26 Aralık 2014 Cuma

İHANET



             
             AKP’nin danışmanları gündem değiştirme konusunda doğal bir yetiye sahip. Gizli ajandası bulunan Erdoğan ve avanesi, ne zaman kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılsa, siyasi skandallar patlak verse, meclisten rezil yasalar geçse bir bomba patlatıyor ve gündemi kendilerine kilitliyor. Söyledikleri aslında tartışılacak şeyler dahi değil zira hayata bakışı 180 derece farklı olan, ayrı bir gerçeklik ve ayrı bir dünyada yaşayan birinin söyleyebileceği veya hayal edebileceği kadar saçma, gerçekliği ve bilimselliği olmayan şeyler. Ancak söz konusu söylemler insanların bam teline vuran cinsten. Erdoğan ve kurmaylarının sarf ettiği dünya rezili söylemler insanların özel hayatlarına hukuk tanımaz, insan hakkı tanımaz şekilde müdahale eder nitelikte… Bunları söyleyen kişilerin gücü elinde bulunduran insanlar olmakla birlikte ayrı bir dünya ve ayrı bir gerçeklikte yaşamaları halkı tedirgin ediyor. Kızlı-Erkekli evlere müdahale, kürtaja ve sezaryene yasaklar ve kısıtlamalar getirilmesi, kadınların kahkahalarına laf edilmesi, kadının iffeti, bekar kadınlar üzerinden yürütülen söylemler vesaire… Bu söylemler halk tabanında mahalle baskısı ve kutuplaşmayı arttırıyor, üstelik kolluk kuvvetleri ve kamu görevlileri uluslar arası sözleşmeler, anayasa ve kanunlara aykırı olmasına rağmen Erdoğan ve kurmaylarının sözlerine yasa maddesiymiş gibi yaptırımlar uygulamaya çalışıyor. Bu tablo dahilinde aslında Türkiye’yi şekillendirme çabası içinde olan AKP’nin insanlara dikte etmeye çalıştığı hayat tarzı hakkındaki söylemler insanları korkutuyor, aydınları infiale uğratıyor ve sonuç olarak bunlar yazılıp çizilmeye başlanıyor.
            Erdoğan’ın döktüğü son ince ise doğum kontrol hapı ve prezervatif kullanımının vatana ihanet olduğu yönündeki sözleri oldu. Erdoğan kendisine oy veren seçmeni iyi çözmüş, apolitik ve yapılan anketlerle sabit eğitim seviyesi düşük halk tabanının oylarını almanın rahatlığı ile kolayca sallıyor. Özellikle üç çocuk söylemiyle başlayan “bu ülkenin nüfusunu kurutmaya çalıştılar” lafları aslında hiçbir dayanağı ve bilimselliği olmayan nutuklar. En azından şunu düşünebiliriz ki eğer bir ülke için nüfus güç oluştursaydı, Hindistan şu an dünyanın süper güçlerinden biri olur; İsrail ise Hindistan gibi devlet otoritesinin kalmadığı, halkın aç ve sefil yaşadığı bir ülke olurdu.
            Nüfus bilimciler, sosyologlar, coğrafyacılar gayet iyi bilirler ki niteliksiz nüfus güç değildir. Öyleyse, 46 milyon insanın açlık sınırının altında yaşadığı; eğitim, sağlık, altyapı hizmetlerinin hiçbir vatandaşa eşit ve kalifiye bir şekilde sağlanılamadığı, üniversite mezunlarının dahi iş bulamadığı, eğitim kalitesinin çok düşük olduğu ülkemde nüfus politikasının arttırılmaya yönelik olması intihardır. Hatta bunu bilmek için nüfus bilimci, sosyolog veya coğrafyacı olmaya gerek yok, lise okumuş olmak yeterli. Haydi lise de okumadınız biraz kafa kullanmak çözüme ulaşmada yardımcı olabilir. Aslında Erdoğan da gerçeği gayet iyi bilmekte, ancak çok kolay anlaşılabileceği üzere kendisi kalifiye, iyi eğitimli, güçlü bir nüfusu istememektedir.
            Bunların yanı sıra “vatan hainliği” olarak nitelendirdiği doğum kontrol yöntemlerini bu denli eleştirmesi Erdoğan’ın bireylerin ilişkiye girmemelerine yönelik, özel hayatlara müdahale eder nitelikteki bir hamlesidir. Bu söylemin ardından doğum kontrol haplarının yasaklanacağı konuşuluyor. Bu yasak evlilik birliği içinden olmadan ilişki yaşayan karşı cinsten bireylerin cinsel hayatlarına müdahale etmek; evli çiftlerin cinselliklerini sadece çocuk yapmakla sınırlamak içindir. Bunlar, demokratik ve özgür bir ülkede olamayacak söylemler ve hamleler olmakla birlikte Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları sözleşmesine ve diğer uluslar arası sözleşmeler ile anayasaya aykırı şeylerdir. Geçtiğimiz haftalardaki Osmanlıca Dersleri konusunda da belirttiğim gibi Erdoğan ve kurmaylarının söylemleri ve attığı adımlar bilimsellikten, evrensellikten, gerçeklikten uzak şeylerdir ve aslında ciddiye alınmaması gereken temelsiz ve felsefesi olmayan hareketlerdir. Bunların kulak arkası edilip hiçbir zaman tartışılmamasını savunmuyorum ancak temelsiz ve felsefesiz şeyler olduğundan dolayı gelip geçici, iskambilden kule mahiyetindeki AKP iktidarı gibi zamanı gelince tarihin derinliklerine gömülecek saçmalıklar.
            Biz Erdoğan’ın gündem değiştirmek için sarf ettiği bu sözleri tartışırken aslında perde arkasında Öcalan’a ev hapsi geliyor, Güneydoğu’ya özerklik için kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılıyor, yerel özerkliğe ilk adım olan Bütünşehir uygulaması 61 ilimize uygulanacak oluyor, eğitim sistemi elden gidiyor, Suriye sınırımızda kirli oyunlar dönüyor, son bir haftada üç işadamı faili meçhul şekilde infaz ediliyor… Erdoğan’ın halkın bam teline vuran konularda gündem değiştirme hamleleri bugüne değin çok başarılı oldu ancak biz bu zırvaları tartışırken perde arkasında Yeni Türkiye kurulacak kadar çok şey değişti. Artık bundan sonra ne konuşup neye tepki göstereceğimize doğru karar verme zamanıdır, aksi halde karşımızda “Yepyeni bir Türkiye” bulacağız! 
                                                                                                                     Gündem Gazetesi 26.12.2014

19 Aralık 2014 Cuma

DARBE ÖYLE OLMAZ BÖYLE OLUR



          AKP karşıtı aydınlar, emekli askerler, akademisyenler, yazarlar, oyuncular, gazeteciler, politikacılar Silivri’ye toplatıldı. Savcı ve hakimler Ergenekon ve Balyoz davalarında 12 Eylül mahkemelerine rahmet okuttular. 1980 mahkemelerindeki gibi uydurulmuş deliler, savunulma hakları asgari ölçüde tutulmuş sanıklar, şişirilmiş cezalar, yalan, dolan, palavra…
Darbe paranoyası bir algı operasyonu ile halka pompalanmış; sonucu fos çıkan ve aydınlara isnat edilen hiçbir suçun dayanağı olmadığı anlaşılan bu dava sürecinden çıkıldığında medya kendini katı bir otosansürün kucağında bulmuştu. AKP muhaliflerinin tamamen susturulmaya çalışıldığı bir süreç idi. Darbe dönemlerindeki istibdattan farksız idi.
***
            AKP’nin Türkiye’nin eksenini yerinden oynatan siyaseti, halkı aç ve işsiz bırakan ekonomi politikaları, Türkiye’yi batılı devletlere peşkeş çeker özelleştirmeler ve verdiği imtiyazlar, Türkiye çıkarlarına aykırı Ortadoğu siyaseti, basını ve yargıyı ele geçiriş şekli, özel hayatlara fütursuzca müdahale etmesi, İnsan Haklarını ihlal eder ve tüm uluslar arası sözleşmeler ile anayasayı tanımaz siyaseti insanları çileden çıkardı. Halk ayaklandı, 15 gün boyunca 15 milyon insan tüm Türkiye’de sokaklara döküldü.
            Suçlu, insanları çileden çıkaranlar değil; Faiz lobisi, dış mihraklar, CHP, Çarşı grubu vs. oldu. Oysaki bu ülkede faiz lobisi olsa başında Erdoğan oturur, dış mihraklar olayların arkasında olsa durumun eşbaşkanı yine Tayyip Erdoğan olur, CHP olsa iktidar olur, Çarşı grubu olsa Beşiktaş şampiyon olurdu.
            Bugün, şu bilindik darbe paranoyası Gezi Parkı Ayaklanması üzerinden yine halka pompalanıyor. Çarşı grubu “darbeye teşebbüsle” suçlanıyor. Gezi Parkı’nın oluşum ve gelişim süreci gerek sosyologların gerek de siyaset bilimcilerin araştırmaları ile gayet açık; doğal bir patlama hali… Çarşı grubunun yargılanması bir AKP geleneği olan delilsiz, uydurmasyon “Yargılama Komedyası” olarak sahnelenedursun biz şu soruları soralım; Dünyada herhangi bir taraftar grubunun ideolojik olarak 15 milyon kişiyi sokağa dökme gücü var mıdır? Dünyada herhangi bir taraftar grubunun darbe yaptığı örnekler var mıdır?
                                                                       ***
            Halka aşılanmaya çalışılan diğer darbe paranoyası ise 17 ve 25 Aralık Operasyonları üzerinden yapılıyor. 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu’nun yıl dönümüne manidar bir şekilde denk getirilen Cemaat Operasyonu, yine darbe konulu bir tiyatro!
            Daha 17 Aralık 2013 sabahı yazdığım yazıda da belirttiğim gibi Cemaatin Erdoğan gibi bir tirana dahi saman altından operasyon hazırlayıp bunu hayata geçirebilmesi, Gülen Cemaatinin devlet kadroları içinde ne denli güçlendiğini gösterir nitelikte! Ancak şu soruyu sormak lazım, Gülen Cemaati 16 Aralık gecesi mi bir çeteye dönüştü? 16 Aralık gecesi mi devlet kadrolarını ele geçirip “devletin nizamını” değiştirecek güce ulaştı?
            Hatırlarsanız bir zamanlar dava arkadaşı, üstadı olan Fetullah Gülen’e Tayyip Erdoğan “Ne istediniz de vermedik” diye sormuştu operasyonun hemen ardından! Eğer Gülen Cemaati Anayasal düzeni ve devletin nizamını değiştirmek üzere bir darbe planlıyorduysa Erdoğan kendi beyanıyla bu suç ortaklığını kabul etmiş olmuyor mu?
***
            Oysaki biz Türk halkı olarak darbelere çok alışık bir milletiz. Eskiden darbe yapılınca önce tek kanal TRT ele geçirilirdi. Sokaklara asker, medyaya sansür, askeri mahkemeler, taraflı yargılamalar, faşizan cezalar…
            Kafasını kaldıran ya “anarşik”, ya komünist ya da terörist idi!
            “Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için” gelen adam devletin demokrasi geleneğine balyozu indirir, “devlet nizamını değiştirme” girişimleriyle suçladığı insanlardan daha çok devlet nizamını değiştirirdi!
            Bunlar silahlı darbelerdi.
Bir de sivil darbeler vardır ki, askeri darbelerden daha tehlikelidir. Sessizdir. Zaman içinde insanlar uyutularak yapılır. Tepki doğurmaz, farkına varamazsınız! Seneler sonra başlangıç ile sona baktığınızda farkına varırsınız ancak bu sefer de iş işten geçmiştir.
            Bugün baktığımızda tek kanalımız yok. Ama anaakım medya denen, medyaya yön veren ve halkı en çok etkileme gücüne sahip medya kuruluşları var. Anaakım medyaya baktığınızda ya TMSF el koymuş; havuz medyası olmuşlar ya da baskıdan korkup “penguen medyası” halini almışlar. Anaakım medya, yani kitleleri etkileme gücüne sahip yayın organları tamamen iktidarın eline geçmiş durumda! Yargı… Yargı,  son yapılan HSYK düzenlemesi ile tamamen yürütmenin boyunduruğu altına girmiş; tüm hakim ve savcılar iktidarın isteğine göre dizayn edilmiş vaziyette. Yargı sistemi felç olmuş, 12 Eylül mahkemelerini aratır hale gelmiş… Masumiyet karinesi ortadan kalmış vaziyette. Makul Şüphe ile her birimiz “suçsuzluğumuzu kanıtlamadığımız sürece” suçluyuz. Darbe dönemlerinden tanıdık geldi mi bu size?
            Yasama… 12 Eylülün bizlere hediyesi olan %10 barajı ile halk iradesi çöpe atılmış, iktidarı ele geçirmiş AKP indir parmak, kaldır parmak oyunlarıyla ülkeyi istediği gibi dizayn etmekte…
            Bu gidişe dur diyen belki “anarşik” olarak yaftalanmıyor ama terörist, cuntacı, dış mihrak, vatan haini oluveriyor. 1980-2014, kavramlar değişmiş, yöntem ise aynı!
            Tüm bunlar sessiz sessiz yaşanırken ve bizler darbe paranoyası ile uyutulurken ülkeye darbenin alası yapılmış durumda! Yavaş ve sessiz yapılan bu darbenin sonunda geldiğimiz nokta; laikliğin artık sadece anayasada isim olarak geçtiği, eğitim sisteminin kökten değişip Atatürkçü ve Çağdaş eğitim anlayışından koptuğu, Özal ile başlayan neoliberal ekonomi atılımlarının nihayete ulaşıp cumhuriyetin tüm kurumlarının satıldığı, Güneydoğu’ya özerkliğin ve Öcalan’ın ev hapsine çıkmasının tartışıldığı; geriye dönüp baktığınızda 10 sene öncekiyle alakası olmayan bir Türkiye… Değerli okurlar, şimdi siz karar verin anayasal düzeni ve “devlet nizamını değiştirip” devleti kimin yıkmak istediğine…
                                                                                                                     Gündem Gazetesi 19.12.2014

12 Aralık 2014 Cuma

SİNİRLENMEYİNİZ AZİZİM…



            
            Geçtiğimiz hafta Antalya’da yapılan Milli Eğitim Şurası fırtınalı tartışmaları da beraberinde getirdi. Son yıllarda eğitim sisteminde sayısız kez yapılan değişiklikler bu seneki şurada da saçma sapan, bir önceki değişikliklerle çelişen; yap-boz oyununu andıran bir biçimde olacaktı, bu önceden belliydi. Şura toplanmadan önce de akademisyen camiası ve eğitimciler merakla alınacak “tavsiye kararlarını” bekliyorlardı. Zorunlu Osmanlıca dersinden tutun da karma eğitimin kaldırılması dahi tavsiye kararı olarak alındı. Bunlardan bir kısmı eğitim sisteminin içine yerleştirilecek, karma eğitimin kaldırılması gibi “toplumun henüz hazır olmadığı” saçma sapan öneriler bir sonraki şurada ısıtılıp önümüze konmak üzere rafa yerleştirilecek.
            Alınan kararlar öylesine gülünç ki, eğitimi yöneten zatları koltuklarından kaldırıp 10-15 yaş arası çocukları onların makamlarına oturtsanız daha akılcı önerilerle size geleceklerdir. Öyle ki karma eğitimi kaldırmak bile gündeme geldi. Kız ve erkek öğrencilerin teneffüs saatlerine ayar ve öğretmenleri cinsiyetlerine göre kategorize etmek bile planlandı. Osmanlıca dersleri ise “mezar taşlarını okuyabilmemiz için” eğitim sistemine sokuldu.
            Refah Partisi iktidara geldiğinde akıl ve mantıktan uzak bir sürü planı vardı. Hatırlar mısınız bir “Adil Düzen” planları vardı. Adil Düzende para kalkıyordu, takas usulü geliyordu. Hele bir de “İslam Ortak Pazarı” hayali vardı ki… AB’ye alternatif olacak, İslam alemiyle aynı para birimine dahi geçecektik. Önce “parayı kaldıralım” demişti, sonra da İslam Dinarı adında madeni paralarla ortaya çıkıvermişti rahmetli Erbakan. Daha sonra da İslam NATO Gücü çıkmıştı ortaya. İhtilaf ve çekişmelerle dolu Ortadoğu’daki ülkelerin oluşturduğu Barış Gücünü bir düşünseniz ya! Herhalde İslam Barış Gücü bugün Suriye’ye operasyona gitseydi, operasyon ortasında Irak ve Kuveyt ordusu veya Suudi Arabistan ve İran güçleri kendi aralarında çatışmaya girerdi…
Bunların hepsi mantıktan ve bilimden uzak; felsefesi ve temeli olmayan atılımlardı. Tarihle, siyaset bilimiyle, sosyolojiyle, dönemin şartları ve küresel gidişatla uzaktan yakından alakası olmayan şeylerdi. Refah Partisi o dönemde bunları bilmem halka dalga geçmek için ortaya attı ya da bunlara ciddi anlamda inandı. O dönemde yaşananlar halk tabanında ciddi bir “laikliğin ve rejimin yıkılacağı” korkusu yaratmıştı. Oysaki tüm bunlara kulak asmak hata idi, Refah Partisinin bu atılımları gülünecek hadiselerdi…
            Gelin görün ki AKP’nin kafası da aynı kafa. Yok efendim kızlı-erkekli evleri ayıracak, her aileye üç çocuğu yerleştirecek, ümmet vurgusuyla cumhuriyet kazanımı “milleti” tekrardan ümmet yapıp Osmanlıyı diriltecek, efendime söyleyeyim Atatürk’ü Türkiye’den silecek, Erdoğan Ortadoğu’nun lideri olacak falan… Bunlar en az Refah Partisinin Adil Düzeni kadar saçma, İslam Ortak Pazarı fikri kadar gülünç, İslam NATO Gücü hadisesi kadar hayali şeyler!
            Eğitim Şurası da bunlar kadar gülünç ve komik… Milli eğitim sisteminde AKP iktidara geldiği andan itibaren sınavlar, müfredatlar, uygulamalar sayısız kez değişti. Aynı bakan yap-boz gibi kendi uygulamasını kendi kaldırdı, kendi sistemlerini değiştirdiler. Şimdi din dersi adındaki İslam Dini Öğretilerini Müslüman olsun olmasın, Sunni olsun olmasın birinci sınıftaki çocukların bile beyinlerine zerk edecekler. Mezar taşlarını yeni nesil okusun diye Osmanlıcayı eğitim sistemine soktular. Turizm liselerinden kokteyl hazırlama dersini kaldırdılar. Bunlar eğitim felsefesinden uzak, bilimden uzak, tarihten uzak saçma sapan düzenlemeler. Temeli ve mantığı yok, bu sebeple kalıcı şeyler de değiller. Sembolik, Erdoğan’ın tabanına göz kırpmasına sebep olan banal ve ucuz manevralar. Bu tarz manevraların Atatürkçü eğitim sistemine zarar vermesi pek mümkün değil. İlk iktidar değişikliğinde kaldırılır gider.
Evet, bugün ciddi anlamda bir diktatöryal rejim altında yaşıyor, Cumhuriyet kazanımlarının yok edilmesine şahit oluyoruz. Ama iş o kadar basit mi? 90 yıllık Cumhuriyet kazanımları, 90 yıllık demokrasi kültürü, 90 yıllık millet olma bilinci bilimden uzak, felsefesi ve temeli olmayan, her türlü gelişmeden ve evrensel değerden nasibini almamış, akıl yoksunu fikir ve icraatlarla yıkılabilir mi?
12 yıllık bir iktidarın basit ve temelsiz, bilimsellikten uzak ve tabana zıt atılımları 90 yıllık bir rejimi yıkamaz, buna gücü de yetmez çapı da yetmez.
O yüzden sinirlenmeyiniz, dert etmeyiniz azizim! AKP temaşasını seyreyleyip, tebessüm ediniz… 

                                                                                                        Gündem Gazetesi 12.12.2014 

8 Aralık 2014 Pazartesi

SEÇİM BARAJI



           %10 seçim barajı Türk siyasetindeki en önemli tıkanıklıklardan biri, demokrasinin işlerliğinin önündeki en büyük engellerdendir. Dünya’da hiçbir demokrasi örneğinde seçim barajının %10 olduğu Türkiye’den başka örnek yoktur. Seçim barajının bu denli yüksek olması, siyasi partilerin parlamentodaki temsiliyet oranını büyük ölçüde düşürmekte, insan haklarına ve düşünce özgürlüğüne ciddi bir darbe indirmektedir.
            Seçim barajının bu denli yüksek olması Türkiye’deki milyonlarca seçmenin mecliste temsil edilmemesine sebep oluyor. Örneğin 2002 genel seçimlerinde meclise sadece iki parti girmişti. Meclise girebilen AKP 11 milyon, CHP ise 6 milyon oy alabilmiş, 41 milyon seçmenden sadece 17 milyonu mecliste temsil edilerek 24 milyon kişinin oyu hiçbir işe yaramamıştı. 2007 genel seçimlerinde ise AKP 16 milyon, CHP 7 milyon ve MHP 5 milyon oy almış, 42 milyon seçmenden sadece 28 milyonu mecliste temsiliyet hakkına nail olabilmişti. 2007 seçimlerinde 14 milyon seçmen mecliste sandalyeye dahi sahip olamamıştı. 2011 genel seçimlerinde ise AKP 21 milyon, CHP 11 milyon ve MHP 5 milyon oy almış, 52 milyon seçmenin sadece 37 milyonu meclise temsilci gönderebilmiş, 15 milyon seçmen ise temsil edilmemiştir. Son üç genel seçime bakıldığında 24 milyon ila 15 milyon seçmenin mecliste hiçbir temsiliyet şansına %10 barajı yüzünden ulaşamadığı görülmüştür. Bu ciddi bir demokrasi ihlalidir.
            Matematiksel olarak seçmenin parlamentoda temsiliyet hakkına ulaşamamasının yanı sıra %10 kadar yüksek bir seçim barajı seçmenin siyasi parti tercihlerini yadsınamaz ölçüde etkilemektedir. Çoğu seçmen %10 barajı yüzünden savunduğu düşüncenin mecliste temsil edilemeyeceğini düşünerek savunduğu ideolojideki partiye oy vermekten çekinmekte, ya barajı aşabilecek kendisine en yakın partiye oy vermekte veya hiç oy kullanmamaktadır. Sayıları 24 milyon ila 15 milyon arasında değişen ve parlamentoda temsiliyete ulaşamayan seçmenin oyu tamamen hiçe sayılmış, her seçmenin oyu bu baraj sebebiyle eşit sayılmamıştır. %10 kadar yüksek seçim barajı, sayıları 24 milyon ila 15 milyon arasında değişen seçmenin oylarını meclis sistemi gereği parlamentoya girebilen üç parti arasında bölüştürmüş ve temsiliyet hakkına sahip olamayan çok sayıda seçmenin oyunu bir nevi hiçbir bağı ve bağlantısı olmayan partilere aktarmıştır. Bu durum ciddi bir hak ihlaline ve demokrasi tıkanıklığına yol açmakta, gerçek anlamda çoğulcu demokrasinin işlerliğini engellemektedir.
%10 seçim barajının demokrasiye ne denli zarar verebileceği, özellikle son 13 yılda kristalize olmuş; AKP iktidarının mecliste sahip olduğu koltuk sayısının muhalefeti ne denli saf dışı bıraktığı ortaya bariz bir biçimde çıkmıştır. Mecliste karar yeter sayısına ulaşan AKP, %10 barajı sayesinde istediği yasayı engelsizce çıkarabilmiş, istemediği teklifleri ise rahatça meclisten geçirtmemiştir. Sahip olduğu koltuk sayısı ile AKP, kişiye özel yasalar çıkarabilmiş, özel kanunlar ile yolsuzluklarını örtbas edebilmiş, yandaşlarının ceplerini dolduracak özel düzenlemeleri engelsizce yapabilmiş; gerek meclis içinde gerek de kişi ve kurumlar bazında iktidarın denetlenebilirliğini engellemiştir. Yargı sistemini boyunduruğu altına, medyayı ise denetimi altına %10 barajının kendisine hediyesi olan “kontrolsüz güç” ile alabilmiştir. Öyle ki AKP’li Burhan Kuzu, Anayasa Mahkemesinin seçim barajının kaldırılmasına ilişkin açıklaması üzerine Anayasa Mahkemesini kaldırmakla tehdit edebilmiş, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “biz de gerekli düzenlemeleri yaparız” diyerek Anayasa Mahkemesi kararını mecliste işlevsiz kılacağını açıklayarak hukuka açıkça meydan okumuştur. Sadece Anayasa Mahkemesinin seçim barajının düşürüleceğine dair açıklaması üzerine iktidarın tehditleri dahi %10 barajının ne denli antidemokratik oluşumlara, diktatöryal yönetimlere mahal vereceğini göstermektedir. Bu sebepledir ki Anayasa Mahkemesi seçim barajının düşürülmesine ilişkin dosyasını bir an önce karara bağlamalı, Türkiye’de milyonlarca temsil edilmeyen seçmen önümüzdeki ilk seçimde meclisteki temsiliyet haklarına kavuşmalı, ülkeyi “babasının çiftliği gibi” yöneten partilerin hakimiyetlerine artık son verilmelidir!   
                                                                                                         
                                                                                                         Gündem Gazetesi 08.12.2014