazıcı’nın eşi hepsiyle de çalıştım. Ben Gül ve Erdoğan’la çalışmadım… Kısmet olmadı. Zaten mesleği bıraktığım için de kısmet olmayacak!

-U.P; Mesleğinizi bırakmaya mı karar verdiniz?
            B.Ş; Tabi, tabi… Biz ustam Yıldırım Mayruk ile karar verdik. Mesleği bırakıyoruz. Ayrıca Türkiye’den de ayrılıyoruz.

-U.P; Türkiye’den de ayrılıyorum diyorsunuz. Bu kararınızda etkili olan faktörler nelerdir?
            B.Ş; Özgürlük! Ayriyeten hayatımda devrim yapmak istiyorum. Ustam çalıştı, 50 yıldır da bir numara Yıldırım Bey. Yeter, zaten ihtiyaç da yok. Benim de öyle… Emekliliğimi istedim SGK’dan. Bu ayın sonunda emekli oluyorum. Bize zaten ihtiyaç da yok. Türkiye giyinmiyor! Türkiye ya ekranlarda, jürilerde, orada burada kıçını başını açıyor ya da protokolde sarıp sarmalanıp mumya gibi yürüyor!

-U.P; Yani modayı bıraktığınız gibi Türkiye’den de ayrılıyorsunuz…
            B.Ş; Evet, hem modayı bırakıyorum hem de Türkiye’den ayrılıyorum! Başka bir işim var şimdi.

-U.P; Yeni mesleğinizi öğrenebilir miyiz Barbaros Bey?
            B.Ş; Hayır, öğrenemezsiniz! Türkiye’ye sürpriz… Nazar değiyor sonra, büyücü üfürükçü dolaştırma beni… 

-U.P; Cumhurbaşkanı Erdoğan son günlerde dünyada en fazla basın özgürlüğünün Türkiye’de olduğunu söylüyor. Erdoğan’ın bu iddiası hakkında ne düşünüyorsunuz?
            B.Ş; Sulh Ceza Mahkemelerindeki, Sulh Hukuk Mahkemelerindeki Cumhurbaşkanımızın benimle olan davalarına göz atmak gerekiyor bu durumda. Faili meçhul darbıma, halen davası süren alıkonulmama bakmak lazım… Yalnız ben sadece bir konuda kendisine çok müteşekkirim; ülkücüleri bile gazlarken, Kürtleri silahlarken, Türkleri Balyoz ve Ergenekon’dan içeri atarken; her yere topyekun savaş açmışken, Taksim’i, Gezi Parkı’nı iyi bildiğini de televizyonda milyonlara deklare etmiş bir Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’a şundan teşekkür ediyorum; Bizim İstanbul’da, Haziran ayının son Pazar günleri gerçekleştirdiğimiz Büyük Eşcinsel Yürüyüşüne sonuna kadar destek veriyorlar, hiçbir şekilde polis kardeşler bizi ellemiyor. Hatta “Eşcinsel Bayrakları” kazara kasklarına değer de eşcinsellik bulaştırırız diye korkuyorlar… Yani bu konuda müteşekkirim Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a. Türkiye’nin eşcinsel yürüyüşlerinde polisi müdahale ettirmiyor. Bundan daha büyük bir özgürlük olabilir mi?
-U.P; İdeolojisi bilinen AKP’nin polisinin Büyük Eşcinsel Yürüyüşüne müdahale etmemesi iktidar partisi için samimi bir hareket mi? Bir sonrakinde de etmeyecekleri anlamına gelir mi?
            B.Ş; Çok samimi… En azından şu bakımdan samimi; İngiliz Büyükelçiliği Galatasaray’da Gökkuşağı Bayrağı ( Eşcinselleri temsil eden bayrak) çekerken, Türk vatandaşı ile şu an yeni eşcinsel evlilik yapmış olan İstanbul Amerikan Başkonsolosu bu yürüyüşe katılacağını açıklarken devlet protokolü erkekliğini bir kez daha gözden geçirmek zorunda kalıyor. Ne kadar delikanlı olduklarını görüyoruz biz. Led ışıklı onlar. Led Işık delikanlıları… 

-U.P; Türkiye’de cinsel yönelim hakkının anayasa sokulması için ne gibi çalışmalar yapılması gerek?
            B.Ş; Var anayasada. Bence bir sıkıntısı yok! Eşcinsellik yasak değil Türkiye’de… Anayasaya göre devlet tüm vatandaşlarına eşit mesafede. Uygulamada sıkıntı var… E bir de gelenekler, tabular var. Toplumsal travmalar yani... Bu ülkede ezan okumuş, tesettüre girmiş bir Bülent Ersoy var ekranda… Daha özgür ne olabilir dünyada yani. Bir Müslüman ülkede daha özgür ne olabilir? Bak sormuştun, Cumhurbaşkanının basın özgürlüğü var demesini, örneğini de bunu veriyorum; Bülent Ersoy’un o basında ezan okuması, tesettüre girmesi ve evlenebilmesidir.

-U.P; Sizce Türkiye’de eşcinsel evlilik ne zaman?
            B.Ş; Var ki! Ramazan evlendi Amerikan Başkonsolosuyla… Bak, protokolde John ve eşi diye davetiye gittiği zaman Ramazan ve John el ele Ankara gidiyor. Protokol masasında da “dike dike” oturuyor!

-U.P; Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarına ne zaman tanınacak bu hak? Onu soruyorum…
            B.Ş; Ohooo… Evlilik, adaptasyon kontratlı evlilik… Bunlar süreç. Onlar hemen yarın olacak işler değil. Ama ben tabi çok yakın bir tarihte, seçim üstü AKP’nin “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz”, “Yaşasın Eşcinsel Evlilik” diye sokaklara çıkıp oy dileneceğini hayal edebiliyorum. Ama eşcinsel evliliğe vakit var. Toplumun gelenekleri, görenekleri falan… Bozulmuş şeylerin düzeltilmesi zordur. Bu topraklarda hiçbir zaman eşcinsel ilişki tabu olmadı. Bu topraklarda Helen Uygarlığında, Roma Uygarlığında, Sümerlerde ve hatta Osmanlı’da dahi eşcinsellik tabu değildi. Osmanlıda da Deyyuslar, Pezevenkler, İçoğlanları, Harem Ağaları, Muhallebi Oğlanları, zenneler vardı. Bu terimler yasal terimlerdi. Zennelerin falan meslek örgütleri dahi vardı Osmanlıda. Bir tane padişah hamamda oğlan peşinde koşarken düştü de öldü. İşte ecdadları… 

-U.P; Bülent Arınç’ın HDP’nin eşcinsel seçmen tabanına yönelik söylemlerini nasıl buldunuz?
            B.Ş; Çok güldüm ben ona. Nereden biliyorlarmış? Tek tek denemişler mi?

-U.P; Çözüm süreci hakkındaki fikirleriniz nelerdir?
            B.Ş;  Çözüm yok, o ayrı bir şey. Özüm var bu işte! Zaten adı baştan yanlış… Açılım değil “katılım” olması lazım onun adının. Bu konudaki görüşlerimi, siyasi ideallerimi herkes bilir. Tartışmaya gerek yok. Bir röportajımda “beni kızdırmayın, Demirtaş’a oy veririm” dedim. Daha sonra ortalık ayağa kalktı, “Demirtaş’a Verecek” diye manşetler attılar. Şimdi, Bülent Arınç da benim Demirtaş’a “vermem” fiilinden HDP’nin seçmen tabanının oranlarını söylüyor. Aslında bana gönderme yapıyor ama Bülent Arınç’a hatırlatırım bana bulaşmak Manisa’da şerefeden halka mesir macunu atmaya benzemez!

-U.P; Muhalefet partileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Muhalefeti yeterli buluyor musunuz?
            B.Ş; Muhalefet yok ki… Muhalefet varsa Taksim’in köşesine yapılan Şan Müzikholü kimin sormak lazım? Maksim’in yerine yapılan o ucube kimin? Bunlar hangi siyasi partinin sermayesine hizmet ediyorlar? Bu, Taksim Meydan’ındaki iki AVM’nin sahiplerine bir bakın, muhalefetin ne olduğunu görürsünüz. Bütün bağırtım ondan zaten… İktidar da yok muhalefet de yok bu ülkede!

-U.P; Peki, yeni muhalefet arayışları? Mesela Andolu Partisi kuruldu. Onları nasıl buluyorsunuz?
            B.Ş; Emine Hanım ve Ertürk Bey çok başarılılar tabi… Ama hani bir moda var ya burada “Türkiye’nin bilmemnesi” diye…  Hani Türkiye’nin Madonnası falan. Bunlar da Türkiye’nin Marie Le Pen’i…
           
-U.P; AKP’yi CHP’yi MHP’yi HDP’yi üçer kelime ile tanımlayacak olsanız hangi kelimeleri kullanırdınız?
            B.Ş; Biri tafra, biri safra, biri kofra, biri de pasta…

-U.P; Tayyip Erdoğan ve Cemaat arasındaki gerilimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
            B.Ş; Benim annem senin anneni genelevde görmüş…

-U.P; 10 yıl süreyle sürgünde yaşadım diyorsunuz. Hangi sebeple ve nerede yaşadınız? Bu süre içinde ne işlerle meşgul oldunuz?
            B.Ş; İşte, 80li yıllar yahu… Bu Dev-Sol falan… 7 Ekim 1980’de ayrıldım Türkiye’den. Balkan Havayolları ile Sofya’dan Londra’ya gittim. 4 yılımı Londra’da geçirdim, 3 yılımı İsviçre’de geçirdim, 4 yılım da Fransa ve Almanya’da geçti, 9 yıl sonra döndüm ben Türkiye’ye… Bu sürede okudum, çalıştım, evlendim, çocuk sahibi oldum, kariyer yaptım, her şeyi yaptım. Boş durmam ki ben.          

-U.P; 2007’de yayımlanan “3. Sınıf Hamur Kağıda Matbaa Mürekkebi Hayatlar” kitabınız beğeni toplamıştı. İnsanlar sizden bir kitap daha beklerken gerisi gelmedi. Yeni kitap çalışmalarınız var mı?
            B.Ş; Var, olmaz mı? Hazır, Prova Odası diye… Prova Odası’nı yayınlayacağım. Prova Odası çok güzel, okunabilir bir kitap. Öbürü modern bir kurguydu, Türkiye onu anlamadı aslında. Zaten Migros satmama kararı aldı, Doğan Grubu iade etti. Prova Odası çok güzel bir hikaye, büyük ihtimalle sahneleyeceğiz de onu tiyatro sahnesinde… Ancak ben Prova Odasını önce Türkçe mi yoksa İngilizce mi yayınlayacağıma karar vermedim. Londra’da İngilizce bastırıp oradaki reaksiyona göre sonra da Türkçe bastırabilirim. Çünkü, Prova Odası birilerine “batacak”! Onun dışında Yıldırım Bey’in biyografini hazırladım.  İşte benim emeklilikte vakit ayıracağım şey üretmek. Başka kültür-sanat projelerim de var. Bu süreçte topluma daha fazla eğitim, sosyal, arşiv, kütüphane… Bunları vereceğiz halka. İşsiz değiliz yani, paramız pulumuz da var.

-U.P; Kazdağları’nda doğayı katletme ve halk sağlığını tehlikeye atma pahasına devam etmekte olan madencilik faaliyetleri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
            B.Ş; Sadece madencilik değil ki… Asıl büyük tehlike şimdi şarapçılık. Bütün zeytinleri söküyorlar, toprakları kaldırıyorlar ve şarapçılığa başlıyorlar. Ayriyeten Kazdağları’nda şişmekte bir volkan bacası tespit edildi. Kazdağları patlayacak. Yani orası nasılsa havaya uçacak Santorini gibi ama konu bu değil. Oradaki yağma, katliam çok feci… Biliyorsunuz bu sadece Kazdağlarında değil, her yerde var. Gezi Parkı, Soma, Yırca, Anadolu’daki HES direnişleri… Bunların hepsi bir referanstır. Ama Çanakkale ve Balıkesir gerçekten içinde yaşadığı insanların sahip çıkmadığı, her şeye göz yumduğu şehirler haline gelmiş. Üstelik Çanakkale sosyal demokrat bir şehirdir, gerici-yobaz değildir. Sahip çıkmıyorsunuz! Kazdağlarında “altın-siyanür”… Eee sen burada oturuyorsun, orada değilsin, dur demiyorsun! Biz öyle girdik 27 Mayıs gecesi Gezi Parkı’na. Bana sabah telefon geldi, üzerimdekilerle çıktım parka koşturuyorum. Sabah ayazı da soğuk olur diye üzerime bir hırka attım. Koşarken ayağıma bir şey dolanıyor. Döndüm bir baktım üzerime bordo bir bornoz giymişim. İşte biz böyle kurtardık Gezi Parkı’nı. Siz de gidin kurtarın kardeşim!

-U.P; Ve son olarak bir valinin Çanakkale Deniz Zaferinin yüzüncü yılı kutlamaları dolayısıyla Mustafa Erdoğan’la yüksek bir miktar paraya antlaştığını iddia ettiniz. Hatta, Sertap Erener’in de bu anmalardan iş koparmaya çalıştığını iddia ettiniz. Bu konuda bildiklerinizi paylaşır mısınız?
            B.Ş; Ben söyleyeceğimi söyledim, bak sen de soruyorsun. Hatta geçen gün gördüm bir Çanakkale gazetesinde Mustafa Erdoğan ve Çanakkale Valisinin projeksiyon makinesi önünde fotoğrafları var. Şimdi ihaleyi bana bırakmaya çalışmasınlar. Çanakkale’de yaptığım bu gösteride de 100. yıl ajansının veya Valiliğin bir kuruş desteği yok. Gösteriyi engellemedi ama vali, yasaklayabilirdi. Teşekkür ediyorum. Nasıl biz Bakü’ye giderken Ankara’dan gelen telefon ile gitmemiz engellendi. Aynı şekilde burada da “beyaz makam arabası olan AK Vali” beni yasaklatabilirdi. 
                               
                                                                                                                   Gündem  Gazetesi, 20.01.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder