31 Ekim 2014 Cuma

91. YILA REZALETLER İLE GİRDİK




            Cumhuriyetin 91. yılına girdik. 91 yıllık Cumhuriyetin hiçbir dönemi, önümüzdeki sene üniter ve laik Türkiye’nin yaşayıp yaşamayacağı hakkındaki endişelerin bu denli tavan yaptığı bir atmosferde geçmemişti.
            Sadece 29 Ekim günü yaşananlar Türkiye Cumhuriyetine karşı her türlü hıyanet ve gaflet içinde bulunanların bizleri getirdiği hali gözler önüne serdi.
            29 Ekim 2014! Öyle bir rezalete sahne olduk ve bu o kadar sessiz, sedasız; sanki normalmiş gibi yaşandı ve bitti ki, Sevr anlaşmasından beri ellerini bölünmüş Türkiye haritalarına bakıp ovuşturanlar adeta bayram etti. Ayn El-Arab’a takviye kuvvet için Türkiye üzerinden geçmesine izin verilen Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi askeri Peşmerge, Türkiye topraklarında adeta “muzaffer bir ordu” gibi karşılandı. Kürdistan bayraklarıyla Mardin’e giren Peşmerge 29 Ekim günü Türkiye topraklarında gövde gösterisi yaptı. Peşmerge’nin geçtiği güzergahlarda adeta resmi geçit havası hakimdi.
            Kuzey Irak Kürtleri biz farkında olmasak da fiilen bağımsızlıklarına kavuştular! Uluslar arasındaki diplomasi trafiği, uluslar arası medyanın Kürdistan yayınları bunu net olarak gösteriyor. Irak’daki otorite boşluğundan faydalanan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi “bağımsızlık deklarasyonunu” yaptığı an komşumuz Kürdistan olmuş olacak! Üstelik sınırımızdaki Kürdistan AKP hükümetinin verdiği tavizler sağ olsun Türkiye’yi müttefik olarak addediyor! Suriye Kürtleri ise IŞİD ile savaştan galip çıktığı an bağımsızlık ilan edecek kıvamdalar. Suriye’deki otorite boşluğu, Irak’takinden daha uzun süredir devam ediyor ve son IŞİD saldırıları ile uluslar arası basının da yardımıyla ciddi bir milli kimlik edinmiş haldeler! Bu milli kimlik Suriye Kürtlüğü kimliği değil, Büyük Kürdistan(!) milli bilincidir. Kuzey Irak Kürtleri ile Suriye Kürtleri birleştiği an, yani iki parça birleşerek büyük parçayı oluşturduğu an Güneydoğu Anadolu’nun ne halde olacağını siz düşünün! Bu politik atmosferi oluşturan AKP hükümeti, 29 Ekim günü Peşmerge askerine Türkiye topraklarında bu gövde gösterisini yaptırarak hem Batı’nın hayalini kurduğu Türkiye Federasyonuna göz kırptı hem de 91. yılına girdiğimiz Cumhuriyetimizin son 14 yıldır erozyona uğrattıkları değerleriyle bir güzel dalga geçti.
            AKP’nin rejime attığını sandığı bir diğer gol ise Türkiye Cumhurbaşkanlığı adındaki yeni ve bilinmeyen bir makam yaratmak oldu. Cumhuriyet resepsiyonu davetiyelerine Tayyip Erdoğan titrini Türkiye Cumhurbaşkanı olarak yazdırdı, üç senedir devam eden Cumhuriyeti her yerden silme operasyonu devletin en zirvesine taşındı!
            Bir hukuksuzluğun üzerine oturtulmuş, otoriter AKP rejiminin tüm şatafatını ve hırsını mimarisiyle yansıtan AK-SARAY’daki resepsiyon davetiyelerine 89 yıllık Atatürk Orman Çiftliğinin ismi “Baştepe” olarak yazıldı. Atatürk Orman Çiftliği, sit alanı olmasına rağmen içine inşa edilen ucube binanın ardından “resmen” tarihe gömüldü. Eğer, Ermenek’deki maden cinayeti gerçekleşmeseydi 90 yıllık bir Cumhuriyet geleneği yıkılmış olacak, yeni Türkiye’nin ilk cumhuriyet resepsiyonu hukuksuzluk üzerine oturtulmuş bu beton yığınında yapılmış olacaktı. Bir Cumhuriyet geleneği daha böylece yıkılmış olacaktı.
            Balkan ve Kafkasya örneklerini bilen okuyucularımız iyi bilirler ki milli bilinci ve rejimleri yıkmanın birincil silahı politik manevraları destekleyen medya yayınlarıdır. Türkiye’de özellikle son yıllarda hat safhaya ulaşmış, akil insanlar gibi veya AKP’nin kalemşörleri gibi paralı beyin yıkama makinelerinin eylemleri ile televizyonlarda rahatça “Atatürk Türkiye’sinin” bittiği propagandası yapılmakta, “Atatürkçülerin artık rafa kaldırılması gerektiği” gibi söylemler sıklıkla dile getirilmektedir. ABD düşünce kuruluşlarında geliştirilen bu yöntemin adı bizzat Batılılar tarafından saklanmadan söylenen “yumuşak müdahaledir”. Türkiye’yi sarmalına alan ve Atatürk Türkiye’sinin her geçen gün altını oyup, Atatürkçü kesimi inanılmaz baskı altına almayı hedefleyen bu politik manevra kendini 29 Ekim kutlamalarında hiç olmadığı kadar net ve acı biçimde gösterdi. Tarihinde ilk defa Anıtkabir çevresine ziyaretçileri hedef alacak şekilde polis konuşlandırıldı. Anıtkabir girişine TOMA’lar yerleştirildi. Atatürk’ün Laik, demokratik Türkiye’sinin bir bir temel taşları yerinden oynatılırken iktidarın bu gözdağı verir hareketleri Cumhuriyetimizin geldiği korkunç noktayı bizlere gösterdi.
            Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk kez çıktığı Atatürk’ün huzurunda, cumhuriyet tarihinde ilk kez Anıtkabir özel defterinde Atatürk’ten “siz” diye söz etti! Atatürk’ün adını anmadan Cumhuriyet bayramı kutlama mesajını yazdı. Bu zat kendi lügatinden kaldırdığı Atatürk’ü, bireysel mülkü gibi yönettiği Türkiye Cumhuriyetinden kaldırmaz da ne yapar?
            Cumhuriyetin 91. yılına bu hazin tabloda girdik. 91 yıllık devlet gelenekleri, üniter yapımız ve Atatürk ilkelerini temel aldığımız laik Türkiye Cumhuriyetimiz hiç olmadığı kadar tehlike altında. Ortadoğu’nun lideri olacağını sanarak Batı destekli Arap darbelerinde başrolü oynayan Erdoğan, Batı’nın Ilımlı İslam ideolojisini gemiden atması ile tüm desteğini kaybetti. Arap Baharı ile iktidara gelmiş tüm İslamcı yönetimler bir bir yıkıldı. En son geçtiğimiz pazar Tunus’daki En Nahda iktidarı erken seçim ile devrildi ve AKP Ortadoğu’da iktidarda kalmış tek İslamcı hükümet olarak kaldı! Ben kendi adıma Erdoğan ve hükümetini analizlerimle uyarmıştım. AKP’den sonraki hükümet de Türkiye için çok parlak olmayacak. 14 yıldır gelinen süreçte üniter ve laik yapının yıkılması noktasına geldik. Bir yol kazasında daha ülkenin eski yapısını korumaya gücü yok! Hele de halk “öncekileri denedik de ne oldu, bir de bunu deneyelim” dediği an eskisinden daha iyisiyle karşılaşmayacağız. Ancak 91. yıl kutlamalarında sokaklarda gördüğüm kalabalıklar, insanların kararlılığı ve Cumhuriyete duydukları sevgi umut vericiydi. Yumuşak müdahalenin bir tezahürü olarak kendimizi sayıca az görmek, güçsüz ve tükenmiş görmek içine düşülecek en büyük yanlış. Çok kalabalığız ve her zaman olduğu gibi fazlayız. Cumhuriyeti ve ülkenin bütünlüğünü koruyacak olan demokrasi bilincine erişmiş, millet olmanın ne demek olduğunu bilen güçlü Türk halkıdır!
            Cumhuriyetimizin 91. yılı umutlu ve kutlu olsun!

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 31.10.2014

24 Ekim 2014 Cuma

AKİL PİŞKİNLİĞİ YENİDEN SAHNEDE




            Kobani için AKP hükümeti ve koalisyonun başı ABD’nin karşılıklı blöflerinin ardından mutabakata varıldı. AKP, kendince siyasi ömrü için bir yaşam sahası açarken ABD, çıkarları amacıyla müdahale edilmesini istediği Kobani için rahat bir nefes aldı. Koridor açılması için ve Türkiye’nin meclisten geçen tezkereyi uygulamaya koyması için tamamen karanlık ellerce ( koalisyonun başı) sokağa çıkartılan bazı Kürt vatandaşlar provokasyon dolu eylemlere kalkan oldu, AKP hükümeti ise sokağa inen vatandaşlara, onları sokağa çıkaranlara blöf için insanlık dışı müdahalede bulundu. Öte yandan protestolar boyunca “derin devletin” de parmağı bariz bir şekilde sallandı. Bugün Kobani için nihai mutabakat ( şimdilik) sağlanmış durumda. Ancak AKP hükümeti bu süreçte taviz verdiklerini fena halde kızdırdı, sözünü verdiği tavizleri uygulamayacakmış gibi bir imaj çizdi.
            Kürt sorununun bıçak sırtı bir hal aldığı; Türk olmak, ırkçılık, milliyetçilik ve devlet kavramlarının manipüle edilerek muhalifleri sindirme yoluyla uygulanan açılım sürecinin devamı için AKP hükümeti çalışmalarını tekrardan başlattı ve sahneye “akil insanları” yeniden sürdü.
            Kürt sorununun dallanıp budaklanmasına sebep olan Kürt olmak-PKK’lı olmak ayrımı gözetilmeksizin izlenen yanlış politikalar açılım sürecinde de birebir uygulanıyor. Bu kez masa üzerinde yapılan bu uygulama açıktır ki Kürtlere demokratik ve insan hakları çerçevesindeki haklarını vermek yerine Türkiye’nin bölünmesine ve çözülmesine sebep olacaktır. Bugün yapılan açılımın amacı gerçekten Kürt halkının taleplerine, isteklerine ve sorunlarına tatmin edici cevaplar vermek ve çözümler bulmak olsaydı kapsayıcı ve ciddi sosyolojik araştırmalar yapılır ve sorunun sebeplerine yönelik tarihsel, sosyo-kültürel, demografik veriler toplanırdı. Hükümet açılım adına bunların hiçbirini yapmadı. Türkiye’nin yakın tarihinde uygulanan yanlış terörle mücadele tekniklerinin doğurduğu sorunlar ve devlet ideolojisi halini almış ve medyaca hepimize pompalanmış “Kürtler bölücüdür” algısıyla Kürt halkının bütününü PKK sempatizanı gösteren tutumun doğurduğu Kürtlerin “temsilcisi PKK’dır” anlayışı açılımda birebir kullanılıyor. Tarihsel bir yanlış üzerinden çözüm gelmeyeceği çok bellidir. Bugün artık İmralı-MİT-PKK üçgeninde devam eden pazarlıklar gizlenmemektedir. Açılımın Kürtler ile değil PKK-Hükümet arasında yapıldığı hepimizin bildiği ve gizlenmeyen bir gerçektir. Oysaki daha 90’lı yıllarda TOBB’liğinin o güne değin ilk olma özelliği taşıyan Kürt sorunu hakkında yaptırdığı akademik çalışma bizlere şu sonuçları göstermişti ki Kürt halkının Türkiye’den ayrılmak, bağımsızlık ilan etmek gibi istekleri yoktu. PKK’yı ise kendi temsilcileri olarak görmüyorlardı. Tek talepleri eşit yurttaşlık hakkı ve devletin terörle mücadele adına kendilerine karşı yaptığı kötü muamelenin son bulmasıydı. O dönemde ve şimdi Kürt halkının PKK’ya bakışı ve istekleri TOBB raporundaki gibi iken ve PKK’nın derdi ülkeyi bölmek iken bugün açılımın Kürt halkının tabanıyla değil de Öcalan ve PKK ile yapılmasının hangi sonuçları doğuracağı ve neye hizmet ettiği açıktır. Açılım sürecinin şeffaf olmaması, kimseye nitelikli bilgiler verilmemesi de bundandır!
            Akil insanlar bu açılımın kenar süsü niteliğindedir. Girişilen ve su götürmez şekilde neye hizmet ettiği belli olan açılımda “halka inildiği” imajının çizilmesi ve kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıkların perdelenmesi adına kendilerine verilen senaryoları halka okumaları için oluşturulmuş piyonlardır. Açılım adı altında İmralı ile yapılan görüşmeler, MİT’in Kandile taşıdığı zarflardan; kısaca açılımın bütününden bu Akil İnsan adı verilen heyetin ne kadar haberi var? Kendilerine verilen senaryoları okudukları halk toplantılarında Türk bayraklarının polislerce toplatılması, salonlardan insanların atılması neye hizmet ediyor?
            Reyhanlı saldırısı sonrası uluslar arasında AKP hükümetinin girdiği bunalımda rafa kaldırılan Akillerin işlevsizliği, tüm insan hakları, insani değer ve demokrasinin katledildiği Gezi Parkı Ayaklanması boyunca sustuklarında, 2013 Eylül olaylarında, Berkin Elvan olayları ve Kobani blöfünde ortaya çıkmıştır. Kendilerini Akil sanan bu insanların rafa kaldırılıp, sözde savundukları özgürlük ve demokrasinin katledilmesi sırasında seslerinin kesilmelerini içlerine nasıl sindirdikleri ise merak konusu! Aydın olmanın sorumluluğu egemenler “konuş” diyince kendilerine verilen senaryoyu okumak mıdır, yoksa bağımsız ve tarafsızca halka öncülük etmek midir? 

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 24.10.2014

17 Ekim 2014 Cuma

KOBANİ’DEKİ TÜRKİYE ENGELİ KALKTI



Geçtiğimiz hafta sonundan itibaren provokasyon dolu ve eski suikast geleneğini geri getiren, derin devletin de sahneye tekrar çıktığı izlenimini veren mesajlarla dolu Kobani  eylemleri son buldu. 40’a yakın kişi can vermesine rağmen olaylar bıçak ile kesilmiş gibi birden bitti. Aynı zamanda bu hafta başından itibaren Kobani hakkında gerek ulusal gerek de uluslar arasında basında çıkan panik yaratıcı, Erdoğan hükümetini Kobani’ye müdahaleye zorlamak amacıyla kamuoyu oluşturmayı hedefleyen haberler birden bitti. Üstelik bu hafta itibariyle IŞİD, Kobani’deki stratejik binaların bazılarını ele geçirmiş vaziyette, bölgede kent savaşı başlamış durumda ve yerel kaynaklara göre IŞİD Kobani’ye daha çok militan yığmaya başlamış halde!
Değerli okurlar, Kobani denkleminde gerek AKP hükümeti gerek de Koalisyon kuvvetleri mutabakata vardılar. Geçen hafta sizlerle paylaştığım üzere Kobani denkleminde AKP hükümeti kendine hiçbir seçme şansı verilmeyişi üzerinden Kobani için çıkartılan tezkerenin uygulanması için ılımlı İslamcı teröristlerin tekrardan eğitilmesini ve Suriye’deki Esad yönetiminin devrilmesini ön şart olarak koşmuştu. Ancak “uluslar arası camia” tarafından gemiden atılan, tüm desteğini kaybeden ve “iç siyasetteki propagandası ile dış politikasını Esad’ın devrilmesi üzerine kuran Erdoğan yönetimine” eski desteği tekrar verme manası taşıyan bu dayatmaya Batı çok katı bir biçimde “hayır” demişti. Erdoğan’ın diretmesi üzerine ise batı etnik kimlik kartını sahneye koymuştu. Ancak olaylar evrildi, Batı için Kobani müdahalesi öncesi Türkiye’de göze alınmayacak boyutlara geldi ve “ılımlı İslamcı muhalifleri ( aslında silahlı terör gruplarını) eğitme şartı” koalisyonun başı ABD tarafından kabul edildi. Bu, Erdoğan’ın iktidarını devam ettirmesi için Batıya karşı başarısı niteliğindedir. Esad yönetimine müdahale konusunda çok net bir tavra sahip koalisyon ülkeleri için Erdoğan hükümetiyle “kazan-kazan” taktiği ile mutabakata vardı. Ilımlı İslamcı muhaliflerin eğitilmesi ve silah yardımı yapılması karşılığında Türkiye’nin tezkereyi uygulaması için müzakereler sürüyor. Bu sebepledir ki gerek provokasyon dolu Kobani eylemleri gerek de medyadaki panik yaratıcı Kobani haberleri birden bitmiştir. Zira, Kobani’ye koalisyon müdahalesi gerek Türkiye kamuoyunda gerek de uluslar arası kamuoyunda vicdanlardaki meşruiyetini almış, Türkiye’nin müdahale konusunda ön şartlarından birinin kabul edilip konuda mutabakata varılması ile de provokasyon dolu ve Batının parmağının olduğu eylemler son bulmuştur. Halen devam eden eylemler ise kitlesel olmamakla birlikte en barışçıl ve sivil olanlarıdır! Medya’daki haberler ise bölgedeki durumu kısaca anlatan kuru haber metinleri halini alıvermiştir.
Bu mutabakata göre Erdoğan’ın isteklerinden güvenli bölge ve Esad yönetiminin devrilmesi Batı tarafından kabul edilmedi. Ancak Erdoğan’a karşı bu konularda çok sert ve net tavır sergileyen Batı’nın “Ilımlı Muhalifleri” destekleme şartını kabul etmesi bile Erdoğan’a iktidara daha sıkı tutunduğunu hissettirir nitelikte. AKP Hükümetinin de Batı’nın da kendilerinden taviz vererek orta yol bulmasında sorun çıkarabilecek noktalar da var. Artık Esad yönetimine karşı bir politika izlemeyen ve yaklaşık bir buçuk sene önce Esad’a karşı savaşan ılımlı İslamcı tüm muhaliflere desteği kesen Batının Suriye’deki ılımlı İslamcı muhaliflere temkinli yaklaşacağı daha şimdiden belli. Zaten ılımlı islam politikasından vazgeçen Batının, Ilımlı İslamcı Suriye Muhalefetini çok sıkı kontrol altında tutarak ve Türkiye’de eğitme şartıyla belli miktarlarda silahlandırarak sahaya süreceği gayet açık. IŞİD’e karşı mücadele ederken tekrardan radikalizmle sonuçlanmış bir ılımlı islam grubu yaratma niyetinde olmayan Batı’nın bu tutumu, Ilımlı İslamcı Muhalifleri silahlandırıp, eğiterek ucunun Esad yönetimine dokunacağını hesaplayan AKP ile yeni görüş ayrılıkları ve marazlar doğurabilir. Bu konuda açıklama yapan Obama “Türkiye’nin Ilımlı Muhalifleri ‘kendi topraklarında’ eğitme istekliliğini anlayışla karşılıyoruz. Türkiye, ülkelerindeki şiddetten kaçan ihtiyaç sahibi Suriyelilere en az herkes kadar insani yardımda bulundu. Türkiye’nin bu sorunun çözülmesinde birçok çıkarı olduğuna şüphe yok ve biz Türkiye ile çalışmaktan memnunuz” dedi. Türk medyasında bu haber “Obama’dan Türkiye’ye övgüler” şeklinde verilse de bu konuşmanın altında ciddi mesajlar var! Obama bu sözleri ile zaten antlaşmalarda belirtilen azami yaşam şartlarını mültecilere sağlayamayan Türkiye’nin bir milyonun üzerindeki Suriyeli mülteciye bir süre sonra bakamayacağını ve ekonomik açıdan ciddi bir dar boğaza girebileceğini Erdoğan’a süslü bir dil ile iğneliyor. Türkiye’nin Suriye’deki sorunun bitmesinde çıkarları olduğunu hatırlatan Obama, mülteci meselesinin yanı sıra Ortadoğu’daki istikrarsız durumun giderilmemesi durumunda aynı istikrarsızlığın Erdoğan yönetimini vuracağını ima ediyor. Bu sebeple Obama yönetimi, dış işleri sözcüleri ile de Türkiye’ye sürekli göndermeler yaparak biraz tehditvari biraz da tatlı sert “elini çabuk tut” mesajı veriyor! Dış politikada gelinen durumdan dolayı Erdoğan’a üzülecek değiliz. Zira bugüne değin kendisini çok kez Batı ile müttefik olmak konusunda uyarmış, tarihten örnekler vermiştik. Diktatöryal mizacıyla bu yolu seçen Erdoğan şimdi iktidarını ve başkanlık idealini ayakta tutmak adına “Müttefik kuşatması” altında bıraktığı iktidarını ve yeni Türkiye’sini en az hasarla durumdan sıyırmaya uğraşıyor. Süreç karışık ve belirsizliklerle dolu... Eğer Ilımlı müttefikleri eğitme konusunda tam bir mutabakata varılır ise Kobani’ye önümüzdeki günlerde Türk Ordusu tezkere uyarınca karadan harekat düzenleyecektir. Eğer ılımlı muhalifleri eğitme konusunda fikir ayrılıkları daha da belirginleşir ise Türkiye geçtiğimiz haftaki gibi kendisini karışıklık içinde bulabilir, yazılan yeni tiyatroları medyadan abartılı bir biçimde izleyebiliriz. 
                                                                                                         Gündem Gazetesi 17.10.2014

8 Ekim 2014 Çarşamba

NEDEN KOBANİ?




         Suriye’de iç savaş başladığından beri birçok kent, birçok kasaba ve birçok köy Ayn El-Arab (Kobani) ile aynı kaderi paylaştı. Hepsi önce kuşatıldı, sonra kent savaşı başladı ve IŞİD tarafından işgal edildi. Ortadoğu’daki güç dengeleri çok karmaşık ve patlamaya hazırdır değerli okurlar. Geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi hele de sıcak savaş ve algı savaşı bir arada yürüyorsa iş daha da karmaşık hal alır. Bir iç savaş olarak başlayan ve küresel bir sorun halini alan IŞİD teröründe ciddi bir algı savaşı da var. Dün düşman olarak görülen Esad yönetimi bugün düşman listesinden çıkartılmış gibi gösteriliyor. Diğer yandan IŞİD ile savaşan PYD ( Suriye Kürtlerinin milis gücü) dün Esad yönetiminin yanında yer aldığı için düşmandı, bugün ise dost ilan edilmiş gibi bir algı yaratıldı. Diğer yandan dün hepimizin gözleri önünde silah, gıda, tıbbi malzeme yardımı yapılan IŞİD bugün düşman ilan edildi. Hepsinin temelinde politik çıkarlarla birlikte bu çıkarların elde edilmesinde piyon olarak kullanılan etnik ve mezhepsel temelde bölünmüş halklar var.
            Ortadoğu 3 yılı aşkın süredir İslami terör ile çalkalanırken neden kıyamet Ayn El-Arab ile koptu? Bakın, niyetim ölü yarıştırmak, etnik veya mezhepsel temelde bölücü bir tutum sergilemek değil. Ancak şu bir gerçek ki Arap Baharı’nın başından bu yana çıkarları için adım atan, taraf tutan ve bu uğurda devletleri darbelere ve iç savaşlara sürükleyen Batı niçin Ayn El-Arab’da insanlık havarisine dönüşüverdi? Bugüne değin Irak ve Suriye’de IŞİD işgaline uğrayan yerleşim birimleri ve geride yüz binlerce ölü bırakan hadiselere niçin sessiz kalındı? Birden bire koalisyonlar kuruldu, tezkereler çıkartıldı. IŞİD ancak şimdi mi bölgesel ve küresel bir tehdit olarak algılanmaya başladı? Hadisenin vitamini Ayn EL-Arab’da olmadığına göre, bugüne kadar ki Ortadoğu tecrübeleriyle sabit işin vitamini kanlı parada ve politik çıkarlardadır. Hayır, Kobane giderse diğer 3 Kürt kantonu da zayıflayacak bahanesi doğru değil, zaten IŞİD’in Suriye’deki hakimiyet alanına bakıldığında sözü geçen üç kanton da kuşatma altında, bağlantıları neredeyse yok. Eğer IŞİD ABD’nin kontrolünden bu denli çıkmasaydı ve Kuzey Suriye ile Kuzey Irak’ta IŞİD’in ele geçirdiği petrol rafineleri birileri için kırmızı alarm vermeseydi ve sözde Bağımsız Kürdistan hayali batı için tehlikede olmasaydı hiç birimizin Ayn El-Arab’da yaşananlardan haberi olmayacaktı. Üç yılı aşkın süredir Suriye’de ve son dönemde Irak’ta devam eden iç savaşta Şii, Alevi, Arap, Kürt ve Süryanilere yapılan diğer katliamlar gibi bu da duyulmadan geçecekti. Ancak gelin görün ki bölgedeki politik durum alarm verdiği için ABD’nin başını çektiği bir koalisyon kuruldu. Bölgeye yapılacak müdahalenin dünya kamuoyunda ve halkların vicdanında bir nevi meşruiyet kazanması için gerek ulusal gerek de uluslar arası medyada konu pompalandı. Ayn El-Arab duruma el atmanın bahanesi, insani hiçbir amacı yok. Kuşatma altındaki Ayn El-Arab’a bomba atan ABD ve Hollanda uçaklarının “dostlar iş başında görsün” mantığındaki operasyonları da bunun en sıcak kanıtıdır.
            AKP için ise tezkere başka anlamlar taşıyor. Bakın, Tayyip Erdoğan’ın katıldığı BM toplantısı ve ABD ziyareti boyunca yaşadıkları ve son bir yıldır gerek batılı ülkelerin gerek de medyanın kendisine aldığı tavır net! Erdoğan batıya verdiği onca tavizin ardından “istenmeyen adam” ilan edildi. Bu noktaya geleceği belliydi, geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi bu durum şaşırtıcı değil. Erdoğan ABD’den dönerken kendisine tezkere konusunda bir seçme şansı verilmedi. Erdoğan ise koalisyonun bu durumunu kar sağlama amacıyla kullanmaya çalışıyor. Erdoğan’ın amacı daha önce yalnız bırakıldığı ve zamanında tüm dış politikasını ve siyasi propagandasını üzerine yatırdığı Esad yönetiminin gitmesi. Diğer isteği ise yine yalnız bırakıldığı konulardan diğer olan Suriyeli muhaliflerin tekrardan desteklenmesi. Bu konuda ABD’ye meydan okuyor. Bu iş hava saldırısıyla bitmez şeklinde ABD’yi köşeye sıkıştırmaya çalışan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tezkere’de ucu açık bırakılan “yabancı silahlı kuvvetler” ibaresini ABD’ye meydan okurken şu şekilde dolduruyor; O bölgeye paralel güvenli bölge ilan edilmesi lazım. Ve eğit donat anlayışıyla Suriye'de ve Irak'ta ılımlı muhalif kesimin hem eğitilmesi hem donatılması lazım.” Ilımlı İslamcı Milis Güçleri isimlerini zikretmeden bu şekilde ifade eden Erdoğan kısaca yalnız bırakıldığı Ortadoğu konusunda eski politikasının desteklenmesi şartını koşuyor. Geçtiğimiz Salı günü ABD dışişleri sözcüsü ise Erdoğan’ın sunduğu bu şartların kabul edilmeyeceğini net bir dille söyledi. ABD, hiçbir seçme şansı sunmadığı, diplomatik dil ve tavırla neredeyse “ya plana sadık kal ya da iktidarın gider” anlamı taşıyan hareketlerinin ardından “etnik kimlik” kartını kullanmaya başladı. HDP öncülüğünde Kürt kökenli vatandaşlar sokaklara döküldü. Ben yazıyı kaleme aldığım saatlerde Diyarbakır, Van, Mardin, Batman ve Siirt kent merkezleri ile Dargeçit, Derik, Kızıltepe, Nusaybin, Mazıdağı, Ömerli, Savur, Erciş ve Kurtalan ilçelerinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Türkiye’deki “Kobani” eylemlerindeki ölü sayısı ise 12’ye ulaştı. Üstelik Hizbullah’ın yeni versiyonu olarak anılan HÜDAPAR’ın Twitter hesabından paylaşılan ve ölülerde parmakları olduğunu duyuran resimler, kontrgerillanın tekrar hortladığı şeklinde yorumlara sebep oluyor. ABD’nin bu etnik kartı kullanmasına Erdoğan “Bizi Kobani’ye yardım etmezsek ‘barış sürecinin’ biteceğiyle ilgili tehdit ediyorlar” şeklinde yanıt verdi.
            Kobani insani ve askeri yardım beklerken güçlerin yaptırım mücadelesi altında eziliyor. Tayyip Erdoğan iktidarını sağlamlaştırmaya çalışırken ABD bölgedeki politik ve ekonomik çıkarlarını gözetiyor. 

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 09.10.2014

3 Ekim 2014 Cuma

IŞİD TEZKERESİ




            Değil Suriye’deki iç savaş, daha Arap Baharı başladığından bu yana batı tarafından dikte edilen ve AKP hükümeti tarafından izlenen Ortadoğu politikasının Türkiye’ye geri dönülmez zararlar vereceğini yazmıştım. Elbette ki bunu tek öngören ben değildim ancak Türkiye kamuoyunda ilk yazanlardandım. Konu büyüdükçe, Erdoğan’ın popüleritesi ve yeni Osmanlı padişahı imajı artsın diye basına Arap Baharı haberleri pompalandıkça konuya ilgi arttı. Birçok aklıselim köşe yazarı da Erdoğan’ı ve peşinden giden insan yığınlarını uyardı. Ancak nafile! Ortadoğu’da bütün dengelerin kabuğu kırıldı. Ortadoğu karman çorman, barışa kavuşması yakın tarih için neredeyse imkansız bir yer haline geldi. Artık yazmaya gerek yok, çoğunuz Ortadoğu’daki bu tablonun nasıl ve ne şekilde AKP ürünü olduğunu biliyorsunuz. Bugün en uzun kara sınırını paylaştığımız Suriye içindeki küçük terör gruplarının ve Suriye’deki kaos ortamının bize olumsuz etkileri çok olacak. Besleyip büyütürken “Türkiye’yi Pakistanla aynı kadere sürükleyeceğini” yazdığımız IŞİD’in etkileri belki de  önümüzdeki on sene boyunca sürecek. Bugün müttefik devletlerin bir koalisyon kurarak IŞİD’i vurması gündemde. Türkiye’de tezkere görüşülüyor. Belki de yazı baskıya girdiğinde tezkere çıkmış olacak. Ancak gerçek şu ki IŞİD’i bitirmek bugünden bakarsak imkansız. IŞİD’in kurulduğu coğrafya zaten devlet otoritelerinin zayıf olduğu bir coğrafya. Suriye’deki iç savaş ve Irak’ın içinde bulunduğu ortam göz önüne alındığında IŞİD’in buralarda ne kadar kök saldığını tahayyül dahi edemeyiz. Arap Baharı darbelerinde Türkiye oynadığı rol gereği bu coğrafya ile sınırlarını eritti. Batı bloğunun taraf değiştirmesi ve Ortadoğu batağında Türkiye’yi bu bela ile yalnız bırakması akabinde teröristlerin şehir değiştirir gibi Türkiye’ye nasıl girip çıktıklarını batı medyasından izledik. Dün “şeffaf demokrasi” adına Genelkurmayın kozmik odalarına girenlerin bugün bu bölgelere giden şaibeli tırları nasıl aratmadığını ve halktan gerçekleri saklayışına tanık olduk. Başta İstanbul olmak üzere birçok büyük kent ve özellikle doğuda ilçelerde dahi IŞİD militanlarının “cihat yapmak” için nasıl toplandığını New York Times’dan okuyor, basına sızan Alman istihbarat raporlarından görüyoruz. IŞİD, Suriye ve Irak içinde ne kadar derin bir ağa sahipse Türkiye içinde de o kadar büyük bir ağa sahip. Üstelik, IŞİD’in hakimiyet alanının düzenli bir devlet geleneğinde olmadığı ve düzenli bir orduya sahip olmadığını da göz önüne aldığımızda Batı Bloğunun Türkiye’yi de dahil ederek kurduğu koalisyon kuvvetlerinin IŞİD’i bitirmede hiçbir başarı elde edemeyeceği açık. Bugün kendini bir “devlet” olarak adlandırabilecek güçte ve hakimiyet alanına sahip bir terör örgütü bu tarz bir müdahalede ancak ve ancak zayıflatılabilir. Kalan kırıntıları ise Türkiye’yi kana bulamaya; kaos ortamına sürüklemeye; siyasi, sosyal ve ekonomik refahını tehdit etmeye yetecek ölçekte olacaktır.
            ABD Arap Baharı’nda piyon olarak kullandığı birçok siyasal İslamcı grup ve terör örgütünün kontrolünü kaybetti. Mısır’da Mursi gitti, Libya’da biz basından bu kez duymasak da yeni bir iç savaş mevcut. Tunus’da ise AKP’nin kopyası En Nahda iktidarı sallantıda! IŞİD ise ABD’nin başta petrol rafineleri ve Bağımsız Kürt Devleti çıkarlarını tehdit eder halde. 80’li yıllardan beri aşina olduğumuz yeşil kuşak veya diğer adıyla siyasal islam ABD için o yıllardakiyle aynı şekilde sonuçlanmış; bu kez de başarısız olunmuştur. ABD menşeli düşünce kuruluşlarından fırlayan Arap Baharı artık bir kenara atılmış, aktörler değiştirilerek yeni “düşmanlar” yaratılmıştır. IŞİD artık koalisyon kuvvetlerinin başını çektiği devletleri en az tehdit eder hale sokulacaktır.
            Tayyip Erdoğan’ı bugüne değin Arap Baharı konusunda, tarihten de ders alması alması için örneklerle uyardık. ABD tarafından çıkarları için kullanılan Rıza Pehlevi, Saddam Hüseyin, Zeynel Bin Abidin, Hüsnü Mübarek gibi zamanı geldiğinde bir köşeye atılacağını söyledik. Öyle de oldu. 2013 yılının başından beri kendisi istenmeyen adam. Tek başında bırakıldığı IŞİD konusunda bu kadar dibe batması, Reyhanlı saldırısı, kendisini yere göğe sığdıramayan batı basının bugün kendisine karşı takındığı tavır, uluslar arası arenada Türkiye’nin imajını yerlerde sürükleyecek kadar yalnız bırakılmış bir lider olarak kalması ve son ABD ziyaretinde yaşadıkları bize yansıyanlardan sadece birkaçı. Ancak AKP hükümeti ve Erdoğan tarihten ders almadığı gibi kendi yakın geçmişlerinden de ders almıyor. ABD ziyaretinden tezkere haberiyle dönen Erdoğan, koalisyonun IŞİD’i vurmasının hemen ardından yine bu gruplarla baş başa kalacağını fark etmiyor.
            AKP hükümeti hemen tezkereye karşı çıkanları ve desteklemeyecek partileri IŞİD’çi ilan etti. Birileri emir verdi, düşman değişti. Tezkere yazısında geçen yıldan farklı olarak “Suriye rejimi” ifadesi kalktı. Artık düşman Esad değil. Tezkerede düşündürücü olan diğer husus ise “Yabancı silahlı kuvvetler” ifadesi. Türkiye toprakları koalisyonun manevra alanı ve lojistik askeri desteği için yabancı askerlere açılıyor. Ancak koalisyon kuvvetlerine hangi ülkelerin katılacağı belli iken tezkere metninde ülke isimlerinin belirtilmemesi, bugün hakimiyet alanı çatışmalarında IŞİD ile savaşan diğer terör örgütlerinin de Türkiye’yi kullanacağı ve burada kamplarda eğitim alıp almayacağı konusunda soru işaretleri bırakıyor! Üstelik koalisyon kuvvetleri IŞİD’e müdahaleyi havadan gerçekleştirecekken Türk askerinin bu bölgeye karadan sokulacak olması Türkiye’nin başında çok büyük dertler açacaktır.
            Kısaca, IŞİD’e karşı kurulan koalisyon kuvvetlerinin bu örgütü tamamen bitirmesi imkansızdır. Ancak ve ancak zayıflatabilir. Türkiye içindeki IŞİD ağı, bizleri yeni bir terör örgütüyle tanıştıracaktır. Yöntemleri ile acımazsızlıklarını gösteren bu örgütün, bu tezkere ile Türkiye kentlerini terör saldırıları ile hedef alması muhtemeldir. Örgütün operasyondan sonra oluşması muhtemel Türkiye kolu, yine muhtemelen daha önce Hizbullah’ta gördüğümüz gibi aydınlarımızı hedef alacaktır. Geçtiğimiz hafta tanık olduğumuz gibi üniversitelerimize sızacaktır. IŞİD’in beslenmesinin akabinde bir de Batı çıkarlarına yetecek kadar küçültülmesi bizim başımıza bela olacaktır.  Ne diğer liderlerden ne de kendi tarihlerinden ders almayan AKP, yine dımdızlak ortada kalacak, kendiyle birlikte bizleri de karanlığın içine itecektir.
            İyi Bayramlar değerli okurlar…

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 03.10.2014