29 Mayıs 2014 Perşembe

BÖLÜNMÜŞ TÜRKİYE’NİN FOTOĞRAFI




          Bir lider düşünün ki milletinin sırtına binmiş onu felakete hızla sürüklüyor. Sırf, Sümeyye hiçbir vasfa sahip olmamasına rağmen on binlerce lira aylık maaşını cebine indirebilsin diye; Burak İngiltere’de burslu okusun, İsviçreli sevgili yapsın, çocuk sahibi olmasına rağmen askerlikten yırtmak için “testis kanseri” raporu alabilsin diye; Bilal ÖSS’de gülünç bir puan yapmasına rağmen Harvard üniversitesinde burslu okuyabilsin, vakıf görünümündeki rant yuvasında “sıfırlayamayacak” kadar parayı cebe indirsin diye; Emine başını on binlerce dolarlık kumaşlarla örtebilsin, hastanelere, AVM’lere, organizasyon şirketlerine, Residancelara sahip olabilsin diye ülke parça parça ayrılıyor, halk ayrışıyor; tehlikeli bir balon şişiyor!
            Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Almanya ziyareti bu acı tabloyu gözler önüne serdi. Türkiye’den yeterince örnek yok mu halkın ayrıştığını anlayabilmek için? Fazlasıyla var! Ancak, Başbakan Erdoğan’ın Almanya ziyareti insanlar arasındaki ayrışmanın ve karşılıklı kinlenmenin ne derece tehlikeli boyutlara ulaştığını gösterdi. Dünya’nın neresine gidilirse gidilsin halkın kendi içinde ideolojik temelli olarak kutuplaştığını gösterdi.
            Almanya’nın Köln kentinde iki miting vardı o gün. Biri Başbakan Erdoğan’a destek, diğeri ise Başbakan Erdoğan’a protesto. Başbakan Erdoğan’a destek mitingine yaklaşık 15 bin kişi katılmıştı. Bu mitingden nefret yükseliyordu. Gerek Gezi Parkı olayları için, gerek Eylül ayaklanması için, gerek yolsuzluk ve rüşvet operasyonu gerek Soma Faciası için… Erdoğan’ı protesto edenler ise 70 bin idi. Herhalde Başbakanı protesto etmek bir tek Köln’de mümkün olmuştu. Zira, dünya üzerinde Başbakan Erdoğan’ın protesto edilip de insanlara polis müdahalesinin gerçekleşmediği, kimsenin yaralanıp ölmediği tek protesto Almanya’nın Köln kentinde gerçekleşti ve “tarihe geçti”.
            Bu tablo çok tehlikelidir değerli okurlar! Bir tarafta değerleri bastırılmış, konuşma hürriyetleri ellerinden alınmış, eşi görülmemiş derecede baskılanmış, milli değerlerine her gün hakaret edilen ve milli değerleri değiştirilmeye çalışılan bir toplum kesimi var. Haklı olarak protesto ediyorlar. Protestoların her biri “hükümeti devirme girişimi” olarak yaftalanıp müdahaleye uğruyor, susturulmaya çalışıyor. Sandık şaibeleri ile bu kesimin iradesine ket vuruluyor. Tepkileri susturulmaya çalışılıyor. Diğer yanda cumhuriyet tarihi boyunca iktidara gelememiş bir kesimin tarihle hesaplaşması, yıllardır süregelen ezilmişliğin(!) acısını diğer toplum kesimi üzerinden çıkarmanın dayanılmaz hafifliği var. Bu kesimin “hassaslaştırılmış” noktaları var. Bu kesimin üzerine binerek iktidarının bekasını sağlama aldığını zanneden liderin “hassaslaştırılan” noktalar ile kin ve nefrete sürüklediği ve çok kolay yönetebildiği bir kalabalık var.
            Türkiye’nin son bir yılına baktığımızda, bastırılmış ve değerleri ayaklar altına alınmış toplum kesiminin haklı başkaldırısı “Gezi Parkı İsyanı” hükümetin adeta halka “savaş” ilanıdır. Hükümetin tüm diktatöryal uygulamaları gerek adli gerek emniyet güçleriyle birlikte ve medya üzerinde uygulanan yoğun baskıyla topyekün kristalize olmuştur. Gezi Parkı’nda yaşanan ölümler cezasız kalmış ve cezasız kalmaya devam etmektedir. Anayasa’nın kendilerine tanıdığı hak ile sokağa çıkan vatandaşlar ise “terör” suçu ile yargılanmaktadır. 12 yıllık birikintinin eseri dediğimiz Gezi Parkı “halk üzerinde yeni bir tortu, yeni bir birikinti” bırakmıştır. Gezi Parkı olaylarının ardından gelen alkol satışına getirilen kısıtlamalar, Ahmet Atakan’ın ölümü, internet sansürü, kızlı-erkekli evleri ayırma girişimi, yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, ortaya saçılan tapeler, Berkin Elvan’ın ölümü, Soma’daki maden faciası ve daha geçtiğimiz gün Okmeydan’ında başından “gerçek mermi” ile vurulan Uğur Kurt halkın sabrını taşırmaya devam etmiştir.
            Öte yandan diğer halk kesimi, kendilerinin üzerine binen liderin ve ona yalakalık yapan sözde aydınların hipnozu altında yoğun kin ve nefrete boğulmaktadırlar. İlk kez iktidara gelebilmiş ve ülkedeki tüm toplum kesimlerinin yaşam tarzlarına tecavüze, yaşamların yitip gitmesine “intikam refleksiyle” alkış tutan ve Başbakan’ın deyişiyle “kinini diri tutan” bu kesimin yumuşak karnıyla, hassas noktalarıyla oynanıyor. Ülkesinin geleceğini düşünmeyen, kendi iktidarının ve saltanatının bekasını düşünen her diktatör gibi Erdoğan da iç savaş çıkması pahasına kendi kesimini yaşanan olaylar üzerinden “hassas noktalardan” vuruyor. Gezi Parkı için darbe girişimi dendi. Yıllardır “bizi darbeler ezdi, bizim kesimin önü kesildi” şeklinde kendilerine telkinde bulunulan toplum kesimi rahatsız oluyor. Eylül ayaklanması, Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu da aynı sav ile savuşturuldu. Üstelik buna bir de İsrail Oyunu süsü verildi. Dış mihrakların bile kendilerine karşı olduğunu düşünen ve komplo teorilerine de çok fazla prim veren bu kesim daha da rahatsız oldu. Üretilen darbe, dış mihrak, faiz lobisi gibi söylemler bu kesimi bir arada tutmaya yararken toplum AKP’li olan ve olmayan olarak kutuplaştı. Toplumu kin ve nefret duyguları ile birbirinden ayırdı. Berkin Elvan’ın ölümü üzerine bile “fiş kasıtlı çekildi, bu darbe girişimiydi” dendi. İki kutup da gerildi. Soma faciası dahi darbe girişimi olarak adlandırıldı, AKPli kesimin yumuşak karnı okşandı, bu kesim üzerinde biraz daha gerginlik yaratıldı.
            Değerli okurlar, tablo vahim. İki kutba ayrıştırılan Türkiye barut fıçısı gibi! Bir yanda tüm hak, hukuk, adalet olgularına kapatılmış, konuşma hakları ellerinden alınmış, tepki göstermeleri yasaklanmış bir toplum kesimi var. Değerleri bir bir ayaklar altına alınarak tüm özgürlükleri yok ediliyor. Gerginlikleri biriktikçe birikiyor, patlama noktasına yaklaşıyor. Diğer yanda yumuşak karınlarına basılan, paranoya yaratılarak iktidarlarının bekası için gerilen bir halk kitlesi var. Erdoğan’ın güvendiği, iktidarını kinlerine ve nefretlerine emanet ettiği ve bu uğurda ülkede istediği gibi at koşturmasına kapıları aralayan bu halk kesimi de çok gergin. AKP kurucularından ve Maliye eski bakanı Abdüllatif Şener’in uyardığı gibi “Başbakan Erdoğan iktidarda kalmak pahasına iç savaşı göze alır” sözü girdiğimiz süreçte doğruluğunu gösteriyor. Her şey bir kıvılcıma bakıyor…

                                                                                                                   Gündem Gazetesi 29.05.2014

15 Mayıs 2014 Perşembe

ÖLÜM KÖMÜRDEN KARA, SORUMLULAR “BAKARA-MAKARA”





Geçtiğimiz Salı günü Türkiye’de “yine” bir facia yaşandı! Felaketin boyutları Türkiye’de insan yaşamının ne kadar ucuz olduğunu bir kez daha gösterdi. Ben bu yazıyı kaleme alırken 275. can yaşamını yitirdi, maden ocağında ise halen 100’ün üzerinde işçi bulunduğu belirtiliyor!
            Manisa’nın Soma ilçesinde meydana gelen maden faciası maden ocağındaki ihmali gözler önüne serdi, madende yaşananın bir kaza değil aksine bir cinayet olduğu gün gibi ortada. Maden hakkında daha önce CHP’nin verdiği bir soru önergesi mevcut. Ayrıca, söz konusu maden de olmak üzere Türkiye’deki tüm maden ocaklarını kapsayan ve işçi güvenliği konusunda ciddi uyarılar taşıyan bir rapor da hazırlanmış. Ancak bunların hepsi AKP hükümetince kulak arkası edilmiş… Kısaca facia geliyorum demiş!
            Başbakan Erdoğan kameralar karşısına geçip resmen halk ile dalga geçti, yaşamını yitiren madencilerin kemiklerini sızlattı! Yaptığı açıklamada olayın “Allah’ın takdiri” olduğunu ima etti, yaşanan cinayete “kader” dedi! Yaşanan kader mader değildir. Yaşanan katliam %100 AKP hükümetinin sorumluluğu altındadır! Her fırsatta "Türkiye muz Cumhuriyeti değil abi" diyen AKP zihniyetinin kurucularının sakladığı, onlara biat eden cahil seçmenin de unuttuğu bir şey var ki devlet işçi güvenliğini sağlamak durumundadır. Özellikle konu madenler, tersaneler, fabrikalar vb. çalışma alanları ise işçi hakları ve güvenlikleri yönetmelikler ile korunur. Devlet bu madenleri, tersaneleri, fabrikaları sıklıkla denetler. Buna mecburdur. Ancak dost şirketlere çekilen peşkeşler ( AKP’nin seçim propagandası olarak dağıttığı kömürler facianın yaşandığı maden ocağından çıkıyordu)  ile bu denetimlerde görülen aksaklıklar devlet tarafından görmezden gelinebilir. Yönetmelikte belirtilen standartlar dost madencilik şirketlerinin maliyetleri az olsun diye hiçe sayılabilir ve buna bizzat devlet tarafından göz yumulur! Manisa-Soma'da yaşanan da budur! Devlet, işçi güvenliğini hiçe sayarak madeni denetlerken çoğu şeye göz yummuş ve yaşanan bu faciaya davetiye çıkarmıştır. 13 kadrolu iş güvenlik elemanı hiçbir işe yaramamış ve devletin “iş güvenlik elemanları” madende 15 yaşındaki bir çocuğun çalışmasına bile göz yummuştur. AKP’li yetkililer madenin çok iyi denetlendiğini iddia etmelerine rağmen bu denli büyük ölümle sonuçlanan facianın “iyi denetlendiyse neden gerçekleşti” sorusunu yanıtlayamamaktadırlar! Kusur % 100 AKP hükümetinindir! Bu gayet açık ve net bir biçimde ortadadır.
            Kendi ihmalini gayet iyi bilen ve bunu gizlemeye çalışan AKP iktidarı, skandalı saklamak için yine eşi görülmemiş bir medya karartması uygulamaktadır. Şahsen ben, Soma’dan son dakika haberlerini daha kalifiye bir biçimde ve Türk ajanslarından saatler önce CNN International, BBC ve Haaretz gibi yabancı basın kaynaklarından alabildim. Yaşanan bu kıyımı örtmek için Başbakan sadece medyanın da üzerine gitmedi, AKP muhaliflerini de tehdit etti! Tayyip Erdoğan, muhalif grupları “yaşanan faciayı siyasi propaganda aracı olarak kullanmamaları” yönünde kabadayı kabadayı uyardı. Daha açık bir ifadeyle “ihmal sahiplerinin üzerine gidilmemesini ve ihmale sebep olan yetkililerin suçlanıp yıpratılmamaları gerektiğini” buyur etti. Üstüne üstlük tüm bu yaşananların sorumlusu Başbakan olmak üzere ilgili bakanlar Enerji Bakanı ve Çalışma Bakanı pişkin pişkin istifa etmeyeceklerini açıkladı! Çöken AVM çatısında “denetim eksikliği” olduğu için ve kendinin de sorumluluğu olduğundan dolayı istifa eden Başbakanların olduğu bir dünyada, Tayyip Erdoğan gibi bir başbakanın ve pişkinlikte onunla yarışan bakanların olması içler acısı…
            275 kişinin canına mal olan bu cinayetin sorumluları koltuklarında oturmaya devam edecek, dün ve önceki gün olduğu gibi sesini yükseltene TOMA, biber gazı ile müdahale edip ahlaksızca tepkinizi sandıkta gösterin diyecekler! Daha sonra da seçim sandıklarını ( 30 Martta bariz bir şekilde gördüğümüz gibi) çalıp gidecekler. Yetmezmiş gibi “kanlı kömürlerini” seçim propagandası olarak dağıtmaya da devam edecekler… Soma’da yaşamını yitiren işçilerin ölümü kömürden kara, gözyaşlarımız AKPlilerin vicdanından kara, ancak facianın sorumluları “lay lay lom”; onlar Bakara-Makara…

                                                                                                               Gündem Gazetesi, 16 Mayıs 2014
           

FEZLEKE




            Geçtiğimiz pazartesi günü mecliste ismi yolsuzluğa karışan 4 bakanın fezleke görüşmeleri yapıldı. Adı yolsuzluk ve rüşvete karışan 4 bakan savunmalarını yaptı.
            Fezleke görüşmelerine paralel yapı, darbe girişimi suçlamaları damgasını vururken, AKP kendisiyle özdeşleşen din istismarını yapmayı da unutmadı. Bakanlar, din, iman ve türban üzerinden hırsızlıklarını AKlamaya çalıştı.
            Yolsuzluk ve hırsızlığın boyutunu gösteren belge ve ses kayıtlarının gerçek dışı olduğu ve komplo mahiyeti taşıdığı savunuldu bakanlarca… Şimdi sormak lazım; Madem yolsuzluk ve rüşveti kanıtlayan bilgi, belge ve görüntüler gerçek dışı ve montaj idi, yargının görevini yapması niçin engellendi? Soruşturmayı yürüten savcı ve polisler neden görevlerinden alındı? İktidar niçin iddianameye el koydu ve delil karartmaya sebebiyet verecek şekilde delilere hukuk dışı bir hamle ile el koydu?
            Bakanların meclis kürsüsünden savunduğu gibi kendilerinin alnı ak ve başları dik ise AKP kanadı niçin bu şekilde sert ve keskin bir biçimde “yolsuzluk ve rüşvet” soruşturmasının yapılmasını engelledi? Bu, gerçekten şeffaf siyaseti benimsemiş, gerçekten hesap veremeyecek bir şeyi olmayan bir partinin girişeceği reaksiyon değildir. Bu, halktan yaşananları gizlemeye çalışan, klasik bir diktatöryanın girişeceği bir eylemdir! Bakanların meclis kürsüsünden savunduğunun aksine AKP yolsuzluk ve rüşvetin üzerine gitmedi, böyle bir hadisenin yaşanmadığını kanıtlayamadı. Yolsuzluk ve rüşvetin olmadığını kanıtlamanın aksine delilleri kararttı, yargıyı felç etti, eşi görülmemiş bir medya karartması uyguladı! Bu yolsuzluk ve rüşvetin gerçekleştiğinin bir kanıtı, AKP’nin bu hırsızlığı sahiplendiğinin tartışmasız kanıtıdır.
            Bakanlar meclis kürsüsünden savunmalarını verirken ses kayıtlarının montaj ve dublaj olduğu savını dillendirdi. Türkiye’nin en prestijli ses mühendisleri, ses kayıtlarının %100 gerçek olduğunu kanıtlamasına, bu denli net ve temiz montaj veya dublaj teknolojisine henüz erişilmediğini söylemelerine rağmen bakanlar ses kayıtlarının gerçekliğini reddetti. Milletin meclisinden millete alenen yalan söyledi.
            Bakanların savunmalarına “darbe girişimi” iddiası damgasını vurdu. 12 yıllık AKP iktidarı boyunca halk tabanına yayılan darbe paranoyası bakanların kendilerini savunmasında en büyük argümanı oluşturdu. Gülen cemaati, AKPli bakanlarca “vatan haini, çete ve paralel yapı” olarak isimlendirildi. Başbakan’ın “ne istediler de vermedik” sözlerini ve cemaat ile yakın ilişkisini göz önüne alırsak, AKP iktidarının 12 yıl boyunca Türkiye’yi bir çete ile yönettiği, vatan hainleriyle iş birliği içinde çalışmalar yürüttüğü gerçeği ortaya çıkar. Bu da en az yolsuzluk ve rüşvet kadar ağır bir suçtur. Savunma yapan AKP’li bakanlar ve Başbakan’ın sözleri ile sabit “çete ve vatan hainleri ile iş birliği içinde olan” AKP’nin, bakanları ve ilgili milletvekilleri ile yüce divana sevk edilmeleri gereklidir. Bizzat AKPli bakanlar ve Başbakan’ın beyanları ile AKP ülkeyi çete ve vatan hainleri ile yönettiğini tescillemiştir.
            Yolsuz ve rüşvetçi bakanlar meclis savunmaları boyunca eşi görülmemiş bir tedirginlik ve suçlu psikolojisinin getirdiği hırçınlık ile kendilerini savundu. Aynı tedirginlik ve hırçınlık AKP sıralarında da mevcuttu. AKP’li vekiller birçok kez CHP sıralarındaki milletvekillerinin üzerine yürüyüp, TBMM’yi terörize ettiler, fezleke görüşmelerini aksattılar. Bakanların savunmaları din ve iman ögeleri ile doluydu. Takkiyeci bir siyasi gelenekten gelen AKP, yine İslam, din, iman, türban dörtlemesinden vazgeçmedi; yolsuzluk savunmaları ile alakalı olmamasına rağmen kendilerini bu şekilde aklamaya çalıştılar.
            Bu kadar aleni olan yolsuzluk ve rüşvetin sonucu ne mi olacak? AKP’nin önergesine karşılık her bakan için tek tek komisyon kurulması teklifini veren CHP’nin önergesi reddedildi. AKP’nin önergesi uyarınca kurulacak yolsuzluk komisyonunda 9 AKPli, 4 CHPli, 1 MHPli ve 1 HDPli vekil görev alacak. 15 kişilik komisyonda 9 kişinin AKPli olduğu bir topluluk yolsuzluğu soruşturacak! Ne kadar tarafsız ve sonuca ulaşmaya yönelik olacağını siz düşünün değerli okurlar… Milyonları cebe indiren bakanlar sizce Yüce Divan’a sevk edilirler mi? Kanımca ancak rüyalarımızda... Milyoncuklar ismi AK alnı KARA’ların yanına kaldı. Zehir zıkkım olsun!

                                                                                                               Gündem Gazetesi, 08 Mayıs 2014

1 MAYIS MEYDAN SAVAŞI




            1 Mayıs’da tüm Türkiye’de beklenen görüntüler yaşandı. İnsan hakları, evrensel hukuk ve anayasa bizzat hükümet tarafından polise verilen emir ile delindi, insanlık onuru ve milli irade yerlerde süründü.
            Kent kültüründen nasibini almamış başbakan Erdoğan, Gezi Parkı olaylarının ardından yaşadığı korku ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmeler de dahil anayasayı çiğneyerek Taksim Meydanı’nı gösterilere kapattı. Gerekçe kent trafiğini ve huzuru etkilediğiydi, ancak bu gösteri ve yürüyüş hakkının korunduğu anayasanın 34. maddesinin ilgili kanun maddesinde “herhangi bir meydanın” gösteri ve yürüyüşlere kapatılması için geçerli bir sebep değildi.
            1 Mayıs’ta hukuk ve insan hakları aynı zamanda polis müdahalesi ile de çiğnendi. Polis, İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok kentte kalabalıklara sert müdahalelerde bulundu. Silahsız ve saldırısız gösteri haklarını kullanan halka iktidar eliyle gerçekleştirilen bu faşist saldırı, “iktidar halkına savaş” açtı dedirtecek cinstendi. Polis yine ensturmanlarını kullanım şartlarının dışında kullandı, birçok vatandaşı hunharca yaraladı. Gezi Parkı olayları ve ardından gelen toplumsal ayaklanmalarda yaşanan yaralanmaların, uzuv kayıplarının ve ölümlerin polisin umurunda olmadığı biz kez daha görüldü. Önceki toplumsal hareketlerde yaşanan kıyımın sorumlularının gizlenmesi ve haklarında herhangi bir soruşturma yürütülmemesi, iktidarın polis eliyle halkı ezme arzusunun adeta tescili niteliğindeyken bu 1 Mayıs’ta da aynı arzu perçinlendi. 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de gerçekleştirilmesine getirilen sözde yasak ile İstanbul sokakları savaş alanına döndü. Taksim Meydanı, çevresinden geniş bir alan olmak üzere “halka kapatıldı”. İstiklal Caddesi, Dolapdere gibi kutlama yapılmak istenilen bölgenin daha birkaç semt aşağısından bölge kapatılmıştı. Polis, kimsenin Taksim Meydanına ulaşmasına izin vermedi. Türkiye, darbe dönemlerinden sonra ilk kez yan yana yürüyen iki kişinin “terör” şüphesiyle arandığına şahitlik etti. Taksim Meydan’ında bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü binasından çıkan yaklaşık 7 kişilik gurup, binadan çıkar çıkmaz sert müdahale ile karşılaştı; kısaca Taksim Meydanı ve civarında OHAL ilan edilmiş, 2 kişinin dahi yan yana yürümesine izin verilmemişti.
            Taksim’de bunlar yaşanırken polis, Beşiktaş ve Şişli’deki kalabalıklara haksız ve faşist müdahalesini gerçekleştirdi. Polis, plastik mermi ve gaz kapsüllerini yine hedef gözeterek ve kısa mesafeden ateşledi. Yoğun gaz kullanımı ile birçok çocuk ve yaşlı olmak üzere vatandaşlar aşırı etkilendi. En sert müdahale CHP’nin %70 oy oranı ile kazandığı Beşiktaş’ta gerçekleşti. Bir “fıslatması” bile kalabalığı dağıtmak için yeterli olan biber gazı adeta tüm Beşiktaş’ı kapladı, çoğu insan faşist polis müdahalesi sırasında yaralandı. Polis, ayrıca basın emekçilerini de hedef aldı. Birçok basın mensubu Beşiktaş’daki olaylarda yaralandı.
            Beşiktaş’da ayrıca milli irade de yerlerde sürüklendi. CHP milletvekili Şafak Pavey, polisin gerçekleştirdiği haksız ve faşist gözaltı uygulamalarını engellemeye çalışırken polis tarafından önce darp edildi, ardından milletvekili olduğu biline biline gözaltına alınmaya çalışıldı; yerlerde sürüklendi. Polis teşkilatı bu görüntüler ile halkın değil AKP’nin polisi olduğunu bir kez daha kanıtlarken, ortaya darbe dönemlerindeki cuntacı askerlerin uyguladığı faşizm ile aynı kareler çıktı.
            İstanbul’un yanı sıra Türkiye’nin birçok kentinde de aynı görüntüler mevcuttu. Ankara başta olmak üzere aşağı yukarı her kentte 1 Mayıs’a polis müdahale etti. Çok sayıda vatandaş yaralanırken yüzlerce kişi gözaltına alındı. Polis, Çanakkale’de de 1 Mayıs kutlamalarını terörize etti. 1 Mayıs kutlamalarının gerçekleştirildiği Cumhuriyet Meydan’ındaki arama noktalarında bir grubun üzerlerinin aratmak istememesi üzerine polis kitleye biber gazlı müdahalede bulundu. Polis o grubu meydandan elindeki ensturmanları kullanarak, kitlesel silah kullanmadan dağıtabilecek bir sürü alternatife sahipken, biber gazı kullanarak meydandaki yaşlı, çocuk bütün vatandaşları adeta cezalandırdı. Üst araması yaptırmayan gruba değil, kutlamalara katılan herkese müdahale etmiş oldu. Polisin bu tarz faşist müdahalelere girişmediği Çanakkale’de, yapılan bu alçak müdahale alanda bulunan herkesi cezalandırmak ve ortamı provoke edip sinirleri germek için yapılmıştır; bu çok açıktır!
            Türkiye, 1 Mayıs 2013’ten bu yana iktidar destekli polis saldırısı altında! Faşizmin boyutları öyle bir noktaya ulaştı ki, artık kafasını kaldıranın başı eziliyor! AKP’nin herhangi bir icraatına karşı sokağa çıkana polis müdahale ediyor! Bu, düşünce suçunun tekrar hortladığı, yeni bir darbe dönemidir değerli okurlar! Halkı soyan yavuz hırsızların, hak ve adalet arayışı içinde olanların başını ezdiği, faşist ve diktatöryal uygulamalarla yönetilen duble yollarla bezeli “Yeni Türkiye’nin” acınası resmidir. Türk halkı artık bu iktidarı daha fazla sırtında taşıyamıyor. “Milli irade sandıktan ibarettir” diyen sandık kafalıların irade anlayışını kabul etmiyor. Haklarını sokakta aramaya da devam edeceklerdir. Beyzbol sopasından korkan bir Başbakan’ın çevik kuvvetler, toma, biber gazı gibi faşist araçlarla halkı korkutmasına imkan yoktur. Hakkımızı, adalet arayışımızı hem ( oylar çalınsa da) sandıkta, hem de sokaklarda yapacağız… 2015’te, Türkiye’ye aydınlığın, hak ve adaletin geldiği bir yılda 1 Mayıs İşçi Bayramını kutlamak dileğimle, 1 Mayıs İşçi Bayramınız kutlu olsun…

                                                                                                                Gündem Gazetesi, 2 Mayıs 2014