26 Aralık 2012 Çarşamba

ODTÜ’LÜ, GAZINI YE BAĞINI SORMA BU DEMOKRASİNİN!



               Başbakan Erdoğan geçtiğimiz hafta o meşhur ileri demokrasisini ODTÜ’de de yaşattı. Okulun isminde de Ortadoğu olunca bugünlerde Ortadoğu’ya giden demokrasi gibi gitti başbakanın demokrasisi ODTÜ’ye! Bu demokrasi aynı kaynakların demokrasisi ya! Kanla, baskıyla, savaşla gelen; adı demokrasi olup da en anti demokratik yönetimlerin kurulduğu “ileri demokrasiler”… O ülkeleri hatırlayalım önce; Libya başbakan Erdoğan’ın milyon dolarlar hibe ettiği bir “demokrasi” devrimi gerçekleştirdi… Yönetim şekli artık “şeriat”! Mısır, başbakan Erdoğan’ın medya, finans ve “çeşitli” destekleriyle demokrasiyi getirdi ülkesine… Geçtiğimiz hafta islami bir anayasayı kabul ettiler, yönetim şekilleri İslam!
            ODTÜ’ye giden demokrasiye bir bakalım şimdi de… Gazını ye bağını sorma bu demokrasinin, zira bu demokrasinin “ithal” edildiği bağ çok bilindik.
            Başbakan Erdoğan ve bakanları iktidara geldikleri günden bu yana 28 Şubat sürecini gerek göz yaşları, gerek daha değişik acıtasyonlar ile kanal kanal dolaşıp anlatıyorlar “ileri demokrasinin” havarileri olmanın haklı gururuyla… Her seferinde “üniversiteye girme hakları ellerinden aldığı iddia edilen” türbanlı gençlerin üzerindeki “devlet baskısını” anlatıp hüzünleniyorlar. Ama ne yazık ki tüm bunları yaparlarken; darbe dönemlerine rahmet okutan baskıları aynen uygularlarken kimse bu gerçeği göremiyor.
            O çok eleştirilen, öğrencilerin hakları ellerinden alındı, protesto hakları yoktu denilen darbe dönemlerinden ne farkı var bugünün? Üniversiteler bilim üretilen, her türlü düşüncenin özgürce ifade edilebildiği kurumlardır. Bu yüzden ODTÜ öğrencilerinin “hiçbir şiddet ve taşkınlığa” mahal vermeden yaptıkları protesto hiçbir polis müdahalesini hak etmezken başbakan Erdoğan’ın “yaptırttığı” insan hakkı ihlalini hiç mi hiç hak etmiyordu! Öğrencilerin protesto ettikleri sadece Başbakan erdoğan ve partisinin iç, dış ve ekonomi politikalarıydı. Bu onların en doğal ve anayasa ile saklı olan hakkıdır! Peki başbakanın polislere ne yaptırttı! Barikatlar kurdurttu, bilim ve düşünce özgürlüğünün merkezi bir üniversiteye panzerlerle girdi! O kurdukları barikatlara öğrenciler 100 metre bile yaklaşmadan uyarısız, koşulsuz müdahale başlatıldı, ortalık savaş alanına çevrildi!  Başbakanın kendi gibi düşünmeyen öğrencilere nefreti o kadar büyüktü ki “doğrudan atmayın yangın tehlikesi başlatır” yazan biber gazlarını 3-5 metre ötedeki öğrencilere üzerine attırması ve ciddi yaralanmalara sebebiyet vermesi, sırf psikolojileriyle oynamak amacıyla attırdığı ses bombaları bunun en açık örneğidir. Peki şimdi soruyorum başbakana ve sivil devleti arkasından anlayarak Atatürk Cumhuriyetini yıkıp II. Cumhuriyeti kurmayı kendilerine misyon edilmiş aydın çakmalarına; ağlayarak, sızlayarak, yargılayarak, oylarınıza oy; popülaritenize popülarite kattığınız “ideolojiden arınmış” üniversite mottolarınıza ne oldu? Başbakan Erdoğan’ın resmi ideoloji haline getirdiği devlet politikalarını protesto eden gençlerin üzerine kin, nefret kusulurken “sivil devlet anlayışınız nereye gitti?”
            Başbakan Erdoğan tüm bu olayların ardından kendi gibi düşünmeyenlere her zaman gösterdiği tepkiyi gösterdi! ODTÜ yönetimini kınadı ( tabi ne cüret akp hükümetine biat etmemek!), öğretim üyelerine kin kustu, öğrencileri terörist olmakla, devleti yıkma çabasında olmakla suçladı ( her zamankinden…). Özellikle öğretim üyelerini istifaya ısrarla çağırdı ve hala daha çağırıyor. Öğretim üyelerini, öğrencileri “düzgün yetiştirmemekle” suçluyor. (Bir de bunu Türkiye’nin en prestijli ve iyi üniversitelerinden birine yapabiliyor!) Burada düzgün yetiştirmemekten kasıt “düşünen, sorgulayan, tepki ortaya koyabilen” gençlik! Bundan büyük tehlike mi var II. Cumhuriyet için? Kendilerine hatırlatırız ki resmi ideoloji uğruna atıldığı iddia edilen öğretim üyeleri için televizyon programlarına bakanlarının ve YÖK başkanlarının katılımları daha çok yenidir. O dönemki siyasi baskıları eleştirirken bugün öğretim üyelerine yapılan siyasal baskının adı nedir? Bu Atatürk Cumhuriyeti’nin, tarihte yaşanan olayların saptırılarak resmi ideolojiyi kaldırma adı altında yepyeni bir resmi ideoloji altına sokularak yok edilme çabasıdır ve gayet açık yapılmaktadır!
            Değerli okurlar, bu olaylar ülkede son 10 yılda gelinen noktanın en basit örneklerinden biridir! Öyle ki adı konulmasa da zaten bir II. Cumhuriyetin içinde, iyice değişmiş bir hukuk sitemi ve insan algıları içinde; yepyeni bir düzende yaşıyoruz. Öyle ki ülkenin başındaki insan artık güçler ayrılığını kaldıracağını söyleyebilecek, eyalet ve başkanlık sistemlerini tek başına getireceğini iddialı ve kendinden emin bir şekilde söyleyecek kadar da rahat. Demokrasi ve düşünce özgürlüğü konusunda tüm Ortadoğu’ya ders veren ama kendi ülkesinden uyguladığı baskı ve polise çıkarttırılan meydan savaşları ile aslında nasıl bir manipülatif politika içinden geçtiğimizi görmek de “sivil devlet” yalanını görmek kadar kolaydır. Değerli okurlar, özellikle öğrencileri yandaş basının etkisiyle “anarşist” olarak niteleten okurlar; burada düşman öğrenciler değildir, bu gayet açık ve nettir. Atatürk Cumhuriyeti’nin kaderi, özgürlüğün, gerçek demokrasinin, laikliğin, halk iradesinin kaderi ya yakın zamanda değişecek ya da yanlış kesimleri düşman olarak görürken yok olup gidecektir!


                                                                                                                     Gündem Gazetesi 27.12.2012 

20 Aralık 2012 Perşembe

PATRIOTLAR KİMİ KİMDEN KORUYACAK?




           Geçtiğimiz günlerde çok tantanalara neden olan patriot füzeleri zayıf bir muhalefet ve manipülatif bir süreç ile Türkiye’ye dikildi. Ortadoğu’nun yeni fatihleri(!) Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu patriotların Suriye’den gelebilecek saldırılara önlem olarak konuşlandırıldığı konusunda ısrarlı. Ancak olay o kadar basit ve masum gözükmüyor. Zira tehlike geleceğini iddia ettikleri Esad rejiminin kendi ülkesindeki iç düşmanları yenmeye çalışırken Türkiye’ye saldırarak savaş çıkarma olasılığı neredeyse yok! Zaten bu stratejik hatayı yapmak için çiçeği burnunda bir “lider” olmak gerek! Kısaca füzelerin buraya bu basit  bahaneyle kondurulduğu aşikar!
            Peki Türkiye Ortadoğu’da izlediği siyaset ile nereye gidiyor? Durum hiç iç açıcı değil çünkü ABD’nin bir tertibi olan Büyük Ortadoğu Projesi planları Suriye’de suya düşürdü. Esad, ne Tunus ne Libya ne de Mısır liderleri kadar kolay lokma olmadı. Amerika’nın bölgedeki planını bilen Rusya, Çin gibi devletler yalancı bahara bir dur dedi ve bölgedeki dengeleri değiştirdiler. Çakma devrimlerin karşısındaki yeni aktörler Rusya ve Çin, ABD ve diğer batılı devletlerin en büyük silahı basın propaganlarını ve de Neoosmanlı kaftanı biçilmiş Türkiye’nin isyancılara desteğini ve bölge halkı üzerindeki tarihi sempatisini tepetaklak ediverdi.
            Türkiye, bu süreçte bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendiren ve acılar diyarı Ortadoğu’yu yeni acılara, yeni sancılara iten ABD’    nin yanında. Türkiye alenen Arap Baharı isyancılarına var gücüyle destek oluyor. Politik, finansal, askeri hiçbir kaynağını esirgemiyor. Hatta bölgeyi şekillendiren ABD’nin halk üzerinde politik bir sempatisi olmadığı için Türkiye kendi sempatisini bölge halkı üzerinde kullanıyor! Her biriniz hatırlayacaksınız, Tunus, Libya ve Mısır’da isyanlar devam ederken Türkiye politik ve finansal imkanlarını sonuna kadar kullanmış, medya gücüyle de bu liderleri en güçlü şekilde vurmuştu. Hatta Van depremi gerçekleştiğinde Van halkı “imkansızlıklar” nedeniyle bez çadırlarda kalmak zorunda bırakılırken, o hafta Libyalı isyancılara destek ziyaretine giden bakanın uçağına yüklenen onlarca bavuldan taşan paralar hükümetin önem sırasını açıkça gösteriyordu! Daha sonra milyon liralarla ifade edilen bu rakamın Libyalı “isyancılara” hibe edildiği açıklanmıştı!
            Türkiye bunu bugün de Suriyeli isyancılar için yapıyor! Suriyeli isyancıların açıklamalarına göre Türkiye bu isyancılara para, silah ve lojistik desteği ve “daha fazlasını” sağlıyor! Tüm bu desteklerin yanında sınırsız baskı ve tesir altındaki basın Esad’ın ne kadar cani olduğunu yayınlıyor. Esad’ı canavar ve katil bir diktatör olarak gösteriyor. Peki Suriye’de gerçekte neler oluyor? Bugün özgürlük savaşçısı diye destek gören, herkes tarafından alkışlanan kişiler, sivilleri katleden, muhabirleri kaçırıp işkence eden, Alevi kadınlarına tecavüz edip Alevi kökenli Suriyelileri canlı canlı yakan, okullara füze atıp ufacık çocukların canına kıyan, ele geçirdikleri Esad yanlısı sivilleri hunharca katleden “adı özgürlük savaşçısı” konmuş caniler… Basın Esad’ın yaptığı iddia edilen, hiçbir görüntü ve belgeye dayanmayan haberleri bizlere duyururken; isyancıların her türlü belge ve görüntüleri mevcut katliamlarını bizlere aktarmıyor ya da gizlenemeyecek kadar büyük katliamları “kaza” olarak bizlere izletiyorlar!
            Bugün Suriye’de yaşananlar gördüklerimizden çok farklı. Suriyeli isyancıların güçleri çok azaldı, Esad ise iktidarını sağlama aldı. ABD’nin tüm planları suya düştü ve bizi önümüzdeki süreçte zorlu günler bekliyor. Suriye Büyük Ortadoğu Proje’sinin son durağı değil. Bu yüzden ABD tüm tersliklere rağmen buradan bir çıkış yolu arıyor. Önümüzdeki süreçte muhtemel iki olasılık gerçekleşecek. ABD, Suriye konusunda Rusya ile anlaşmaya varabilir, bazı tavizler vermek zorunda kalarak Suriye’den az da olsa istediklerini alabilir böylece isyancılarını dağıtarak karışıklılara son verebilir. Bu gerçekleşirse Türkiye izlediği Ortadoğu politikasında yapayalnız kalır, geriye kalacak sorunlar kendini kurtarmaya bakacak olan ABD’nin bize mirası olur! Bir diğer olasılık ise, kutuplar arasındaki bir kıvılcıma bakan savaştır. ABD için hele ki Suriye konusunda sıfır taviz ve başarı için en olası çıkış yolu savaştır. Türkiye’ye ha bire konuşlandırılan füze savunma sistemleri ve patriotlar bundandır. Böyle bir savaşta Türkiye hem coğrafi hem politik hem de askeri açıdan tarafların en ortasında kalacaktır. Bugün izlenilen Ortadoğu siyaseti tamamen yanlış ve bizi dönülmez zararlara sokabilecek cinstendir!

                                                                                                                     Gündem Gazetesi 20.12.2012

13 Aralık 2012 Perşembe

KAMUDA TÜRBAN SERBEST OLMAMALIDIR!




           Türkiye yıllardan beri siyasal islamla mücadele ediyor, siyasal islamın neden olduğu sancıları yaşıyor. Özellikle din sömürüsünün had safhada olduğu, politikacıların görev ve ödevlerinin değil de ağza aldıkları bir arapça sözün oya dönüştüğü, laikliğin dinsizlik olarak addedildiği bu dönemde siyasal İslam sancılarının bilinç kaybına neden olduğu günleri yaşıyoruz…
            Anayasa ve yasaların erozyona uğraması, basının kontrol altına alınması, eğitim sisteminden Atatürk’ün silinerek sisteme siyasal islamın sokulması, türbanın liselere kadar indirilmesi, kısaca “Atatürk Cumhuriyetine indirilen darbelerin verdiği dayanılmaz haz ve hafifliğin cesareti” iktidarı yeni teşebbüslere itiyor…
            Son günlerde kamuda görev yapan kadın personelin türbanla çalışabilmesi konusu hükümet kanadı tarafından sık sık dile getirilir oldu. Özellikle türban yasağının üniversiteler için kaldırıldığı günlerde yasağın kalkmasına muhalif tüm siyasi otoriteler bu tasarının üniversitelerle sınırlı kalmayacağını, kamuda çalışanlara ve ortaöğretim hatta ilköğretim öğrencilerine kadar inebileceğini öngörülmüştü. Tüm bunlar öne sürülürken tasarının mimarı AKP bunun sadece üniversiteleri ideolojiden arındırmak için yapıldığını, başka hiçbir şeyi kapsamına almayacağını savunup, tasarıyı geçirmişti. Nitekim izlenilen bu manipülatif* politikanın foyası bugünlerde ortaya çıkıyor, o gün buna karşı çıkan siyasi otoritelerin öngörüleri gerçekleşiyor! Çok önceden de tahmin edildiği gibi ve her dönüşümde olduğu üzere alıştıra alıştıra değişim politikası bunda da uygulanıyor, yıllar önce türbanı üniversiteye sokmak için yapılan manipülasyonların aynısı bugün de tekrarlanıyor!
            Siyasiler türbanlı hanımların eğitim, çalışma, seçilme gibi haklarının ellerinden alındığını, onlara bu alanlarda sırf dini inançlarını yerine getirdikleri için ayrım yapıldığını ileri sürerek toplumu ayrıştırma üzerindeki en başarılı siyasetlerini izliyorlar! Oysa çok ufak bir akıl yürütme, büyük manipülasyonun görülmesine yeterlidir! Öncelikle bir hakkın elden alınması demek, bireyin her koşulda o hakkı elde edememesi demektir! Yani türbanlı hanımlar eğitim, çalışma ve seçilme gibi haklarını başlarını açmalarına rağmen alamıyor olsalardı türban üzerinden siyaset yapan politikacılar haklı olabilirlerdi. Ancak bugün türbanlı hanımlar başörtülerini çıkardıklarında eğitimlerini alabiliyor, çalışabiliyor, seçim ile işbaşına gelebiliyorlar! Demek ki hakları saptırıldığının aksine ellerinden alınmamış… Bunun yanı sıra dini bir ibadet olduğu iddia edilen ancak hem din bilimcilerin ihtilaf yaşadığı hem de her siyasi partiye göre bağlama şekli değişen ve isim alan; bir nevi rozet mahiyetinde kullanılan türbanın dini bir tabanı temsil etmediği, siyasal islamın simgesi olduğu da gayet açıktır!
            Bugün her bir birey toplumsal hayatta kendi haklarını yaşarken başkalarının haklarını gözetmek zorundadır. Bu yüzdendir ki yasa ve yönetmelikler ile bireyler daha iyi bir toplumsal düzende yaşayabilmek için kendilerini ortak yaşam alanlarında kısıtlamak zorundadırlar! Yaşam şekillerinin çok masum gibi görünen detayları -giyim tarzı, hayat tarzı ve inanışlar- toplumun tabanında büyük kutuplaşmalara yol açar. Bu yüzden her inanışa mensup, farklı yaşam tarzlarını benimsemiş insanların hepsi kendilerini toplumsal hayatta kısıtlamak zorundadırlar. Buna nüdistlerden tutun da Budistlere kadar her hayat tarzından ve dinden insan uymaktadır. Ancak ezildiğini, haksızlığa uğradığını iddia eden kesim sadece siyasal islam çizgisinde olan kesimdir. Sizce de bu durum yeterince saptırılmış değil midir?
            Değerli okurlar, ticaretten siyasete terfi eden dinin her alanda en çok kar getiren araç olduğu açıktır, bazı partilere yüklenen misyonların ve 2. Cumhuriyeti kurma sevdalıların amaçları da… Bugün toplum mühendisliği yöntemi ile ufak detaylarla oynayarak algılarımız büyük açılarla başka yöne kaydırılıyor, olayların çarpıtılarak lanse edilmesini sağlıyorlar. Üniversitelerde başlayan türban serbestliği yapılmayacağı dile getirile getirile ortaöğretime girdi, kamunun ve ilköğretimin kapısında! Yarın, yine yapılmayacağı iddia edilse de başka tavizlerin de olacağı, zorlamalara varacak uygulamaların yaşanacağı geçmiş tecrübelerle sabit aşikardır. İleri demokrasi adına yapıldığı iddia edilen bu manevralar demokrasi adına devrimler yapıp teokratik devletler haline gelen İran, Libya ve Mısır’dan farksızdır!..

*Manipülatif: Seçme, ekleme, çıkarma yoluyla bilgilerin doğruluyla oynanması eylemi.


                                                                                                                   Gündem Gazetesi 13.12.2012
            

7 Aralık 2012 Cuma

İLERİ DEMOKRASİNİN AK PERDESİ



               Basının bir ülkede üstlendiği rol çok hayatidir. Basın kitlelere ulaşmanın en kolay ve etkili yoludur. Genellikle Türkiye’de vatandaşlar olup bitenleri, hukukun işleyişini, demokrasinin ilerleyişini basından öğrenir. Ancak basına perde indirildiği zaman insanlar perdenin önünde “gösterilene” odaklanır, gerçekleri göremezler. Basın tutuklu olursa zihinler tutuklu olur, basın yoluyla takip edilen gündem, hukuk sistemi, demokrasi yok ediliverir.
                Türkiye’de bu oyun açık seçik oynanıyor. Medyada bitaraf ( sadece ak perdenin önünde oynatılan oyuna riayet etmeyenler) olmayanlar bertaraf ediliyor. Gazeteciler cezaevlerinde suçlarını bilmeden tutuluyor delil olmaksızın yargılanıyorlar. Yıllarca mahkeme önüne çıkarılmıyorlar. Düşüncelerinden, muhalif yazılarından yargılanıyor; iktidara yalaka olmadıkları için, iktidarın dikte ettiklerini yazmadıkları için her şeyden önce “TARAF” olmadıkları için yargılanıyorlar.
                 Bu ortam tabi ki “dışarıdaki” muhalif gazetecilere bir gözdağı. “Sıra size de gelebilir” tehdidinin açık seçik örneği. Onlar her ne kadar serbest gibi gözükseler de kalemleri tutuklu, düşünceleri suçlu! Binlerce gazeteci hakkında davalar açıldı, binlercesinin evlerine polis baskınları yapıldı, olmadı maliye araştırdı… Hükümetten ardı ardına gelen tehditlerden cesaretleri, yani kalemleri kırıldı!
                İleri demokrasi geliyor, darbe dönemleri sona eriyor çığlıkları atılsa da basına uygulanan baskının darbe dönemlerinden farklı olmadığı çok açık. Hatta basına uygulanan baskı ve sansür darbe dönemlerine rahmet okutan cinsten! Gazetecilerin düşüncelerinden yargılanması, kılıflar uydurularak tutuklanması, anti demokratik biçimde geçen yargılanma süreçleri ve her türlü kanun hükümlerinin, uluslar arası sözleşmelerin hiçe sayılması hangi ileri demokraside vardır?
                İfade özgürlüğünün Atatürk’e küfür etmekle, Atatürk devrimlerini karalamakla, tarihe çamur atmakla sınırlı olduğu bir ülkede insanlardan özgür iradeyle karar vermeleri beklenebilir mi? Yaratılan manipülasyon dalgalarından halk boğulmadan çıkmayı başarabilir mi? Gazetecilerden radikal İslamcı olan kanat yüceltilip, laik düşüncede olanlar bertaraf edilirken; insanların bilinçleri şekillendirilip, hafızalarıyla dalga geçilirken; yapacakları seçimin sağlıklı olması beklenebilir mi?
                İnsanların tepkilerini ifade dahi edemediği; distopyalardan tanıdık gelen, tepki veremeden insanları yeni bir infiale uğratma taktiği ile tepkisizleştirme ve etkisizleştirme yöntemi sayesinde, yaratılan korku imparatorluğu ile hiçbir iktidar ayakta kalamaz. Baskının ve yalan dünyanın içinde bu dünyayı yaratanlar da yalan olup giderler…
                Düşüncelerin özgür olmadığı bir ülkede basından, basının özgür olmadığı bir ülkede de demokrasiden söz edilemez. Demokrasinin devamlılığı için özgür, serbest ve korkusuz basın şarttır!


                                                                                                                   Gündem Gazetesi 07.12.2012