25 Temmuz 2013 Perşembe

YANDAŞLIKTAN TERS YÜZ OLMUŞ AK-MEDYA





           Gezi Parkı Eylemleri başlar başlamaz yandaş medya kuruluşları tek basın bürosundan dağıtılmışçasına haberlerini aynı üslup ve formatta okuyucusuna ve izleyicisine aktardı. Manşetleri aynı atılmış, haberleri aynı doğrultuda çarpıtılıp yazılmış gazeteler; görüntüleri özenle ayıklanıp, montajlanmış ve aynı elden yazılmış haber metinleriyle izleyicisiyle buluşan haber programları…
            Gezi Direnişi tamamen barışçıl başlayıp, barışçıl devam eden ve Türkiye tarihinin bugüne dek gördüğü en geniş katılımlı halk hareketiydi. Her siyasi görüşten, her kutuptan, toplumun her kesiminden ve her yaştan insanı içinde barındıran heterojen bir “ayaklanmaydı”.
            Bu tablo bugüne değin karşısında hiçbir muhalefet ile karşılaşmayan ve istediği gibi at oynatan AKP’nin yüzüne balyoz gibi çarptı. Bu tablonun acı gerçeği karşısında Başbakan Erdoğan ve “kurmayları” çok büyük bir panik yaşadılar. Olayları karalamak için her yol denendi. En başta AKP’nin vazgeçilmezi din sömürüsü çıktı ortaya… Camide içki içildiğine, “türbanlı bacılarına” saldırıldığına dair bindir masal ve ardından dükkanları yağmaladılar, kamu binalarını yaktılar gibi bilindik söylemler…
            Yandaş basının Başbakan Erdoğan’ın söylemlerinin ertesinde yayınladığı haberlere bakarsanız aslında gazetelere atılan manşetlerin, yazılan haber metinlerinin ve izleyicilere sunulan görüntülerin hangi kaynaktan çıktığını hemen anlarsınız.
            Televizyon kanalları direnişçilerin “ne kadar vahşi” olduğunu kanıtlamak için canlarını dişlerine taktılar! Ellerindeki görüntüler o kadar azdı ki, sürekli aynı görüntüleri çevirip durdu hepsi. Hiçbiri direnişi canlı yayınlayacak kadar “tarafsız haberciliği” ilke edinmemişti. Zira korktukları, direnişi canlı yayınlarlarsa vandal gibi göstermeye çalıştıkları eylemcilerin ne kadar barışçıl olduğunu kanıtlamış olacaklarıydı. Onun yerine, uluslar arası sözleşmeleri, anayasayı, kanunları ve yönetmelikleri çiğneyen; ölümlere sebep olmuş, onlarca organ kaybına neden olmuş ve onlarcası ağır olmak üzere 10.000’in üzerinde yaralanmaya sebebiyet vermiş polis müdahalesi karşısında kendini korumaya çalışan insanların barikat kurma görüntülerini ya da ellerine ne geçerse can havli ile polise atmalarını kesip biçip gösterdi bu kanallar! “Başlık “vandallıktı”… Halbuki, hukuksuzca ve vahşicesine gelişen polis müdahalesi karşısında barikat kurmak ve yerden alınan ufak taşları polise atmak “o denli” bir müdahalede nefsi müdafaaydı. Çünkü polis kanunları ve müdahale sınırını aştığı an nefsi müdafaa hakkı doğar. Kaldı ki elinde demir cop, gaz bombası tüfeği bulunan tomalar ile su, helikopterler ile topluluğun üzerine biber gazı yağdıran polise karşı taş atmakta silahların eşitliği bile yoktur, bu çok zayıf bir savunmadır! Bu nefsi müdafaaya şehir eşkıyalığı veya vandallık demek “ahmaklıktır”!
Taş atan ve koşuşturan eylemciden başka gösterecek “Vandallık” görüntüsü olmayan yandaş medya AKP’nin iddia ettiği gibi yakılıp yıkılan kamu binası ya da esnaf görüntüsü gösteremedi… Bu iddiaları destekleyecek mobese görüntüleri de bulunmamaktaydı… Gezi direnişinden canlı yayın yapan Ulusal Kanal ve Halk Tv’nin, ayrıca cep telefonlarından yayın yapan eylemcilerin görüntülerine bakılacak olursa, eylemcilerden yana hiçbir şiddet söz konusu değildi… Zaten meydanlara ve sokaklara polis inmedikçe hiçbir olay yaşanmaması da gerçeği açıkça gözler önüne sermekteydi…
Yandaş gazeteler de şu malum yerden çıkan iddiaları gerçek haber gibi okuyucusunun önüne koydu. Altı gazete birden aynı manşetle basılmış, haberleri ise manşetleri gibi aynı elden yazılmıştı… Direniş boyunca farklı farklı yerlerden saldırıya uğramış “türbanlı bacı” haberleri yer aldı sayfalarında. Camide içki içildiği iddiaları çarşaf çarşaf basıldı çözülmeye başlayan AKP seçmenini din sömürü ile bir arada tutabilmek için. Gazetelerde kırılmış vitrin camı ve araba camı fotoğraflarından geçilmiyordu. Gerçekte biber gazı kapsülleri nedeniyle ya da polis ile “palalı militanların” eylemci dövdüğü sırada kırılan cam fotoğrafları “eylemcilerin Vandal olduğunu kanıtlamak için” basılmıştı. Dövülen ve başı zorla açılan türbanlı vatandaş masalları en başından beri inandırıcı değildi. Zira sokağa inen 79 ilde de bir sürü türbanlı hanım protestolara katılmıştı… Beşiktaş’ta yüz kişi tarafından çok kötü dayak yediği ve üzerine idrar yapıldığı iddia edilen türbanlı hanımın adli tıp raporuna göre kolunda ufak bir morluk olduğu ortaya çıktı ve bu ana dair hiçbir mobese görüntüsünün olmaması olayın ne derece kolpa bir yalan olduğunu gözler önüne serdi. Camide içki içildiği iddialarını manşet yaparak veren gazeteler ne müezzine inandı ne de cami içinde ağır yaralı insanları, krizler geçiren vatandaşları o hale kimin getirdiği ile ilgilendi. Ama ahmak haber anlayışları gereği, dışarıda vahşi bir polis müdahalesi devam ederken ve insanlar cami içinde ağır yaralıyken “içkili alem yapılabileceği” ihtimali yandaş basın için daha gerçekçiydi…
Yandaş basın, polis kurşunuyla ölen Ethem Sarısülük’ten, palalı ve sopalı “gerçek vandal” rejim milislerince katledilen Abdullah Cömert ve Ali İsmail Korkmaz’dan bahsetmedi… Katledilen bu insanların olay yerindeki mobese kayıtlarının silindiği de yer almadı yandaşlık kokan bu sayfalarda! Polisin müdahalelerinde hukuku nasıl çiğnediği; barışçıl eylemciler olmalarına rağmen gözlerini kaybeden, beyin travması yaşayan, kolu bacağı kırılan on binin üzerinde yaralıyı polisin hangi hakla ve nasıl yaraladığı sorgulanıp yazılmadı. Polisin bir temiz dövüp komalık ettiği, hatta öldü sanıp ateşe attığı insanlar bu gazetelerin sayfalarına taşınmadı!.. Yargının usulsüz yargılamaları ve tutuklama kararları da yer almadı bu haberlerde… 
Direnişin ilk gününden bu yana AKP’nin ortaya attığı vandalizm hikayelerinin, buna benzer saçma iddiaların ve yandaş basının bu iddialar doğrultusunda yaptığı haberlerin çürütülüp aksi kanıtlanmasına rağmen, Başbakan Erdoğan, bakanlar ve yandaş gazeteler aynı yalan haberlerine tam gaz devam ediyorlar. Bu, Gezi Direnişinin haklılığı karşısında iktidarın elinin kolunun bağlandığını ve bağımsız ve katışıksız halk tabanının tek yürek olduğu eylemlerin AKP’yi ne kadar korkuttuğunu ve sarstığını gösterir… Gerçekleri bu kadar azimle saklama ve karalama girişimi, yalanlarının ortaya çıkması pahasına yapılan hamasi açıklamalar bunun tezahürüdür. Ancak, tarih bugünleri yandaş basının haber metinleri gibi yazmayacak!.. Tarih Gezi Direnişini, halkın tek tek elinden alınan özgürlüklerini elde etmek, yok edilmeye çalışılan cumhuriyet değerlerine ve Atatürk’e sahip çıkmak, 11 yıldır süre gelen korku imparatorluğu ve istibdatı yıkmak için yaptığı barışçıl eylemler olarak kaydedecek ve tiranlaşan hatta diktatörleşen AKP rejiminin kendi halkına nasıl savaş açtığını, iktidarını korumak pahasına her yolu mubah gördüğünü yazacak!


                                                                                                          Gündem Gazetesi 25.072013

18 Temmuz 2013 Perşembe

AKP TEPE TAKLAK YUVARLANIYOR!



             31 Mayıs’tan beri devam eden Gezi Parkı eylemleri AKP hükümetiyle ilgili birçok gerçeği ortaya koydu. Gerek ‘baskı altına alınmış ve muhalif hiçbir söylemde bulunamayacak kadar sindirilmiş’ ulusal basın, gerek de bugüne kadar Tayyip Erdoğan’ı bölgede lidermiş gibi şişiren ve Ilımlı İslam’ı Ortadoğu ülkelerine “Türkiye Modeli” diye yutturmaya çalışan uluslar arası basın, AKP gerçekleri ile karşı karşıya gelmek zorunda kaldı!
            Gezi Parkı eylemlerinin başladığı ilk gün Türk medyası tarihindeki en kara günü yaşayanlardan biriydi. Zira, birkaç televizyon kanalı dışında olaylardan bahseden hiçbir televizyon kanalı olmadı! Devam eden günlerde ise televizyon kanalları AKP propagandasına ve Gezi Parkı eylemlerini darbeci ve vandal eylemler olarak lanse etmeye başladı. Olayları tarafsızca ve canlı yayınlarla verebilen korkusuz kanalların aksine, bu yandaş medya kuruluşları, görüntüleri “kesip biçerek” eylemcileri vandal gibi gösteren seçmece görüntüleri yayınladılar. Canlı yayın yapacak cesaretleri ve izinleri yoktu, zira canlı yayın yapsalardı görüntüler ‘halkın ne denli barışçı olduğunu’ gösterecekti. Türk medyasının bu tavrı 11 yıl boyunca dezenformasyonlarla adeta uykuya yatırılan Türk halkının uyanmasını sağladı. Televizyon izleyicisi Gezi Parkı eylemlerini naklen veren yayın kuruluşlarını izlemeye başladı ve bu kanallar 31 Mayıs’tan bu yana her gün en çok izlenen kanallar oldu! 
            AKP iktidarı süresince uyutulmuş ve dezenformasyonlarla beyni yıkanmış halkın çok büyük kesimi, haberler arasındaki farkı ve çarpıtmayı gördü. Üstelik görülen fark ve çarpıtmalar sadece “Gezi Parkı” eylemleriyle ilgili değildi!..  İnsanlar bugüne değin yaratılan en demokrat, en eşitlikçi, en özgürlükçü, ekonomiyi en iyi idare eden, en bütünleştirici iktidar imajının fos olduğunu da anladı!..
            Öyle ki, AKP darbe karşıtı söylemleri, özgürlükçü ve eşitlikçi propagandası ile oylarını çekmeyi başardığı liberalleri, bazı sosyal demokratları ve bazı sosyalist kesimleri Gezi Direnişi sırasında kaybetti. Zira insanlar AKP’nin askeri vesayet paranoyası yaratıp nasıl bir sivil vesayet kurduğunu, meclis de dahil olmak üzere kuvvetler ayrılığı erklerini nasıl susturduğunu, basının nasıl baskı altına alındığını, bürokratların halka değil direk iktidara hizmet ettiğini ve daha birçok cuntavari uygulamayı Gezi Parkı direnişinde fark etti. Kısaca AKP’nin darbelere rahmet okutan ve her türlü muhalefeti gerek hukuk(!), gerek ekonomi gerek de şiddet ile terbiye edip susturan bir yönetim olduğu bu kesimlerce fark edildi…
            AKP’nin ağırlıklı olarak milliyetçi kesimden aldığı merkez sağ oyları da kaçtı gitti. Özellikle açılım süreci ile “Kürt vatandaşlarla alakası olmayan ve PKK ile görüşmeler yapılarak ilerleyen” , akiller rezaleti ile de üzerine mum dikilen süreç ile oylar zaten gitmeye başlamıştı. Gezi Olayları ile de iyice tiranlaşan, (ya da tiranlığı en kör seçmen tarafından bile fark edilecek hale gelen) kendi halkına uluslar arası sözleşmeleri, anayasayı ve kanunları hiçe sayıp korkunç polis müdahaleleri yaptıran, Tayyip Erdoğan’a karşı çıkan en ufak bir sesi susturan AKP hükümeti için bu dönemeçten sonra merkez sağ oylarının ezici bir kısmı hayal haline geldi!
            Gezi Parkı direnişine birçok türbanlı hanım da katıldı ve direniş ile doğan yeni Türkiye’ye çok şey kattılar hiç şüphesiz. Öncelikle vitrin Müslümanlarının, kendi türbanları üzerinden yaptıkları siyasetten duydukları sıkıntıyı dile getirdiler! Her seferinde din tüccarlarının türbanı en kazançlı oy kaynağı olarak görüp kutuplaştırma malzemesi olarak kullanmasından, İslam’ın siyasete alet edilmesinden ve vitrin Müslümanlarının gerçekten inanlara verdiği zarardan şikayetçi oldular. “Başörtüm inancım gereğidir, her türbanlı AKP’li değildir” vurgusu yaptılar. Vitrin Müslümanlığına ve dini değerlerin oy kaynağı olarak kullanılmasına tepki gösteren muhafazakar kesimler içinden de ciddi bir çözülme gerçekleşti.
            Gezi olayları ile maskesi düşen AKP, kemikleşmiş seçmeni ve her dönemin adamı diye tabir edilen “nerede iktidar, nerede koltuk garantisi, nerede iş ve ihale imkanı; oraya destek” anlayışındaki, sağ iktidar sol iktidar fark etmeksizin gücün peşinden ayrılmayan ama rüzgar ters esince tornistan yapan seçmenin oylarına kaldı!.. Son seçim anketlerinde AKP’ye yakın olan araştırma şirketlerinin sonuçları bile AKP’nin tek başına iktidar olamayacağını gösteriyor zaten!
            Bugüne kadar uluslar arası medya ile “dünya lideri” gibi önümüze servis edilen, bu imajla Ortadoğu’da da pek güzel liderlik(!) yapıveren AKP’nin uluslar arası medyada da imajı fosladı.  Tayyip Erdoğan’ı kısa bir süre önceye kadar “bölge lideri” olarak kapaklarına taşıyan tirajı yüksek dergi ve gazeteler kendisini şimdi kapaklarına padişah, diktatör benzetmeleri ile ve “Türkiye’de çizilse, çizerin zindanlarda çürüyeceği” tarzda karikatürler ile taşıyorlar.
            Uluslar arası televizyon kanallarında ise Ortadoğu’nun selameti için ( gerçekte kimin selameti için olduğu bariz tabi...) Türkiye’deki AKP iktidarı model alınmalı şeklinde tartışmalar yapılıp, Tayyip Erdoğan’ı bölgede daha etkin kılmak için methiyeler düzülürken şimdi aynı kanallarda Tayyip Erdoğan’ın nasıl baskıcı ve antidemokratik bir rejim kurduğu, iktidarı döneminde yaptığı insan hakkı ihlalleri ve “Ortadoğu’da izlediği politikalar” konuşulup, eleştiriliyor! Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı sürecinde yaptığı açıklamalar ve taze başdanışman Yiğit Bulut’un verdiği talihsiz demeçler de politik komedi şovlarında ve köşe yazılarında güldürü malzemesi olarak kullanılıyor. ( Aynısı Kuzey Kore’nin eski diktatörü Kim Jong Il için de yapılırdı)
            Medya desteği uluslar arası platformda her şey demektir. Bu destek çekildiği anda topa tutuluverirsiniz! 11 yıl boyunca uluslar arası basında çok iyi imaj “yarattırılan” AKP bunu tamamen kaybetti! Bunun yanında uluslar arası politikada da AKP’ye verilen batı desteği birden kesildi. Gezi Parkı direnişinde AKP’nin tutumuna üst üste sert tepkiler geldi, Avrupa Konseyinde istifa çağrıları bile yapıldı. Yaratılan “model lider” imajı, bu havayı yaratanlarca birden geri alındı. AKP’nin en yakını ABD, üst üste açıklamalar ile hükümeti uyardı. ABD ve AB desteğinin kaybedilmesi üzerine bir de Ortadoğu’da değişen dengeler buna eklenince AKP’nin neredeyse dış destekçisi kalmadı! Son olarak da Mısır’da yaşanan askeri darbe ile AKP hükümeti çok önemli bir müttefikini daha kaybetti, hem de yetmezmiş gibi Suudi Arabistan ve Katar ile Ortadoğu’da kurduğu “üçlü bahar kardeşliği” de çöküverdi. Filistin bile ( şu İsrail’e karşı yapılan şovlarla gözü en çok boyanan halk bile) Tayyip Erdoğan Hükümetinin İsrail ile çok sıkı ilişkiler içinde olduğunu duyurdu! Böylece AKP hükümeti lider pozisyonunda olduğu Ortadoğu'da 1 ayda tüm müttefiklerini ve kendine hayranlık duyan halkın sempatisini kaybetti! Bu tabloda ABD’nin “ılımlı islam” projesini çöpe atıldığı da çok barizdi. Zaten batıdan ithal liderlik, prestij ve demokrasi olmazdı…
            AKP Gezi Parkı ile gerek yurtiçinde gerekse yurt dışında “gerçek imajıyla” aniden ortada kaldı. Seçmeni içinden “yetmez ama evetçileri”, “merkez sağı” ve “bazı muhafazakarları” kaybetti. Belki de kendisini en çok ayakta tutan unsurlardan biri olan uluslar arası imaj ve uluslar arası destek çöküverdi!
            AKP’yi bundan sonra da çok zorlu bir süreç beklemekte! Hükümet’in başındakiler, Gezi Parkı sürecinde olduğu gibi halkı ayrıştıran, gerçeklik barındırmayan, toplumun hassasiyetlerini ve isteklerini okumadan yapılan söylemlere devam ederse ve limon, baret, gaz maskesi suç aleti sayılıp, bayrak satmak “isyana teşvik” olarak görülüp insanlar tutuklanırken; palalılar, sopalılar, Ethem’in, Ali’nin, Abdullah’ın katilleri dışarıda serbestçe dolaşırsa AKP’nin daha fazla seçmen kaybedeceği açıktır.
            Ortadoğu politikasının çökmesi ve dünyadaki imajının bozulmasının yanı sıra batıdan gelecek ekonomik destek olmazsa bir ekonomik kriz de kapıda! Şu an bile dolar aşağıda tutulamıyor, “faiz lobisi” diyen hükümet faizleri yükseltmeyi planlıyor! Bugüne kadar batıdan gelen ekonomik destek ile ülkeye sıcak para sokulması sağlanılıp “kriz teğet geçti” denilirken ve insanların cebi 5 kuruş para görmezken batı destekli sıcak para sayesinde “ekonomi iyi” denirken, şimdi AKP hükümeti eski desteği alamayacaktır! Bu yıl içinde ödenmesi gereken 151 milyar dolarlık dış borç da eskisi gibi esnetilmeyecek ya da ertelenmeyecektir. Bu da zaten bugüne kadar iyi olmasa da “iyi imajı yaratılmış” ekonominin artık o imaj yaratılamayacak kadar kötü duruma gelmesine neden olacaktır!
            AKP hükümeti gerek seçmen tabanı, gerek uluslar arası siyaset, gerek Ortadoğu politikası, gerek basın desteği gerek de ekonomik anlamda bir kıskacın içine girmekte! 11 yıllık iktidarı boyunca takındığı, muhalefeti dinlememe, halkı dinlememe, vatandaşın taleplerine ve isteklerine kulak asmama tutumu ve Gezi Parkı ile de iyice ayyuka çıkan antidemokratik yapısı ile AKP, halka kulak asmayan, dediğim dedik iktidarların ve korku imparatorluğu ile yol alabilmiş yönetimlerin hazin sonunu paylaşacak gibi görünüyor!


                                                                                                                     Gündem Gazetesi 18.07.2013
           

11 Temmuz 2013 Perşembe

TURUNCU DEVRİMLER, ARAP BAHARI VE GEZİ PARKI OLAYLARI!





İki yılı aşkın süredir Arap Baharıyla ilgili bu köşeden size sesleniyorum. Verdiğim 30’un üzerinde Arap Baharı konulu yazıda sizlere başta ABD olmak üzere birçok batılı devletin ve uluslar arası kuruluşun Ortadoğu ülkelerine Arap Baharı adı altında nasıl darbe ithal ettiğini, batı tarafından fonlanan ve bölgedeki liderler tarafından da desteklenen grupların suni devrimler yaptığını anlatmıştım. Ortadoğu bölgesinde ABD ile kol kola girip bu ithal edilen darbeleri destekleyen liderlerden biri de Recep Tayyip Erdoğan’dı. Tunus ayaklanmalarında ABD ile aynı söylemleri kullanmış; muhaliflere her türlü medya desteğini vermişti. Libya ve Mısır için daha da büyük fedakarlıklar yapan Erdoğan devletin kasasından milyonlarca TL’yi darbe ithal eden ülkeler ve kuruluşlarca eğitilmiş kişilere aktarmıştı. Libya’daki muhalefet için, “şişirilen Ortadoğu’nun lideri” imajıyla her türlü politik desteği ve medya desteğini sağlamış; devletin imkanlarını yaralılar için seferber edip Libyalı muhalifleri gemilerle Türkiye’ye taşımış, özel hastanelerde tedavi ettirmiş; kimini de özel uçaklarla Avrupa’ya göndermişti! Mısır için de aynı politik desteği ve medya desteğini vermiş; Müslüman Kardeşler muzaffer olsun diye “bilinen” 2 milyon TL’yi bavullarla Mısır’a taşımıştı! Dönemin(2007) ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice’ın da “Ortadoğu’nun dönüşümü” adlı makalesinde bahsettiği, ülkelerin rejimlerinin ve sınırlarının değişeceği Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında gerçekleşen bu ithal darbe silsilesinde Başbakan Erdoğan da eşbaşkan olduğunu açıklamış, bölgede suni devrimler yaşanırken verdiği sınırsız destek ile de eşbaşkanlığını alnı AK bir biçimde yapmıştı.
            Yukarıda bahsettiğim darbe imal eden uluslar arası kuruluşlar ABD menşelidir. Bu kuruluşlar bizzat ABD tarafından ve meşhur SOROS’un Açık Toplum Vakfı adı altındaki darbe imalat vakfı tarafından fonlanmaktadır. Merkezi Sırbistan’da bulunan OTPOR ve 50 farklı ülkede faaliyet gösteren, Amerikan çıkarlarındaki sokak hareketleri için eylemci yetiştiren CANVAS bu kuruluşların en aktifleridir.
            Bugün, Arap Baharını yaptıran AKP Gezi Parkı olaylarını da Soros’un himayesindeki OTPOR ve CANVAS’ın yaptırıldığını iddia ederek olayları karalamaya çalışmaktadır. Bugüne kadar Arap Baharını gerçek bir halk hareketi olarak lanse eden, OTPOR ve CANVAS’ı görmezden gelen AKP ve medyası çaresizlik eseri olacaktır ki bu iki grubun darbe imal ettiğini kabul etmek zorunda kaldı. Bu yazıda ABD ve Soros güdümündeki OTPOR ve CANVAS’ın kısa tarihini, hiç değişmeyen darbe şablonlarını ve Gezi Parkı olaylarıyla ilişkisi olup olmadığını inceleyeceğiz.
                                               OTPOR VE CANVAS NEDİR?
            OTPOR, Merkezi Sırbistan’da bulunan ve ABD’nin ilk sivil itaatsizlik ile darbe yaptırdığı gençlik hareketidir. OTPOR ilk kez Yugoslavya’da sivil itaatsizlik eylemleri ile ortaya çıkmış, Miloseviç’i bu yolla devirmiştir! CANVAS ise OTPOR adlı grubun uzantısıdır ve aynı amaçlar ile çalışmaktadır. OTPOR Miloseviç’i devirmeden önce eğitimlerini ABD’nin emekli generallerinden almış, CANVAS’ı da bu bilgiler ışığında eğitmişti. Başta ABD ve Soros tarafından fonlanan bu gruplar Miloseviç’i devirdikten sonra ABD’nin işaret ettiği ülkelerden aktivistleri eğiterek bu ülkelerde de aynı sahte devrimlerin yapılmasını sağladılar!
                                               TURUNCU DEVRİMLER
            Miloseviç’in devrilmesinin ardından ilk Turuncu Darbe “Gürcistan’da” gerçekleşti. Ülkenin başındaki Shevernadze özelleştirmeye karşıydı. ABD ile değil Rusya ile yakın ilişkiler içindeydi. ABD’nin Rusya’nın hemen dibine dikmek istediği askeri üsleri vermedi. Bunun üzerine OTPOR harekete geçti ve o bilindik sivil darbeyi gerçekleştirmek için düğmeye bastı. Bu darbede baş aktör Amerika’dan tahsilli Mikehil Saakashvili’ydi. Saakashvili’nin öncülüğündeki darbe için günler öncesinden çağrılar yapılmaya başlanmıştı. Sokağa çıkma vakti geldiğinde her gün meydanlar dolmaya başlamıştı. O güne kadar hükümet aleyhtarı tek kelime edemeyen medya kuruluşları eylemlerin başarılı olacağını biliyormuş gibi ağız değiştirdiler ve eylemcilere sonsuz destek verdiler! Meydanlar boşaldığında Shevernadze gitmiş, liberal ekonomiyi savunan; aşağı yukarı her kurumu özelleştirecek olan ve Rusya’nın dibine askeri üsler diktirecek Saakashvili iktidara oturmuştu.
Çok geçmeden Rusya’nın etrafındaki ABD’ye yakın olmayan devletlerde bu “Turuncu Devrimler” gerçekleşti. Ukrayna, Kırgızistan ve Özbekistan’da da aynı şablonlarda hazırlanmış OTPOR darbeleri yaşandı. OTPOR tarafından eğitim almış bir siyasi lider gruplara öncülük etti, baskı altındaki medya korkusuzca taraf değiştirdi. Günler öncesinden yapılan çağrılarla insanlar meydanlara dolduruldu; sıkı çalışmaların sonunda turuncu bayraklar ya da Gürcistan’daki gibi yeni rejimin bayrakları binlerce insana verilecek kadar çokça bastırılmıştı! Meydanlar boşaldığında iktidara gelenler hep liberal ekonomi ve ABD yanlısıydı.
Fetullah Gülen’in sağ kolu olan ve daha sonra Gülen Hareketi’nden ayrılan Nurettin Veren, Fetullah Gülen’in Gürcistan, Kırgızistan ve Özbekistan’daki okulları ile bu ülkelerde nasıl darbeler yaptırdığını “Kuşatma” adlı kitabında anlatıyor ve ekliyor “Gülen okulları ve Soros’un açık toplum vakfı birlikte çalışıyor, okullardaki öğretmenler ABD ajanı, öğrenciler ise rejimlerin içine yerleştiriliyor!”
Turuncu darbeleri de OTPOR’un yaptığı Arap Baharı’ndaki gibi gizlenmiyor! Gürcistan’daki Gül devriminin ardından George Soros ekranlara çıkıp “Gürcistan’daki rejimi ben değiştirdim” diye bas bas bağırmaya başlamıştı!
            TURUNCU DEVRİMLERDEN ARAP BAHARINA OTPOR!
OTPOR’un Turuncu Devrimlerde “siyasi liderlere” öncülük ettirdiği çakma devrimlerin baş aktörü bu kez “siviller” olacaktı. Arap Baharı’nda halkı ayağa kaldıran ve onlara öncülük eden OTPOR ve CANVAS eğitimi almış gençler sokağa dökülecekleri yönlendirecekti. Bu gençler ABD ve Sırbistan’da eğitim görüyorlar, “akıllı bir sokak hareketi nasıl örgütlenir” bunu öğreniyorlardı.
Halk sokağa dökülmeden önce, “akıllı eylemlerin nasıl yapılacağının” eğitimini alan aktivistler videolar hazırlayarak sosyal medyaya servis ediyorlar, ardından “nefret günü” düzenleyerek eylemlerine başlıyorlardı. Günler öncesinden binlerce hatta milyonlarca insana ulaşılıyor, eylem günü büyük insan yığınları meydanlara iniyordu.
Örneğin Mısır’da insanları sokağa döken Muhammed Adel, Ahmet Maher ve Vail Gonim’di. Hepsi çok güzel CANVAS eğitimi almış; 6 Nisan Hareketini kurup sosyal medyada örgütledikleri insanları “nefret gününde” sokağa dökmüşlerdi. Hazırladıkları etkileyici videolar Mısırlıları bam tellerinden vurmuş, hepsi nefret gününde meydanlara inmeye hazır hale getirilmişti!
“Akıllı eylem taktiklerini” bilen bu üç isim çok büyük halk kitlelerini yönlendirebilmişler ( Türk basınında da iddia edildiği üzere tamamen sivil olsalardı yani CANVAS eğitimine tabi tutulmuş olmasalardı bunu başaramazlardır!), atılacak sloganlardan sokakta sergilenecek davranışlara kadar insanları kontrol edebilmişlerdi. Eylemler göz kulak olunabilecek yerlerde düzenlenmiş, genellikle Kahire ve İskenderiye gibi büyük kentlerde yapılmıştı; Tunus ve Libya’da da sadece büyük kentler gösterilere sahne olmuş, ülke geneline olaylar yayılmamıştı. Kontrolü böyle daha kolaydı.
Atılan tek slogan “demokrasiydi”. Hani şu ABD’nin Ortadoğu’ya AKP ile getirdiği demokrasi… Hani şu bilindik ileri demokrasi! Ancak sokağa dökülen halktan emperyalizme karşı, Ortadoğu’da yürütülen NATO operasyonlarına karşı, Amerikan sermayesi tarafından yolunmuş tavuğa çevrilen ekonomiye karşı ya da Ortadoğu’da yürütülen ABD’nin askeri operasyonlarına ve Büyük Ortadoğu Projesine karşı tek bir slogan atılmıyordu! Demokrasi kadar büyük sorunları olan bu konulardan şikayet ettirilmiyorlardı!
Arap coğrafyasındaki diktatör baskısı altında olan televizyon kanalları, yöneticilerin devrileceğinden emin bir biçimde bir günde göstericilerin tarafına dönüveriyorlardı! Adeta bir düğmeye basılmış gibi… Her ülkede halkı sokağa döken Ahmet Maher ya da Vail Gonim gibi isimler bu kez televizyon televizyon dolaşıp propagandalarını daha geniş kitlelere yayıyor; tiyatral ağlamalar ve halkı ateşleyici konuşmalar ile sosyal medya ile ulaşamadıkları büyük halk kitlelerini sokaklara döküyorlardı…
Meydanlar doluyor, boşaldıklarında ise liderler gitmiş, yerine yenileri gelmiş oluyordu! Şablon Turuncu Devrimlerdekiyle aynıydı, tüm Arap coğrafyası tıpatıp aynı yöntem ile ayağa kalkmıştı!
GEZİ PARKI EYLEMLERİNİ OTPOR MU DÜZENLEMİŞTİR?
            OTPOR ve CANVAS devrimlerinin, yani Amerika’dan ithal çakma halk devrimlerinin şablonu aynıdır. Yugoslavya’dan Turuncu Devrimlere ve Arap Baharına hiçbir değişiklik göstermemiştir.
            Gezi Parkı’ndan başlayarak özgürlük taleplerini dile getiren halkın eylemlerine dönüşen “Gezi Parkı Eylemleri” ise bu şablondan çok uzaktır. En başta bu eylemler günler öncesinden planlanmamış, sosyal medya üzerinden “nefret günü” ya da “öfke günü” olarak örgütlenilip sokağa inilmemiştir. Gezi Parkı eylemleri polisin aşırı güç kullanımı sonrası, aynı gün Gezi Parkı’na arkadaşlarına desteğe gelenlere polisin daha da sert hatta insanlık dışı müdahalesi sonucu çok büyük bir halk hareketi halini almıştır. Polis, her türlü uluslar arası sözleşmeyi çiğneyerek, anayasa ve kanunlara uymadan yaptığı müdahaleleri sertleştirdikçe halk daha da sokağa çıkmış, aşağı yukarı Türkiye’nin tüm illeri sokağa dökülmüştür. Kısaca, Gezi Parkı Eylemleri’nde OTPOR darbelerinin tersine halk günlerce örgütlenmeden; doğal bir toplumsal refleks olarak bir günde sokağa inmiştir.
            OTPOR’un çakma halk devrimlerinde, büyük kalabalıkları yönlendiren; CANVAS eğitimi almış “aktivistler” Gezi Parkı eylemlerinde yoktu! Kalabalıkları yönlendiren, onları günler öncesinden örgütleyip; meydanlarda ne slogan atacaklarına ve nasıl davranacaklarına karar veren Ahmet Maher ya da Vail Gonim gibi baş aktörler yoktu. Halen devam eden eylemlerde kararlar ortak alınıyor, birlikte hareket ediliyor. Zaten yapılan eylemlerdeki organizasyon eksikleri, dağınık yürüyüşler ya da lidersiz eylemci kitleleri OTPOR darbecileri tarafından şansa bırakılmayacak kadar hassas;“akıllı eylem nasıl yapılır” dersiyle uyuşmayacak kadar acemidir!
            Gezi Parkı eylemcilerinin talepleri de özgürlük ve demokrasidir! Ancak Arapların aksine emperyalizme karşı sloganlar da atılmakta, Amerikan ve diğer batı sermayelerine karşı büyük bir tepki gösterilmektedir. Amerika’nın Ortadoğu üzerindeki operasyonlarına karşı sloganlar atılmakla beraber AKP’nin Amerika ile yürüttüğü Suriye politikaları da forumlarda tartışılmakta ve çok büyük tepkiler çekmektedir. Bunun yanı sıra, Gezi Eylemleri ile Amerikan zincir restoranları başta olmak üzere birçok Amerikan şirketi boykot edilmeye başlanmıştır. Boykot edilen restoranlar, televizyon kanalları, giyim mağazaları, bankalar sadece Amerikan şirketleriyle de sınırlı değildir! OTPOR darbelerinin hepsinde iktidara gelen hükümetler halkı çılgın bir tüketime sürüklemiş, ülkelerini Pazar haline getirmişlerdir. OTPOR’un yapacağı hiçbir darbede halk, markaların boykotlarına; özellikle Amerikan şirketlerine karşı boykotlara gitmezler! Amaç zaten daha tüketici bir toplum yaratmaktır, bilinçli tüketme hamlelerine OTPOR darbelerinde imkan yoktur!
            OTPOR darbe şablonlarından biri de televizyon kanallarının aniden eylemcilerin yanında yer almasıdır. Türkiye’de de basın sınırsız sansüre ve baskıya maruz kalmaktadır. Ancak Türkiye’de baskı altındaki hiçbir basın kuruluşu Turuncu Devrimler’de ya da Arap Baharı’nda olduğu gibi birden diktatörün baskısından kurtulup eylemcilerin yanında yer almamıştır. Bırakın göstericilerin yanında yer almayı, tarafsız yayın ilkelerine bile uyup yayın yapmamış; olaylardan belli bir süre hiç bahsetmemiştir. Kısa bir sürecin ardından olayları yayınlamaya başlayan yayın kuruluşları eylemcilerin protestolarını manipülatif  haberlerle karamışlardır. OTPOR darbeleri basın desteksiz yapılmaz, yapılamaz! Türkiye’de OTPOR darbelerinin yapıldığı ülkelerdekilerin aksine eylemcilere hiçbir basın desteği gösterilmemiştir.
            Yukarıda yazdığım, OTPOR’un hem Turuncu Darbeleri’nde hem de Arap Baharı’nda uyguladığı değişmeyen şablon Gezi Parkı olaylarında yoktur! İyi eğitimli aktivistler bu eylemlerde boy göstermemiş, olaylar OTPOR’un şablonları ile tezahür etmemiştir.
            Irak’da Saddam, Mısır’da Mübarek, Suriye’de Esad Amerikan çıkarları için birer tehlikeydiler. O halde devrilmeleri gerekiyordu. Saddam, savaşla; Mübarek halk devrimiyle gitti, Esad iç savaş ile devrilmeye çalışılıyor. Peki, ABD ve Soros’un açık toplum vakfı tarafından fonanlanan OTPOR ve CANVAS niçin AKP hükümetini devirmek amacıyla halk darbesi girişiminde bulunsun? Irak bombalanırken ABD uçakları Türkiye’den havalanmamış, Başbakan Erdoğan Irak’da Müslüman kanı akarken “Kahraman ABD askerlerinin sağ salim eve dönmesi için dua ediyorum” dememiş miydi? Mısır’da Mübarek ABD güdümünde OTPOR operasyonu ile devrilirken, çantalar dolusu para Mısır’a akıtılmamış, uluslar arası camiada ve medyada her türlü destek Mısır’a sağlanmamış mıydı? Son olarak Suriye’de halen devam eden iç savaşın sözde kahramanları terör grupları Türkiye’de konaklamıyor mu? Tüm mühimmat depoları, saldırı üsleri sınır bölgelerinde yer almıyor ve sınırdan şehir değiştirir gibi girip çıkmıyorlar mı?
ABD, OTPOR ve CANVAS örgütlerinin operasyonlarıyla Arap Baharı adını verdiği sivil darbeler ile ülkeleri kendi güdümüne sokarken bunu Türkiye’de seçim ile yapmamış mıydı?
OTPOR’un Türkiye’de bir halk darbesi yapmayacağı açıktır. Yukarıda da belirttiğim gibi Türkiye bugünkü yönetim anlayışı ile ABD’nin OTPOR operasyonu ile hale yola(!) sokacağı bir konumda değildir, Türkiye Amerika ile kol koladır! Yıllardır da bu darbe imalatçısı yapı ile Ortadoğu halklarını omuz omuza yakmaktadır!
Gezi Parkı eylemlerinin haklılığı ve katışıksız halk tarafından yapılması karşısında “OTPOR DARBESİ” yalanının atılması hükümetin çok telaşlandığının ve sıkıştığının işaretidir! Bugüne kadar Amerika’nın OTPOR ve CANVAS ile yürüttüğü darbeleri komplo teorisi olarak gören bir yönetimin başka türlü bu gerçekliği kabul edip kendilerine yapılıyormuş gibi ifade etmesi mümkün değildir!

                                                                                                          Gündem Gazetesi 11.07.2013

4 Temmuz 2013 Perşembe

HÜKÜMET VE MEDYA TAM GAZ GERÇEKDIŞI GEZİ PARKI İDDİALARINA DEVAM EDİYOR!






           Gezi Parkı protestoları 1. ayını doldurdu. Olaylar başlayalı bir ay oldu ancak hükümet de yandaş ve ana akım medya da aynı üsluba devam ediyor. Hükümet olayları anlamamış gibi yapmakta ve çarpıtmakta ısrarcı. Olayların insanların özgür iradesince gerçekleştirildiğine inanmayan tavrı; olayları hangi derneklerin veya örgütün körüklediği arayışları; kanıtsız ve belgesiz, kısaca yalan iddialarla eylemcileri karalama çalışmaları tam gaz devam ediyor hükümet tarafından…
            Hükümet eylemcileri karalarken o bilindik “din sömürüsünün” arkasına sığınıyor her zaman olduğu gibi! Bir aydır, camide içki içildiğini bas bas bağırıyorlar kürsüden!.. Caminin içindeki görüntüleri görmeyen kalmadı, camideki insanların bırakın içki içip alem yapmayı, su içecek halleri kalmamıştı. Akaretler Yokuşunda kıstırılan, insanlık tarihinin görmediği bir müdahale ile karşılaşan bu insanlar can havli ile sığınmıştı o camiye. Görüntüleri izleyenleriniz de bilirler, o caminin içinde bilincini kaybetmiş, kafatası çatlamış, kaşı gözü yarılmış; sara krizi, astım krizi, panik atak krizi geçiren insanlar vardı. Herkes bir koşuşturmaca içinde, ellerinden geldiğince dayanışma içindeydi. İktidar o insanları polisin bu duruma hangi hakla soktuğunu sorgulamıyor, polisleri yargılayıp görevlerinden atmak yerine “camide içki içilmedi” diyen müezzini görevinden uzaklaştırıyor! Sadece bu örnek bile iktidarın emri nasıl verip de polisi koruduğunu, olayları da nasıl karalamaya çalıştığını anlamaya yetiyor. Ayrıca camide içki içildiğini görüntü ile belgeleyeceklerini söyleyen hükümet bu konu hakkında 3 haftadır ne görüntü öne sürebildi ne de fotoğraf… ( Çekimleri devam ediyor olabilir!) İktidarı sarsılan Erdoğan, dini hassasiyeti olduğunu bildiği seçmenini bir arada tutmak için türban yalanına da başvuruyor! Bir türbanlı hanımın Beşiktaş’ta bebeği yanındayken taciz edildiğini, insanlık dışı muameleye maruz kaldığını ifade ediyor sürekli. Ne bir görüntü var olaya dair ne de bir görgü tanığı… Altını dolduramadığı bu iddiasını eski partilisi bir zatın kızına yapılmış gibi dillendirmeye başlayan AKP’ye yalanlamanın bizzat bu zat tarafından gelmesine rağmen kuyruklu yalana aynen devam edildi! 2010’daki görüntüleri Gezi Eylemlerinde çekilmiş gibi yayınlayan yandaş basın bırak arşivden görüntü çıkarmayı, darp edilmiş bir mağduru bile kamera önüne çıkaramadı. Halbuki iktidardayken bile mağdur edebiyatı yapmayı çok severler… Bu iddialarını sadece bir gazetede çıkmış “mağdurun savcılık ifadesi” şeklinde verebildiler. Belgenin ne resmi bir dayanağı var ne de inandırıcılığı!
            Bu bilindik dini hassasiyeti kullanma üslubu Gezi Olayları ile karizması çizilen ve gerçek yüzü nihayet geniş kitleler tarafından görülmüş AKP’nin oylarını dağıtmamak için en son çabasıdır! Zira bu olaylar ile kendine çektiği merkez sağ, sosyal demokrat ve bazı sosyalist oyları kaybetti bile. Tüm bunların yanında dini hassasiyeti bulunan insanlar da AKP’den kendini çekmeye başladı. Anket araştırmalarında ve sokak röportajlarında görüldüğü üzere türbanlı hanımlar AKP’nin kendi giyim tarzları üzerinden siyaset yapmasından çok rahatsız. Gezi Parkı protestolarına katılan on binlerce türbanlı hanım kendilerine eylemlerde hiçbir ters hareketin gösterilmediğinin üzerine basıyorlar ve AKP’nin bu vesile ile yarattığı türbanlı-türbansız/dindar-laik ayrıştırmasına çok kızıyorlar. Yapılan tek vurgu ise “başörtüm inancımın gereğidir, her türbanlı AKP’li değildir!”
            Dediğim gibi hükümet tüm bunların farkında! Olayların hiçbir siyasi partinin güdümünde ya da terör örgütünün kışkırtmasıyla olmadığını biliyor! Sosyalistin milliyetçiyle, laikin dindarla, Türk’ün Kürt’le, eşcinselin İslamcıyla bir arada olabilmesi, yıllardır bölüp kutuplara ayrıştırdığı kesimlerin kendine karşı birleşmesi onu korkutuyor! Hele de kullandığı dini hassasiyetin artık kitleler üzerinde eskisi kadar işlememesi cabası. Eylemleri karalamak üzere ortaya atılan kanıtsız ve asılsız tüm bu içki, saldırı ve vandallık iddiaları bu korkunun tezahürüdür! Gezi Parkı eylemcilerini bir siyasi partinin, bir lobinin, bir terör örgütünün, bir basın kuruluşunun, bir ülkenin ya da bir derneğin üyesi olarak öne sürüp karalamaya çalışmak da bundandır… Bu kadar heterojen bir gurubu bir partinin, örgütün, lobinin sokağa dökmesi de neredeyse imkansızdır. ( Konda şirketinin Gezi Parkı eylemcileriyle yaptığı araştırma da gösterdi ki eylemcilerin ezici bir çoğunluğu sokağa “polisin gösterdiği aşırı şiddet ve hükümetin baskıcı politikaları nedeniyle” çıkmış. Yani parti, örgüt, lobi, dış mihraklar değil de hükümet kendi ayağına “yaptığı polis müdahalesi” ile kurşun sıkmış. Aynı araştırma eylemcilerin büyük çoğunluğunun bir siyasi parti, dernek veya sivil toplum örgütüne üye olmadığını da ortaya koydu!)
            Hükümetin kendisine karşı yapılan gösterileri karalamasını yandaş ve baskı altındaki ana akım medya da destekliyor. Yandaş basın olarak tabir edilen kuruluşlar adeta hükümetin basın büroları gibi çalışıyorlar. Türkiye’deki olayları bir grup sokağa çıkmış, yakıp yıkıyor gibi gösterirken; sürekli sanatçıları, spikerleri, sendika ve dernek başkanlarını hedef gösteriyorlar. Başbakan’ın iddialarını arşivlerden görüntü çıkararak desteklemeye çalışırlarken, türbanlı hanıma taciz konusunda olduğu gibi kanıt, görüntü ya da belge çıkaramadıklarını kendileri yazıp, kendileri yorumluyorlar!..
            Çanakkale’de de yandaş bazı yayın kuruluşları, yandaş ulusal basınla paralel giden, gerçekliğini kanıtlayamadığı bir sürü iddia ile Çanakkale’deki Gezi Parkı eylemlerini karalamaya çalışıyor. Çoğunu bir kanıt ve belgeye dayandıramadığı, bir kısmını da manipüle edip yazdığı “bu kadar da olmaz” dedirten haber ve köşe yazılarıyla adeta bambaşka bir gerçeklik yaratıyorlar. Gezi Parkı eylemlerinden önce de aynı yayın çizgisinde giden bu iki internet gazetesi ve onun köşe yazarları hükümete muhalif kişileri karalama ve asılsız iddialarla itibarsızlaştırma içindeki yayın politikalarını Gezi Olaylarıyla tam gaz devam ettirdi. Adı aynı olup da ismini kullandığı kuruma bağlı olduğunu kabul etmeyen internet gazetesi ve o kurumun yöneticileri ile bir başka internet gazetesi Çanakkale’de adeta bir iktidar lobisi kurmuş vaziyetler!
            Ulusal ve yerel bu basın kuruluşlarının asılsız haberleri ne derece yaralayıcı; manipülasyonları ne derece büyük olursa olsun, halk bu haberlere itibar etmiyor. Hatta bu televizyon kanalları ve gazetelerde çıkan haberlerle dalga geçiyorlar! İnsanlar yönetildikleri 10 yıl boyunca çiftdüşün taktikleriyle, toplum mühendisliği ile hazırlanmış politikalarla ve aynı yöntemle yapılan yayınlarla tahrip edilen bilinç ve hafızalarıyla daha fazla oynatmıyor! Millet ayıldı, gerçekleri biliyor… Türkiye’nin demokrasiyle yönetildiği yalanı, özgürlüklerin en geniş olduğu dönem yalanı, askeri vesayete karşı olma yalanı, milli iradenin milletin elinde olmasına gösterilen yalan hassasiyetin farkına vardı; manipülatif medya ile nasıl kandırıldığını anladı. Gezi Parkı eylemleri için yapılan tüm dayanaksız ve yalan haberler, asılsız iddialar sadece güldürü malzemesi oldu çıktı!
            Gezi Parkı protestolarını dayanaksız delilsiz karalamak, insanları hedef göstermek, protestolara katılanlara cadı avı başlatmak, tencere-tava sesleri ve korna sesleriyle eylemlere destek verenlere para cezası kesmek ( mevzu ses kirliliği ve çevreyi rahatsız etmekse ortaya sürülecek çok rahatsızlık malzemesi var kaldı ki) yerine ve gezi direnişinin bir siyasi parti, terör örgütü, lobi, dış mihrak vesaire tarafından örgütlendiğini dillendirip daha fazla gülünç duruma düşmemek için kabul etmediğiniz şu gerçekliği kabul edin ve adım atın; sokağa çıkan insanlar bildiğin “halktır”! Siz milli iradeyi sandığa indirgediğiniz, özgürlüklerini fütursuzca kısıtladığınız ve hayat tarzlarına sınırsız karıştığınız için sokağa indiler ve “yeter” dedikler!. Bu insanlara “sandıkta şu kadar oy aldım”, “%50’mi sokağa çıkarırım”, “gel sandıkta yen” şeklinde gözdağları vermeyin. Bu demokrasi değildir!


                                                                                                                     Gündem Gazetesi 04.07.2013